2024-03-29
Skip Navigation Links
Destpêk/Anasayfa
Pêwendî/İlişki
Lînk
Skip Navigation Links
Video
Album
Arşîv
Murat Dağdelen
 
Kürdistan artık hayal değil
2014-09-04 11:00
Murat Dağdelen
Savaş yalnız sınırlarda olmaz .Savaş bir milletin topyekün ateşe girmesidir. Eğer bu bütünlük sağlanmamışsa zafer tesadüfi, yenilgi kaderdir...

Kürtler, yüzyıllardır kendilerini yönetme imkanlarından mahrum kalmış bir halk olarak, ülkelerinin hiç olmazsa bir parçasında devletlerini kurmaya çok yakınlar. Çünkü tarihin hiç bir döneminde koşullar, halkımız için bu kadar elverişli fırsatlar sunmamıştı.

Birinci dünya savaşı sonrasında Osmanlı imparatorluğunun kaybettiği topraklarda, İngiltere ve Fransa yeni devletler kurarken, Kürtlere kendi devletlerini kurma imkanı tanınmadı.

Böyle olmasının faturasını, sadece emperyal güçlerin, Kürtleri denklem dışında tutan sevimsiz yaklaşımlarına kesemeyiz. Bizim, siyasal coğrafyaların yeniden belirlendiği her dönemde, “Dışarıda kalma becerimizi” de göz ardı etmemeliyiz. O süreçlerde Kürtlerin ekonomik, siyasi, askeri, örgütsel ve entellektüel çabalarının bağımsız bir Kürt devleti kurmaya yetecek düzeyde olmadığını da ayrıca kabul etmemiz gerekiyor.

Coğrafi ve toplumsal alt üst oluş süreçlerinde, neler olabileceğinin farkında olmak ve buna göre hazırlık yapmak zorunludur. Doğru bir biçimde konumlanmak, kurumsal aklın önderliğinde gelişmeleri yönlendirebilmek, size tarih yapıcıların yanında, kendi geleceğinizi belirleme hakkını, avucunuza alma imkanını doğurur.

Eğer toplumsal güçler arasında siyasal ve iradi birliktelik sağlanamamışsa, ortak aklın yön verdiği kurumlar oluşmamışsa, toplumun bütün kesimleri arasında uygun bir siyasal konsensüs yoksa, gerekli olan ekonomik, askeri ve diplomatik tedbirler alınmamışsa, sizin tarihi yapanların masasında oturmaya ve irade beyanında bulunmaya hakkınız yok demektir.

Kürdistan’ın Güney parçasındaki siyasal güçlerin, yüzyılda bir ortaya çıkan olanaklara bu kez sıkı sıkıya sarıldıkları, iç ve dış dinamikleri harekete geçirdikleri görülüyor. Bu kez Kürtler, hazırlıklı ve devletlerini kurmaya aday bir konuma gelmişlerdir. Hem içteki koşullar hem de dış etkenler buna olanak sunuyor. Uluslararası siyasal konjüktör çok uygun görünüyor. Şartlar ve Kürtler yeterince olgunlaştı.

Saddam"ın devrilmesinden sonra geçen sürede, Şii ve Sünni bölgelerle kıyaslandığında Güney Kürdistan yönetimi, hükümranlık alanında ekonomik, siyasal ve toplumsal istikrarı sağlamıştır. Seküler ve Ortadoğu gerçekliği ile değerlendirildiğinde olabildiğince demokratik bir rejim kurmuştur. Kürdistan’da yaşayan farklı etnisite, dil ve inanç gruplarına büyük bir özgürlük alanı açılmıştır. Toplum güvenlik içinde yaşamaktadır. Bütün bunlar zaten bir devlet için gerekli olan alt yapının uzun zamandır Kürdistan’da oluşturulduğunu göstermektedir.

Özellikle Musul’un IŞİD tarafından ele geçirilmesi sonrası ortaya çıkan gelişmeler, Güney Kürtlerinin artık Şii ve Sünni Arapları ile bir dönem için geçerli olan geçici yol arkadaşlıklarının sonuna geldiğini ifade ediyor. ABD ve müttefiklerinin, Irak’a girip Saddam’ı devirdiklerinden bu yana “anlaşılır” bir biçimde zorla bir arada tutmaya çalıştığı üç topluluk ayrışıyor.

