Makale

30 Mart’ta ne oldu?

Seçimler, demokrasilerin taze kanla beslenerek kendilerini yeniledikleri önemli süreçlerdir. Demokratik toplumlarin ihtiyaç duyduklari oksijeni almalari için soluk borusu islevini yerine getirirler.

Ne var ki 30 Mart seçimleri Türkiye’de demokrasiye taze kan kazandirmak yerine, ona kan kaybettirdi. Son 12 yilda yakalanan görece istikrar zayifladi, kurumlar islemez hale geldi, siyaset irtifa kaybetti, siyasete ve kurumlara güven azaldi.

Demokratik toplumlar ciddi siyasi ve toplumsal krizlerle karsilastiklarinda, seçimlere bir çikis mekanizmasi olarak basvururlar.

30 Mart seçim süreci ise Türkiye’nin yasadigi krizi daha da derinlestirdi. Türkiye bu gün 30 Mart seçim öncesine göre daha gerilmis durumda.

30 Mart seçim sonuçlarinin ülkeye nefes aldirdigini ya da onu rahatlattigini söylemek mümkün degil.

Öte yandan bu seçimde ülkenin gerçek sorunlari hakkinda ne bir tartisma yasandi ne de gelecege iliskin ciddi bir proje konusuldu. Aksine bastan itibaren AK Parti ile Cemaat arasindaki kavga seçim sürecine damgasini vurdu. Türkiye bu kavga üzerinden derin bir biçimde kutuplasti.

Bir yanda Cemaat, CHP ve MHP üçlüsünün, 17 Aralikta baslayan rüsvet ve yolsuzluk sorusturmalarina dayanarak AK Parti hükümetini devirme stratejisi, öte yanda Basbakan Erdogan’in seçim sürecini bir ‘kurtulus savasi’ na dönüstüren gerilim siyaseti.

Basbakan Erdogan, seçim sürecinde izledigi gerilim çizgisi sayesinde 17 Aralik sorusturmalarini bir darbe girisimi olarak topluma yansitmayi basardi. Toplumu, hükümetin gayri mesru bir kumpas ve darbe girisimi ile karsi karsiya bulunduguna büyük oranda inandirdi.

Ancak AK Parti, seçim basarisini esas olarak Türkiye’de ciddi ve güvenilir bir muhalefetin olmayisina borçlu. Toplumun büyük bir kesimi, ulusalci CHP-MHP blogunun herhangi bir gelecek vaat etmeyen histerik çagrilarinin arkasinda gitmektense, görece bir istikrari temsil eden AK Parti’ye oy vermeyi tercih etti.

Ancak bu tablo, halkin, 17 Araliktan itibaren AK Parti hükümetine iliskin gündeme gelen rüsvet ve yolsuzluk iddialarini görmezlikten geldigi anlamina gelmez. Hükümetin kendisine dönük söz konusu iddialarin üzerini örtmek için nasil bir telas içinde davrandigini da…

Türkiye’nin son 12 yilda demokrasi alanindaki en büyük kazanimlarindan Ergenekon ve Balyoz davalari, son AKP-Cemaat kavgasinin etkisiyle çökme noktasina geldi. Hükümetin geçmiste söz konusu davalara iliskin ortaya koydugu iradeyi çekmesi, darbecilerin tahliye edilmeleri ile sonuçlandi. Danistay, Hrant Dink ve Malatya Zirve Yayinevi davalarindaki katiller serbest birakildi. Ergenekon ve Balyoz davalarinda yasanan söz konusu olumsuz gelismeler ve gerçeklesen tahliyelerden sonra darbeci odaklarin elinin simdi daha da rahatladigini söylemek mümkün.

Gelinen asamada Türkiye birkaç ay öncesine göre daha güvensiz bir ortamda ve süreç, ordunun geçen dönemde kaybettigi siyasi agirligini onarma yönünde ilerliyor.

Öte yandan kitleler, seçim sürecinde taraflarin her türlü ahlak ve ilkeyi paspasa çeviren seviyesizligine, din ve ahlak adina yola çikanlarin belden asagi kavgalarina büyük bir saskinlikla tanik oldu. Din ve erdem maskesi arkasinda dökülen yolsuzluk, rüsvet ve ahlaksizlik görüntülerini büyük bir düs kirikligi içinde izledi.

Özetle bir toplumu toplum yapan moral degerler asindi, uzlasi zemini büyük yara aldi.

Evet, AKP’nin son tahlilde 30 Mart seçimlerinden basariyla çiktigi bir gerçek. Ama ayni zamanda AKP’nin bu seçimden büyük yara alarak çiktigi da bir baska gerçek. Ve eger önemli bir politika degisikligine gitmezse söz konusu yaralar ona kan kaybettirmeye devam edecektir.

Öte yandan AKP’nin seçim zaferi, demokrasinin kaybedilmesi pahasina elde edilen bir zaferdir ve öyle oldugu için de bu zaferin kendisine de bir yarar sagladigi kusku götürür. 30 Mart seçimlerinde demokrasinin kazanmadigi tartismaya yer birakmayacak bir biçimde ortadadir. Erdogan’in 15 Nisan tarihli grup toplantisinda ‘gerilim politikasi birilerine birkaç oy kazandirabilir, ancak bunun hiç kimseye bir yarari olmaz’ biçimindeki ifadeleri tam da bu gerçegi yansitmaktadir.

30 Mart seçim sonuçlarinin bir de Kürt cenahina iliskin ortaya koydugu göstergeler var.

Kürt hareketinin son 30 yillik savasa göre sekillenen siyasi denklemi bu seçimde önemli bir degisiklige ugramadi, ama seçim sonuçlari degisim sinyali niteliginde kimi veriler ortaya koydu. BDP siyasi hatti, son 15 yildir sikisip kaldigi 5.5-6.5 bandindan çikamadi. Bazi stratejik noktalarda, örnegin Diyarbakir, Van ve Hakkâri’de önemli oy kaybina bile ugradi. Bu durum BDP’nin yeni kosullara ve Kürt toplumunun beklentilerine cevap vermekte yetersiz kalmasinin bir sonucu. Kürtlerin BDP’yi ciddi bir biçimde sorguladiklarina kusku yok. Ancak onun beslendigi mevcut siyasi konjonktür degismedikçe, Kürt hareketinin normallesip saglikli bir dengeye kavusmasi zaman alacak.

Öte yandan AKP hala Kürdistan’da basat aktör ve aldigi oylar Kürtleri temsil ettiklerini iddia eden bütün aktörlerin oylarindan daha fazla. Bu durum, bütün Kürt siyasi aktörleri bakimindan üzerinde düsünülmesi gereken bir konu.

Bu seçimde ortaya çikan yeni aktörlerden biri de HÜDA PAR oldu. 30 Mart seçimlerinde aldigi oylardan bagimsiz olarak HÜDA PAR’in legal bir parti olarak sahneye çikmasi ve seçimlere katilmasi hayirli oldu. Daha önce Hizbullah olarak faaliyet gösteren söz konusu yapinin legal düzeyde partilesmesi Kürt hareketinin ve siyasetinin normallesmesi bakimindan saglikli bir gelisme olarak degerlendirilmeli. Legal ve açik çalismanin siyasi yapilar bakimindan törpüleyici, normallestirici ve en önemlisi demokratiklestirici bir etkisi olduguna kusku yoktur.

Bu arada onu hem geçmisiyle yüzlesmeye davet etmeli, hem de legal alanda tutma yönünde cesaretlendirmeye devam etmeliyiz.

HAK-PAR’in durumu ise bir sonraki yaziya…

[email protected]

Back to top button