Makale

36 yil sonra

Kemal Burkay

Sevgili okurlar,

Sitemizdeki köse yazimin üzerinden yine çokça zaman geçti. Ama bu arada olan bitenlerle ilgili görüslerimi çok sayidaki TV ve gazete röportajlari ile kamuoyuna yansitma olanagi buldum ve bunlarin bazilari, özellikle gazete röportajlari sitemizde de yer aldilar.

Ne yazik ki sitemiz ‘kurdistan.nu’, tam da benim yurda döndügüm günlerde Istanbul 11. Agirceza Mahkemesi’nin karariyla engellendi. Bu nedenle yurt içinde siteye ulasmak zorlasti. Yine de okurlar bunun bir yolunu buluyor, degisik linklerden ulasiyorlar. Kürt sitelerinin bugün bile engellenmesi çabasi ise bu ülkede degisim sürecinin ne denli kirilgan oldugunun, bir ileri iki geri gidildiginin bir göstergesi. Demek ki sistem hâlâ düsünceden, sözden bile fena halde ürküyor, onun kimi kurumlari, yüzyillardir süren aliskanlikla sopayi elden birakmiyorlar…

Bu arada Dersim’deki köyüme de gidip geldim. Köye en son 1975 yilinda ugramistim. Yogun siyasi çalismalar nedeniyle sonraki bes yilda bir daha gidemedim. 1980 yilinda ise zaten yurt disina çiktim ve göçmenlik tam 31 yil sürdü. Böylece aradan 36 yil geçti. 27 Ekim sabahi iki arkadasimla, Sabri Hoca ve Samet’le, baska da kimseye haber vermeden yola çiktik; uçakla Malatya’ya oradan da Nurettin adli Malatyali arkadasimizin otomobiliyle tam da ögle vakti köye vardik. Böylece 36 yildir görmedigim köyüme 6 saatte ulastik.

Malatya’da Baraj Gölü kiyisinda
Malatya çok degismis, büyümüs, batiya dogru Beyler Deresi’ni asip öte yana tasmisti. Trafik kazalariyla ünlü Beyler Deresi de bir viyadükle rahatça asiliyordu artik. Baraj gölü nedeniyle Malatya-Elazig yolu artik Eski Malatya’dan geçmiyor, daha güneyden dolasiyordu.

Elazig da batiya dogru büyümüs, Hankendi kasabasina ulasmisti. Çevre yoluyla sehri asmak mümkünken, sehrin içinden geçmeyi önerdim. Ne var ki anacadde üzerindeki yol yapim çalismalari yüzünden degisik istikametlere yöneldik ve bir anda kendimizi Fevzi Çakmak Mahallesi’nde bulduk. Elazig yeni ve agaçlandirilmis caddeleri, genis meydanlari, modern binalari ile öylesine degismis, büyümüstü ki, içinde uzun yillar yasadigim bu kenti tanimakta zorluk çektim, eski mekanlari aradim… Fevzi Çakmak’tan doguya ilerleyip, Sako Mahallesi’nden geçip geriye döndük. 50 yil önce kaymakamlik staji yaptigim gri renkli eski vilayet binasi bile pembeye boyandigi için tanimakta zorluk çektim. Ama onu asip güneye dogru açilan caddeyi görünce kuskum kalmadi: ‘Iste burasi Istasyon Caddesi!’ dedim. Oradan ilerleyip simdi ilkögretim okuluna dönüstürülmüs olan eski Lise’nin önünden geçtik. Istasyon binasi hiç degismemisti. Oraya varmadan doguya, Bingöl yoluna, Kovancilar’a yöneldik.

Kovancilar’da bize Sarican köyünden Zeki ve Ali de katildilar. Oradan yeterince et, ekmek ve sebze aldiktan sonra Bingöl yolundan ayrilip iki otomobil halinde Dersim tarafina, kuzeye yöneldik. Keban Baraj Gölü’nün ucundaki Seyitli Köprüsü’nden geçtikten sonra anayoldan ayrilip tepelere dogru tirmanan köy yoluna girdik. Ben bu yolu çocuklugumda ve gençligimde yaya gidip gelmistim hep. Seyitli Köyü’nden, Mastan’dan geçer, Dirban’a ulasirdik. Simdi ise kuzeydeki köylere giden yan yana iki stabilize yol var. Yol ayrimindaki levhalara yol boyundaki köylerin adlarini yazmislar; ama bunlar tümüyle tanimadigim, bilmedigim Türkçelestirilmis, garip garip yeni adlar, yani asimilasyon adlari… Bildigimiz adlar, yani köylerin gerçek adlari sözde geri verilecekti, ama durum degismemis.