Batılıların, Kürt, Şii ve Sünni’lerin, bir arada yaşamalarının, tarihsel, siyasal, inançsal, kültürel ve etnik nedenlerle mümkün olmadığını anlamaları için, belki de Irak hükümetinin başına Maliki gibi çapsız bir Şii bağnazı ve IŞİD’ın ortaya çıkarak bölgeyi insan mezbelesine çevirmesi gerekiyordu. Bu gerçekleşmiş görünüyor.

Batılılar, Ortadoğuluların, onlar açısından çok anlamsız görünen, toplumsal reaksiyonlarını anlamaya çalışa dursun, Irak’taki gelişmeler hangi çözümlerin daha rasyonalist olduğunu gün geçtikçe gözler önüne serdi. Ortadoğu"nun tarihsel dokusundan süzülen gerçekler karşısında, eski statükocu argümanların bir anlamı kalmadı. İran ve kimi Arap devletlerinin “Irak parçalanmamalı” adı altında sürdürmeye çalıştıkları siyasetin, herhangi bir pratik değerinin olmadığını anlamaları da uzun sürmeyecektir.

Irak’ın Şii ve Sünni bölgelerinde Saddam’ın düşürülmesinden bu yana devam eden, ekonomik, siyasal ve toplumsal istikrarsızlık daha epey bir zaman süreceğe benziyor. Bu alanlarda anti demokratik ve özgürlüklerin olmadığı rejimler oluşmuştur. Dinsel inançların yön verdiği topluluklar, bir birlerini yok etmeyi amaçlayan acımasız bir şiddet sarmalında atomlarına kadar bölünmüştür. Köklerine kadar ayrışmış ve ayrışmakta olan bu toplulukları bir arada tutmaya ve birlikte yaşamaya zorlamak yanlıştır. Daha kötü gelişmelere yol açabilecek bir siyaset yönelimidir.

Güney Kürdistan için, her şey olumlu görünürken, aynı zamanda İran ve IŞİD gibi Kürdistan’ı her an büyük bir yangının içine çekebilecek güçlerin varlığı, tehdit olarak durmaktadır. Bu nedenle Güney Kürdistan, çok ciddi potansiyel riskler altındadır. İran, Irak merkezi hükümeti, IŞİD ve diğer Araplar bağımsız bir Kürt devleti kurulmasına karşıdır. Engellemek için ellerinden gelen herşeyi yapacaklarını deklere etmişlerdir. Bu deklarasyon “Bağımsızlık için savaş” ihtimalini güçlendirmektedir. Böylesi bir durum öncesinde Kürdistan yönetiminin ciddi ittifaklara ihtiyacı olacak. Batılı güçler, İsrail ve Rusya olası bir bağımsızlık ilanına karşı çıkmayacaklarını çeşitli yetkilileri aracılığıyla ifade ettiler. Şimdilik kaydıyla ABD’nin, Irak’ın parçalanmamasını savunan eski doktrine bağlı olduğu görünüyor. Nedenleri biliniyor; ABD Irak’ta kurulacak bir Şii devletinin İran’ın nüfuz alanına dahil olacağını ve İran’ın bölgesel genişlemesine yardımda bulunacağından endişe ediyor. Ayrıca Sünni bölgesinde oluşacak devletin üzerinde, herhangi bir etkisinin olamayacağını ve gelişmekte olan radikal İslamcılığın büyük belalara neden olacağını düşünüyor. Her iki durumda da bölgesel çıkarlarının ve İsrail’in güvenliğinin büyük bir risk altına gireceğini hesaplıyor.

Görünen o ki, “Irak’ın dağılması durumunda, Kürtlerin bağımsız bir devlet kurmalarının hakları olduğunu” söyleyen Türkiye ile Güney Kürdistan yönetimi arasında, AKP hükümeti ile birlikte başlayan sıcak ilişkiler, stratejik ortaklığa doğru evrimleniyor. Böyle olmasında Kürtler açısından herhangi bir sakınca yok. Suriye’de ve Irak’ta ortaya çıkan gelişmeler, her gücün pozisyonunu yeniden gözden geçirmesine ve farklı arayışlara girmesine neden oldu. Ortadoğu’da ki güçler ayrışmasında aynı eksen içinde yer alan Türkiye ve Kürdistan yönetimi, koşulların olgunlaşmasıyla ilişkilerini daha da ileriye götürüyor. Karşılıklı çıkar ilişkisine dayalı olarak gelişen ortaklık, eşit iki tarafın, yani hükümran olan iki devletin birlikte hareket ettiği, doğal ve siyasetin özüne uygun bir ilişki olacaktır. Ayrıca iki toplumun kültürel dokusu, tarihsel ilişkileri, ekonomik, sosyal imkanları ve siyasal tercihleri buna daha fazla imkan vermektedir. Türkler ve Kürtler, Ortadoğu halkları arasında en arzulu Batılılaşma istemine sahip olmaları nedeniyle özgün bir konumdadırlar. Doğulu halklar olsalar da, yüzleri batının evrenselleşmiş değerlerine dönüktür.

