2024-03-29
Skip Navigation Links
Destpêk/Anasayfa
Pêwendî/İlişki
Lînk
Skip Navigation Links
Video
Album
Arşîv
Yılmaz Çamlıbel
 
Halepçe kaliamının arka planı
2012-03-15 20:16
Yılmaz Çamlıbel
Osmanlı sınırları arasında kalan Kürdistan parçası, Birinci Dünya Savaşında üç parçaya bölündü. Emperyasitler, Kürt diye bir halk, Kürdistan diye bir ülke varken, anavatan ve halkları olmayan, Irak, Suriye, Lübnan ve Ürdün gibi uyduruk devletler kurdular. Kürdistanı da bu devletlere peşkeş çektiler. Bu nedenle Kürtler yüz yıldan beridir, Araplara karşı ulusal kurtuluş mücadelesi veriyor.

Halepçe, Güney Kürdistan’nın İran-Irak sınırında yer alan Süleymaniye vilayetine bağlı, küçücük bir şehirdir. Baas faşist rejiminin bu şehri kimyasal silahlarla yerle bir etmesi sonucunda, tüm dünya bu küçücük Kürt şehrini tanımış oldu.

İranla Irak devletleri aralarında var olan bazı sorunların diyalog yoluyla çözülmemesi nedeniyle, 8 yıl süren bir savaş yaşandı. Kürt pêşmergeleri bu savaşta İran’a destek oldular. Buna karşılık İran da Amerika’dan gelen yardımların Kürtlerin eline geçmesine aracılık yaptı.

Irak faşist Baas rejimi, İran’ın Kürtlere verdiği bu desteği kırmak için, İranla antlaşma yoluna gitti. Mart 1975 tarihinde imzalanan Cezayir antlaşmasına göre İran Kürtlere verdiği desteği kesmeyi, Irak da Şattülarap‘ın (Basra Körfezi’nin) bir bölümünü İran’a devretmeyi kabul ettiler.

Bu önemli antlaşma sonucunda İran, Kürtlere verdiği desteği durdurdu. Bunun sonucunda Barzani 1975 yılında, eliyle örgütleyip yürüttüğü Kürt ulusal mücadelesini durdurmak zorunda kaldı.

Abdulkerim Kasım 1958 yılında Irak’daki Haşimi hanedanının devirdi. Sonra Abdulkerim Arif, daha sonra da Saddam Hüseyin Irak’ın yönetimi ele geçirdiler.

Saddam, iktidara gelir gelmez, Kürt ulusal muhalefetini yumuşatmak için, Barzaniyle diyaloga girdi. 1970 yılında yeni bir anayasa hazırlandı.

Bu anayasaya göre, Arapça ve Kürtçe devletin resmi dili kabul edildi. Ayrıca Irak yurttaşlarının Arap ve Kürtlerden oluştuğu, milli gelirin Kürdistan’a düşen payının buranın kalkındırılmasında kullanılacağı gibi önemli konular, bu yeni anayasada yer aldı. Kısacası Irak’ın yeni anayasası Kürtlere otonomi hakkı tanınıyordu.

Ama Saddam bu anayasayı yürürlüğe koymadı. Bunun üzerine Kürt ulusal mücadelesi yeniden başladı. Saddam bu direnişi kırıp yok etmek için, bir imha projesi hazırlayıp yürürlüğe koydu. Bu projeye En Enfal adını verdi.

El Enfal, Kuran’daki bir surenin adıdır. HZ. Muhammed döneminde, eğer karşı taraf müslümanlarla yapılan bir sözleşmeyi ihlal ederse, ihlal edenlerin öldürülmesi ve mallarının talan edilmesi, yurtlarının yakılıp yıkılması meşru kabul ediliyordu.

Saddam, Kürtlere yönelik imha projesini, işte bu kutsal metin üzerine oturtmuştu. Ne var ki Irak’da yapılan sözleşmeyi bozan taraf Kürtler değil Araplardı. Ama bu durum, dindar bir Müslüman olan Saddam’ın umurunda değildi.

El Enfal Projesi, 1986 yılında yürürlüğe konuldu. Kürdistan bölgesi genel komutanı olan Ali Hasan El Tigriti, Kürdistan Genel Valiliğine atandı.