Bu yüzden önce yanlis bir yola girdik, ama çok geçmeden fark ettik ve geri dönüp öteki yola girdik. Yol boyundaki Sörek (levhada ‘Karabulut’) köyünden geçtik, Dirban’a, yani bizim köye vardik. Köyün girisindeki karakol binasinin önünden, herhangi bir kontrolle karsilasmadan geçip köyün bati semtindeki evimize dogru ilerledik.

Daha köye varmadan, arkadaslar bana ‘evi çikarabilir misin?’ diye sormuslardi. Gülerek, ‘gözü kapali bile çikaririm!’ demistim. Ne var ki nerdeyse tüm evler, köy içi yollari bile degismisti. Bizim eve yaklastigimizi düsündügüm bir anda karsima, sagdaki yamaçta yeni yapilmis, üç katli, çatili bir ev çikti; kisa bir betonarme yol da oraya dogru ilerliyordu. ‘Devam edelim,’ dedim. O evin altindaki yoldan geçip ilerledik, 100-150 metre kadar gittik ki dereye ulastik ve ben ancak o zaman evimizi geçtigimizi fark ettim, ‘dönelim’ dedim. Evet, az önce önünden geçip gittigimiz yamaçtaki ev bizimdi! Ama eski iki katli, toprak damli ev gitmis, yerine bu ev yapilmis, oraya çikan yol da degismisti…

Bu arada, yegenim Derya da haber almis, yola çikmis, bizi karsilamaktaydi.

Degisen yalnizca ev degildi, bahçe de çok degismisti. Anilarimin 1. Cildinde sözünü ettigim, bahçenin silüetini olusturan yedi dev ceviz agacindan hiçbiri yoktu. Komsularin cevizleri de yoktu. Onlar, dediklerine göre, hem çok yaslanmis, kurumus, hem de gövdelerine talip olan gözaçik tüccarlar tarafindan ucuza kapatilip, kökünden kesilip götürülmüstü. Oysa Istanbul için Ayasofya, Sultanahmet ve Süleymaniye camileri ne ise, bu bahçe ve köy için de cevizler oydu…

Yegenim Derya ve agabeyim Mustafa ile kucaklastiktan ve oturup biraz soluk aldiktan sonra, arkadaslarla birlikte çocuklugumun geçtigi bu bahçeye daldim. Bahçe, yok olan cevizlerin disinda da çok degismisti. Elma, armut gibi bazi yasli agaçlar, üst taraftaki karaerik agaçlari gitmis, ötekilerse yaslanip, budanip taninmaz hale gelmis, bahçe topragi üzerinde yeni agaçlar boy vermisti. Eski çesme tümden kurumus, bahçenin diger bir yerinden su çikarilmis ve evin bitisigine iki küçük havuz yapilmisti. Evet, bahçe öylesine degismisti ki, eger bir sabah, nerede oldugumu bilmeden ansizin orada uyansam, buranin eski evimiz ve bahçemiz oldugunu bilemezdim…

Köy sonbahari yasiyordu ve bahçe de sonbahar renklerine bürünmüstü. Evin üstündeki koca armut agaci ve koca badem daha da yaslanmislar, ama ölüme direnmislerdi. Armudun dallarindan meyveler sarkiyordu ve arkadaslarla ondan tattik. Evin yanindaki iki dut agaci duruyordu, kaysi ise tümden kurumus, ama bizimkiler kiyip da kesmemislerdi… Bahçenin orta yerindeki aliç agaci daha da büyümüs, salkim saçak meyvelerle donanmis ve bu mevsimde meyveleri olgunlasmis, dibine saçilmisti. Ondan da tattik. Pinarin yanindaki iki dev mese agaci da öylece duruyorlardi. Uzun ömürlü ve dayanikli meseye top tesir etmemisti… Ama birer boa yilanini andiran asmalar ve bu asmalardan birinin sarildigi ahlat agaci, sincaplariyla birlikte artik yoktular. Bizim evin acimasiz kedisi azili bir kus ve sincap avcisiymis. Kediler hep bildiginiz sevimli hayvanlar degildir, onlar da bazi baskalarinin azrailidir.