İlişkilerin istenilen düzeye gelmesi ve maksimum verim alınabilmesi için, Türk devletinin, öncelikle Kuzey Kürtleri ile barışması ve Kürt sorununu kabul edilebilir bir biçimde çözmesi ile mümkündür. Fakat ne yazık ki hükümet tarafının çözüme ilişkin köklü bir projesi yoktur. Sorunun ismini koymaktan ve niteliğini belirlemekten ısrarla uzak duruyor. Kurumsal çözümler yerine palyatif, kalıcı bir değeri olmayan uygulamalarla çözümü durmadan erteliyor. “ Benim için artık Kürt sorunu çözülmüştür” demekle sorun bitirilmiş olmuyor. Tam tersine böyle yaklaşmakla problem daha karmaşık ve içinden çıkılamaz hale geliyor.

Öcalan’ın ve onun temsil ettiği hareketin de, sorunun ağırlığıyla orantılı siyasal bir çözüm projesi bulunmuyor. Öcalan’ın ve PKK’nin söylediklerine bakıldığında, üzerinde düşünebileceğimiz değerde bir şey olmadığını görüyoruz. İnsanların kafasını muğlaklaştıran ve çözüme herhangi bir katkısı olmayan söylemler, İmralı’dan topluma durmadan enjekte ediliyor. Böylelikle Kürt toplumu güçsüzleşiyor ve ne istediğini bilmez bir duruma düşüyor. Zamanını ve enerjisini “Ekolojik Toplum, Ortadoğu Halklar Konfederayonu” gibi boş söylemlerle harcıyor. Bu kerameti kendinden menkul sözlerin Kürtlere hiç bir yararı yoktur. Boş anlamsız ve içerikten yoksun tespitlerin tartışılıp değerlendirilmesi de gerekmemektedir. Çünkü, Öcalan’ın tespit ve istemleri Kürt toplumuyla alay etmekten başka anlamalara sahip değildir. Örneğin “Biz devlete karşıyız veya devlet istemiyoruz “ tespitinde bulunan birilerinin bütün devlet oluşumlarına karşı olması gerekmez mi? Öcalan ve çevresinin, “Biz devlete karşı olduğumuz için, Türk devletine de karşıyız, Türk devleti de olmasın” demesi gerekmiyor mu? Ama onlar “Biz devlete karşıyız” söylemiyle “ Biz Türk devletine karşı değiliz ama, Kürtlerin devlet kurmasına karşıyız” demek istediklerini anlamak gerekiyor. Aynı zamanda Federasyona ve Özerkliğe karşı olduğunu defalarca açıklayan Öcalan’ın, böylelikle Kürt sorununun gerçek anlamda çözümünden uzak durduğunu ve Kürtler adına onların haklarını kurumsallaştıracak ve güvencelere bağlayacak istemlere karşı olduğunu beyan etmiş oluyor. Bütün bu olumsuzluklara rağmen Kuzey’de silahların susması olumludur ve mutlaka sürdürülmesi gerekmektedir. Silahların olmadığı bir süreç özellikle Kürtler için çok olumlu gelişmelere yol açar.

Fakat iki tarafın da sorunun özüne dokunmayan yaklaşımları, çok ciddi tahribatlara yol açabilecek riskler taşımaktadır. Uzun vadede böyle devam edemez. Eğer soruna zamanında, doğru yaklaşılmaz ve çözüme kavuşturulmaz ise Türklerle Kürtler arasında aynen Irak’ta Şii’lerle Sünni’ler arasında gerçekleşen bütünlüklü kopuş yaşanabilir. Ve bir daha hiç bir şey eskisi gibi olmaz.

Umarım Türk yöneticileri Ortadoğu’daki resme bakıp, daha akılcı bir siyasal tutum benimseyebilir ve Kürtlerle eşit ve gönüllü birliktelik esasına dayalı bir ilişki kurabilirler.

Sözün özü: Yüzyıllar sonra hiç olmazsa Kürdistan’ın bir parçasında Kürdistan devleti artık hayal değil.

Bu yazı Deng dergisinin 96. sayısından alınmıştır.
Print