2024-12-03
Skip Navigation Links
Destpêk/Anasayfa
Pêwendî/İlişki
Lînk
Skip Navigation Links
Video
Album
Arşîv
Kemal Burkay
 
DEVLET NASIL BİR KURUM?
2023-06-12 00:18
Kemal Burkay
Düzen politikacıları kendi aralarında cebelleşirlerken sık sık da devlet üzerine ahkâm keserler. İktidardakiler icraatlarını genellikle devletin ve milletin çıkarına gösterirler. Muhalefettekiler de eleştirilerinde genellikle devlet-millet adına konuşur görünürler.

Her iki kesim de devlet güzellemesi yapar. Onların dilinde devlet kutsal bir nesnedir…

Onlara göre devlet millet içindir, halk içindir.

Düzen politikacılarının devlet üstüne bu tür söylemlerini dinlerken gülümserim.

Bu söylemlerin gerçekle bir ilgisi yoktur. Öncelikle devlet halkın, ya da milleti oluşturan çoğunluğun çıkarlarını gözeten bir kurum değildir. İşlevi bu değildir ve böyle bir amaçla ortaya çıkmamıştır.

Devlet sınıflı toplumla birlikte ortaya çıktı, daha önce yoktu. “İlkel toplum” da denen komünal dönemde, yani insanlığın ilk toplum biçiminde sınıflar yoktu. Üretim de tüketim de kadın-erkek, toplumun tüm bireyleri tarafından ortaklaşa yapılıyor ve eşitçe bölüşülüyordu. O dönemde özel mülkiyet, zengin-fakir ayrımı yoktu.

Ama zamanla komünal toplumun içinde ayrışmalar belirdi. Kimileri artı ürünü, fazlayı kendilerinde topladılar, diğerlerini sömürmeye başladılar. Bu köleci toplumun ortaya çıkış aşamasıydı. Toplum köle sahipleri ve köleler olarak ayrıştı. Savaşlarda esir edilenler kölelere çevrildi. Ehlileştirilen hayvanlar, tarım yapılan topraklar güçlü bir kesimin elinde toplanırken, diğerleri sürü ve toprak sahiplerine hizmet sunan kölelere dönüştüler.

Devlet aygıtı da bu aşamada köle sahiplerinin, diğer bir deyişle mülk sahiplerinin çıkarını koruyan bir aygıt olarak ortaya çıktı. Askerleri, polisi, mahkemeleri, kanunları ile, bir baskı aracı olarak…

Marks usta ve yoldaşı Engels, sınıflı toplumun ve devletin ortaya çıkışını, toplumların izlediği rotayı pek güzel ortaya koydular. Köleci toplumu feodal toplum, onu kapitalist toplum izledi. Onu da sosyalist toplum izleyecekti ki, bilinen nedenlerle (bu çokları için pek de bilinen değil) izleyemedi, süreç kesintiye uğradı.

Başa dönelim: Düzen partilerinin liderlerinin, iktidardakiler ve muhalefettekilerin devletten söz ederken kullandığı dili izlerken bu nedenle gülümsüyorum. Adamlar devletle ilgili olarak ne diller döküyorlar! Devlet tüm halkın çıkarını gözetmeliymiş, adil olmalıymış; emekçiyi-yoksulu korumalıymış, falan filan…

Hayır baylar, gerçek böyle değil. Devlet mülk sahiplerinin, yani egemen sınıfın çıkarlarını korumak, emekçileri de ezip soymak için oluşturuldu. O günden beri de işlevi budur. Devletle ilgili olarak boşuna güzelleme yapmayın, onu süsleyip püslemeyin. Sınıflı toplumun devleti adil olamaz. O emekçilerin haklarını savunamaz, sömürüyü, haksızlığı önleyemez. Bunu ondan istemek, kediden yakaladığı farenin canını bağışlamasını istemek gibidir. Kedi bile bazen, karnı tokken bunu yapabilir, ama köle sahiplerinin ya da kapitalistlerin devleti bunu yapmaz.

Marksist teoriye göre işçi sınıfının öncülüğünde emekçiler devrim yapacak, kapitalizmi sosyalizm izleyecek ve sosyalizmin ileri aşamasında, yani komünist dönemde devlet ortadan kalkacak.

Emekçiler önce 1870"li yıllarda Paris Komünü ile bir çıkış yaptılar, ama başaramadılar. Ardından Lenin’in önderliğinde 1917’de Büyük Ekim Devrimi geldi. Rusya ve sömürgeleri Sovyetler Birliği’ne dönüştü, sosyalizmin inşa süreci başladı. 2. Dünya Savaşı’nın ardından sosyalizmin alanı genişledi, Doğu Avrupa ülkeleri, Çin, Küba, Kuzey Kore, Vietnam gibi ülkeler buna eklendi.

