2024-10-05
Skip Navigation Links
Destpêk/Anasayfa
Pêwendî/İlişki
Lînk
Skip Navigation Links
Video
Album
Arşîv
Kemal Burkay
 
İZMİR DEPREMİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
2020-11-05 16:03
Kemal Burkay

Günlerdir İzmir yöresinde meydana gelen deprem konuşuluyor. TV ekranları, gazete sayfaları bunun yol açtığı acılı sahneleri yansıtıyor.
Öncelikle depremde yıkıma uğrayan, bir dizi can kaybeden İzmir ve çevre halkına, bu yöredeki dost ve arkadaşlara geçmiş olsun diyorum.
Söz konusu deprem bir kez daha bazı gerçekleri ve buna ilişkin soruları gündeme taşıdı: Malum, deprem bir doğa olayı, ülkemiz de -doğusu ve batısıyla- bir deprem kuşağı üzerinde. Depremleri önlemek mümkün değil, ama onun verdiği zararları önlemek veya asgariye indirmek mümkün değil mi?
Pekala mümkün. Bu, sağlam evler, binalar yapmaya, planlı kentler kurmaya bağlı. Bunu başaran pek çok ülke var. Bu ülkelerde 7 veya üzerindeki şiddetli depremler bile bizde yaşanan türden yıkımlara, can ve mal kayıplarına yol açmıyor.
Nitekim böyle olduğu her depremin ardından konuşuluyor, ama tedbiri de alınmıyor. Tedbirin ne olduğunu söylemeye gerek var mı? Yeni binaları depreme dayanıklı biçimde inşa etmek, eskilerini ise yine buna uygun biçimde dönüştürmek…
Peki bu ülkede bu neden yapılamıyor? Her depremden sonra dövünüp bunca ah vah ettikten sonra neden gereken yapılmıyor?
Bu ülkenin ekonomik olanakları mı el vermiyor? Hayır, daha önce de çeşitli zamanlarda, çeşitli yazılarımda dile getirdiğim üzere, söz konusu kaynaklar yeterince var, sorun bu değil. Sorun, bu ülkeyi dünden bugüne yönetenlerin sorunları akla uygun biçimde çözmeye yanaşmamaları, bunun için gerekli sorumluluk ve enerjiden yoksun olmaları. Onlar ne yazık ki sorun çözeceklerine izledikleri yanlış yöntemlerle yeni sorunlara yol açıyorlar.
Sadede geleyim: Her şey bir yana, iki alan var ki onlar iyi düzenlendiği zaman tüm ekonomik ve sosyal sorunlar çözülür
Bunlardan biri iç ve dış barıştır. Türkiye’de yönetim yıllardır içerde savaşıyor ve hemen tüm komşularıyla bir gerilim ya da çatışma içinde.
İçerdeki savaş on yıllardır sürüyor ve ülkenin yüz milyarlarca dolarını yuttu. Üstelik bu savaş yüzünden, 60 binin üzerinde can kaybı bir yana, Kuzey Kürdistan’da binlerce köy, pek çok kent yerle bir oldu, bölgede tarım ve hayvancılık çöktü. Ki burası yüzyıllardır Ortadoğu bölgesinin et ve süt ürünleri deposu olmakla ün yapmıştı.
Kürt sorunu eşitlik temelinde çözüldüğü, yani Kürt halkının tüm temel hakları tanındığı zaman bu sorun biter ve ülkeye barış gelir. Bunun biçimi ise öteden beri söylediğimiz gibi federasyondur.
Barış ortamında yıkıma ve bunca silaha –mermiye, bombaya, tüfeğe, tanka, topa, savaş uçağına-gerek kalmaz. Bunca büyük bir orduya ve polis gücüne de gerek kalmaz. O zaman söz konusu devasa kaynaklar pekâlâ ekonomik ve sosyal gelişmeye ve ülkenin öteki sorunlarını çözmeye harcanabilir.
Kürt sorununun çözümsüzlüğü, Türkiye’nin yalnız sınırlar içinde değil, sınırlar ötesinde de savaşmasına yol açıyor. Günümüzde güney sınırlarının ötesinde, Irak ve Suriye’de (gerçekte Güney ve Güneybatı Kürdistan’da) olan budur.
Ama Türkiye bunun da ötesinde Libya’da, Doğu Akdeniz’de, Kafkaslarda, nerdeyse uzak yakın tüm komşularıyla bir çatışma ya da gerginlik politikası içindedir. Ve bu durum aynı zamanda, Türkiye’yi aşırı bir silahlanmaya iten, militarizmi güçlendiren bir durumdur.
Böyle olması zorunlu mu? Bu doğal ve akla yakın bir durum mu?
Elbette değil. Ülkenin yararına olan barışçı politikalardır.
Ülkenin önemli kaynaklarını yutan diğer bir alan ise Diyanet İşleri Teşkilatı’dır Gerçek anlamda laik ve çağdaş bir ülkede din işlerini düzenleyen böylesi devasa bir kurum olmaz.
Öteden beri söylüyoruz: Diyanet İşleri teşkilatı laiklikle bağdaşmaz. Bu, devletin din alanına müdahalesidir. Devlet din alanında tarafsız olmalı, hiçbir inanca imtiyaz tanımamalı, hiçbir inanca karşı tavır almamalıdır. Gerçek laiklik ve inanç özgürlüğü budur.
Bu nedenle diyanet İşleri Teşkilatı bir devlet kurumu olmaktan çıkarılmalı, örneğin bir vakfa dönüştürülmelidir. Dileyen bu vakfa destek versin. Cami yapılacaksa bu vakıf yaptırsın, Sünni din adamlarının maaşı ödenecekse bu vakıf ödesin.
Böyle bir düzenleme yapılırsa bu kuruma giden devasa kaynaklar da ekonomik ve sosyal gelişmeye, örneğin eğitim ve sağlık alanına gider.
Bu durumda ülkenin tüm sorunları gibi depremlere karşı tedbir alma da kolaylaşır ve bu sorun da kısa zamanda çözülür.
İşte sorunları çözecek anahtar: İçte ve dışta barışçı politikalar ile gerçek anlamda laiklik, yani inanç özgürlüğü.
Her depremde ah vah edeceğimize, akıllı ve sorumlu insanlar gibi davranalım, çözüme odaklanalım.
5 Kasım 2020


Print