Biz bahçede dolasirken, o arada Istanbul’dan bir telefon geldi ve nerede oldugumuzu sordular. Köyümde kendi bahçemizde oldugumuzu ve agaçlari arkadaslarla tanistirdigimi söyledim! Bizi Istanbul’da bilen arkadaslar hem sasirdilar, hem sevindiler…

Çok geçmeden köylüler sökün etti. Önce benim, saçlari aklasmis, bazisi bastonuna dayanarak yürüyen çocukluk arkadaslarim geldiler. Sonra köyde az sayida bulunan orta yaslilar ve gençler… Bazi çocukluk arkadaslarim, akrabalarim ve köylülerim ise ya köyde degildiler, ya da bu dünyadan göçüp gitmistiler…

Köy benim çocuklugumda 120 hane idi ve bine yakin bir nüfusu barindiriyordu. Ama zamanla, özellikle de 12 Eylül’den sonra nüfus azaldi, köy disariya çok göç verdi, insanlar büyük kentlere ve dünyanin dört bir yanina dagildilar. Evlerin sayisi 40-50’ye düstü ve orada daha çok elleri topraklarindan olmayan yaslilar kaldilar. Köylülerin bir bölümü ise sadece yazlari gelip gider oldular. Ama evler genellikle yenilendi. Büyük kentlerde yasayanlar da eski toprak damlarin yerine yeni, iki-üç katli, çatili modern evler yaptilar; en azindan yaz tatillerini orada geçiriyorlar. Bu evlerde artik su ve elektrik var, televizyon var, hatta bazisinda internet bile var. Cep telefonu ise herkeste var… Köyler ayni zamanda yollarla kentlere baglanmis ve kentle köy arasinda minibüs seferleri var.

Yegenim derya ve akrabalar, harman yerine yapili ocakta ates yaktilar ve sac kavurmasi yaptilar. Domates ve biberler ise dogrudan yandaki bostandan; taze, dogal, neredeyse artik unuttugumuz hos kokulariyla…

Gündüz günesli açik havada, evin üst basindaki eski harman yerinde çepeçevre oturup sohbet ettik. Ama günes gider gitmez soguk sökün etti; içeri tasindik ve sobayi yaktik.

Sabah daha günes dogmadan uyandim, karsi yamaçlarin, ‘Goma Sêdê’ ile ‘Goma Ayisan’in, ‘Dara Bayivê’nin resimlerini çektim. Sabah kahvaltisinda komsularin yapip getirdigi kömbeden yedik ve çesme baslarina dogu açildik. Önce Govê’yi gezdik, sonra Kaniya Sipî’ye (Beyaz Çesme) dogru açildik, Sava’nin eteklerinden geçtik, Kelemê Qerê’den dolasip döndük. Yol boyunda köylülerimiz bize elma agaçlarindan topladiklari meyveleri sundular. Gezimiz iki saati askin sürmüstü; günesli, ama sert havada yorulmus, acikmistik. Geldikten sonra da yine akrabalarin getirdigi ‘sira sêlê’den yedik. (Bu, ince fetir ekmeginden yapilan, tereyagli, sarmisakli ayranla terbiye edilmis lezzetli bir köy yemegidir).

Öglene dogru Mohundu’dan ve Elazig’dan, köye geldigimizi haber alan bazi arkadaslarimiz daha geldi. Ahmet Hoca, Resul Hoca ve Apo (Bu ‘bizim Apo’dur, Serok filan degildir, yanlis anlasilmasin!)