Irak faşist rejimi bu genel katliam projesinin detaylarını içeren, 4008 sayılı yasayı kabul edip yürürlüğe koydu. Bu yasaya göre Kürdistan Valisine, Kürdistan’da yaşayan 15-70 yaş arasınhdaki her insanı tutuklama, sorgulama, sürgüne yollama ve öldürme yetkisi tanınıyordu.

Bu yasaya göre iki sene içinde Irak‘ta, insani hak ihlalleri doruklara tırmandı. 3 bin köy yerle bir edildi. Kürdistan’da bulunan tüm su kaynaklarının ağzı betonla kapatıldı. Bir milyon Kürt Arap çöllerine sürüldü. Kadınlara tecavüz edildi. Binlerce insan mahkemeye çıkarılmadan idam edildi. Ayrıca bu yetmezmiş gibi,öldürülen Kürtlerin ailelerinden kişi başına 300 dinar idam masrafı alındı.

Yine bunlar yetmezmiş gibi Saddam Hüseyin’in verdiği emir üzerine 8 Mig uçağı, 16 mart 1988 günü Halepçe şehrine kimyasal silahlarla saldırdı. 5 bin insan öldü. 7 bin insan yaralandı. Yüz bin civarında Kürt Türkiye ve İran sınırlarına yığıldı. Yapılan uluslararası baskı sonucunda bu iki devlet, Kürt mültecilerine sınırlarını açmak zorunda kaldılar.

Ortaçağdan beri dünyanın bir çok yerinde, savaş suçu işlenmektedir. Savaş suçluları ulusal mahkemeler tarafından cezalandırılmaktadır. Ama yine de bu suçlar devam ediyor.

Bu suçlarla ilgili ilk yaptırım ilk kez, Amerika iç savaşında uygulamaya konuldu. Amerikan başkanı Linkoln tarafından 1863 yılında „Lieber“ kuralları uygulamaya koydu. Sonra „1907 de IV nolu La Haye Sözleşmesi“ daha sonra da, 1949 tarihli Cenevre Sözleşmesi ile değişik uluslararası kanun ve yönetmenlikler yürürlüğe konuldu. O günden bu yana bu suçu işleyen kişiler, Savaş Suçluları Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından yargılanıp cezalandırılıyorlar.

Kısacası günümüz dünyasında artık, savaşın da bir ahlakı ve uyulması gereken genel kuralları var. Savaşmanın ve insan öldürmenin bir raconu var.

Bu hukuk metinlerine göre: Hastahane, okul, mabet ve hayır kurumlarına, bilim ve sanat merkezlerine saldırılmaz. Teslim olanlara, gazetecilere ve sivillere kötü muamele yapılmaz. İnsanların kişiliğine ve kutsal değerlerine hakaret edilmez. İnsanlar kalkan olarak kullanılamaz. İnsanlar aç bırakılmaz ve ülkesinden kovulmaz. Taciz ve tecavüz yapılmaz. Düşmanın mal ve mülküne zarar verilemez. 15 yaşındar küçük çocuklar askere alınamaz. Ateşkes bayrağı sallayana kurşun sıkılmaz. Esirlerin üzerinde tıbbi deney yapılamaz. Vücutta parçalanan bombalar, nükler, biyolojik ve kimyasal silah kullanılmaz.

Bu konuda dikkat çekilmesi gereken bir konu da, sanayileşmiş devletlerin sergilediği iki yüzlülüktür. Bu devletler bir taraftan insan hakları ve demokrasiden bahsederken, diğer taraftan savaş suçu işleyenlere yardım ediyorlar, olanak sağlıyorlar.

Örneğin Halepçe’de kullanılan kimyasal maddelerini Alman, İsviçre ve Hollanda şirketlerinin Saddam rejimine sattıklarını biliniyor.

Irak Baas rejiminin Kürtlere karşı yürüttüğü saldırıların çoğunda, bu ve buna benzer savaş kuralları çiğnenmiştir. Halepçe’de yaşananlar, bunun en somut örneğidir. Üstelik bu ilk örnek de değildir. Faşist Baas rejimi, Nisan 1987 yılından beri Kürt halkına ve Kürdistan’a karşı sistematik bir biçimde kimyasal silah kullanmıştır.

En kısa zamanda bu eylemlerdan sorumlu olanların, Savaş Suçluları Uluslararası Ceza Mahkemesinde yargılanmaları gerekir.

Print