Ama ne yazık ki bu süreç, belli tarihsel nedenlerle 1980’li yılların sonunda kesintiye uğradı. Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’da sosyalist sistem çöktü, Çin değişime uğradı. Kapitalistler yeniden bayram eder oldular.

Sosyalizm, söz konusu 70 küsur yıllık inşa sürecinde emekçiler için çok güzel şeyler yaptı elbet; her türden sömürü ilişkisine son vermeye, eşitlikçi, adil bir toplum yaratmaya çalıştı. Bunları burada tek tek yazmam gerekmiyor. Sovyetler Birliği’nin her türden ulusal baskıya son vermesi ve özgürleşen eski bağımlı ve sömürge ulusların bir birliği olması da bunlar arasındadır.

Bu dönemde kapitalist toplumlar paniğe kapılıp sosyalist sistemle canhıraş bir rekabete giriştiler. Kendi ülkelerinin emekçileri de sosyalizme özenmesinler, devrime yönelmesinler diye seferber oldular. Bu nedenle bir yandan ortaya NATO gibi dev savaş aygıtları çıkar ve bu ülkeleri bir kontrgerilla ağı sararken, bir yandan da batılı kapitalist ülkelerde sosyal hakların sınırları genişletildi. İşsizlik yardımı, kira yardımı, sağlık ve eğitim alanındaki destekler gibi. Diğer bir deyişle, kapitalistler dev kârlarının bir bölümünü emekçi, yoksul toplum kesimleri ile paylaşarak çelişkileri yumuşatmaya çalıştılar. Bu etkili de oldu. Örneğin İsveç, Danimarka, Finlandiya, gibi kuzey ülkeleri, Almanya, Hollanda, Fransa gibi Batı Avrupa ülkeleri yurttaşlarına oldukça geniş sosyal haklar tanıdılar. Ama sosyalist sistem çöktükten sonra kapitalist beylerin artık korkuları kalmadı ve bu ülkelerde sosyal haklar alanında çok büyük gerilemeler görüldü.

Devletin niteliği, işlevi sınıfsal olmakla, o egemen sınıfın elinde bir sömürü ve baskı aracı olmakla birlikte, şu anda dünyamızda mevcut yüzlerce devlet arasında da insan hakları ve demokrasi ölçüleri bakımından büyük farklar var. AB standartlarında bir demokrasinin olduğu ülkelerin yanı sıra, Afganistan, İran gibi ucubeler var…

Devlet olgusundan söz ederken şunu da eklemeliyim: Marksist teoride devletin bir dönem değişime uğrayıp sürmesi, sonra tümden ortadan kalkması öngörülmektedir. Söz konusu ilk dönemde devlet “tüm halkın devleti” olarak nitelendi veya öyle olması amaçlandı. Ne var ki süreç böyle işlemedi. Sosyalist sistem ayakta kalmayı başaramadı ve çöktü. Bu çöküşün nedenlerini söz konusu çöküş döneminde kaleme aldığım çeşitli yazılarda tartışmıştım (Bak: Anılar-Belgeler, Cilt: 3). Bu yazıdan amacım ise devlet olgusunun gerçek niteliğini tartışmaktı.

--------------------------------------------------------

NOT: Bazılarının devlet olgusunun tahliline ilişkin bu yazıdan yanlış sonuçlar çıkarmamaları için (“bazılarının” bunu yapacağından eminim) şunu da eklemeliyim: Bu yazı ulusların kendi kaderlerini tayin ve kendi devletlerini kurma hakkını yadsımaz; diğer bir deyişle, bu yazıdan o tür sonuçlar çıkarılamaz. Bağımlı ulusların ve sömürgelerin özgürlük mücadelesi devrimci bir nitelik taşır.

Ben bu yazıda devlet nasıl ortaya çıktı, kimlere hizmet eder, ondan ne beklenir, ne beklenemez, onu anlatmaya çalıştım.

Gerçek bir eşitlik, adalet, özgürlük ise ancak sosyalist toplumun ileri aşamalarında gerçekleşebilir ve o aşamada artık devlete gerek kalmaz.

İnsanlık böyle bir aşamaya ne zaman ulaşır, ulaşabilir mi, yoksa doymak bilmez sömürü ve savaş güçlerinin elinde kendisinin ve dünyanın sonunu mu getirir? Bu da ayrı bir mesele… Tüm yaşananlardan sonra insanlığın geleceği ile ilgili olarak Marks ve Engels kadar iyimser değilim…

10 Haziran 2023

Print