Öglen sonrasi, arkadaslar ve bazi köylülerle birlikte annemin ve babamin mezarini ziyaret için derenin karsi tarafindaki yamaca geçtik. Annem ve babam, benim yurt disina çikisimdan kisa süre sonra ayni yil (1981) bu dünyadan göçmüslerdi. Mezarlarina çiçek biraktik ve Fatiha okuduk. (Ben dindar biri olmasam da onlar dindar insanlardi ve böyle bir durumda bir Fatiha okunmasini beklerlerdi…)

Ikindiye dogru vedalasip bizim köyden ayrildik. 5 otomobilden olusan bir konvoy halinde Komkar Mezrasi üzerinden Kirzi’den geçip Lödek Köyü’ne yöneldik. Orada sevgili yoldasimiz Hüseyin Ali Akagündüz’ün mezarini ziyaret ettik, saygi durusunda bulunduk. Onu 1987 yilinda Paris’te çok genç yasta yitirmistik. Paris dernegimizin baskaniydi dis iliskilerde aktif bir kadromuzdu. Zaten bu nedenle, fasist rejimin masalari tarafindan katledildi.

Daha sonra bucak merkezi Mohundu’ya geçtik, kahvede çay içip Belediye Baskani’nin da içinde oldugu bir grup hemsehrimizle sohbet ettik. Oradan Hülüman’a, Haciyusuf Mezrasi’na geçtik. Hülüman’dan geçerken mola verip emekli dostumuz Kemal Yildiz’la ve 1966 yilinda, senato seçimleri sirasinda kendisine konuk oldugumuz Muhtar Yunus’la ayaküstü sohbet ettik. Haciyusuf’ta, 1984 yilinda Stokholm’de, karaciger rahatsizligi nedeniyle genç yasta yitirdigimiz degerli yoldasimiz Mustafa Budak’in (Apê Selim) mezarini ziyaret edip saygi durusunda bulunduk. Kardesi Kazim ve akrabasi Veli’de orada idiler. Aksam karanligi çökerken Haciyusuf’tan ayrildik ve Seyitli üzerinden Elazig’a geçtik.

Ertesi gün Elazig’daki arkadaslarla birlikte, yine 1987 yilinda Almanya’nin Hannover kentinde fasist rejimin masalari tarafindan katledilen Ramazan Adigüzel (Ali Hoca) yoldasimizin Hüsenik semtindeki mezarini ziyaret ettik, saygi durusunda bulunduk. Ali Hoca da degerli, birikimli, aktif bir yoldasimizdi ve bu nedenle hedef seçilmisti. Babasi ve kiz kardesi Fatma da Hüsenik’te oturuyorlardi. Evlerine ugradik, bir çaylarini içtik ve sohbet ettik.

Daha sonra Elazig HAK-PAR’i ziyaret ettik ve oraya gelen, aralarinda Abdullah Can ve Piltan Erdogan’in da oldugu dost ve tanidiklarla sohbet ettik. Ayni gün, Siraç ve Resul Hocalar, Ali ve Apo ile birlikte Keban üzerinden Arguvan’a bagli Çermik yöresine geçtik. Arkadasimiz Resat

Resat’in göl kiyisindaki evi önünde
Behçet orada Karakaya Baraj Gölü kiyisinda bir ev yapmis, bahçe yetistirmisti. Bir aksam ona ve kardesi Süleyman’a konuk olduk. Resat da derin bir istek ve gönül hosluguyla bizi, el emeginin ürünü olan sevgili agaçlari, kavunlari, domatesleri ve ördekleriyle bir bir tanistirdi. Aksam yemeginde ise gölden tutulmus balik yedik, birer kadeh sarap içtik… Gölün suyu duru, piril pirildi. Ne yazik ki mevsim artik sogumustu ve suya giremedik.

Ertesi gün Malatya’ya geçtik. ve oradaki dostlara, Süleyman ve Nazim’a konuk olduk. Bizim geldigimizi duyunca Haci Akyol, Emekçi, Van depremi nedeniyle Malatya’ya geçmis Sabahattin ve diger dost ve arkadaslar bulundugumuz evde toplandilar ve onlarla da sohbet ettik.

31 Ekim günü uçakla Istanbul’a döndük. Malatya Havaalani Akçadag Köy Enstitüsü’ne yakin bir yerdedir. Zaman olsaydi çocukluk ve ilk gençlik dönemimde alti yilimin geçtigi bu enstitüye ugrayip yillar sonraki halini görmek isterdim. Bu da umarim bir baska sefere…

PSK Bulten © 2011

Kemal Burkay

Back to top button