Haber

2013 Gezi Izlenimleri-II; Dersim’in kutsal yerleri arasinda bir gezinti

2013 Gezi Izlenimleri-II
Dersim’in kutsal yerleri arasinda bir gezinti

Munzur Çem

Sey Sabun Ocagindaki isimiz biter bitmez, kurumus otlarin soluk bir sariya boyadigi yamaci tirmanmaya basliyoruz. Yükseklere çiktikça, Nevala Kareye gittigimden beri, vadinin karsi yakasina hakim tepeye kurulu karakolu biraz daha iyi gözetleme olanagina kavusuyorum. Yerlesim birimlerinde iken sadece gözetleme kulelerinin en üst kismini görebildigimiz bu çukura gömülü „kalekollar’ her üç-bes kilometrede bir karsimiza çikiyor. Ve her keresinde, tepemizde uçmakta olan bir uçaga bakar gibi bakiyoruz onlara. Kisa bir süre önce cezaevinde bulunan bir dosta yazdigim bir mektupta bunlardan bahsederken „… Hem de karakollar o kadar siklikla yapilmis ki nerde ise birinden seslensen ötekinden duyuyorsun. Birçok yerde halktan daha fazla asker var. Görüntü o kadar rahatsizlik verici ki insan tepelere kurulu karakollari kendi kafasinin üstünde hissediyor, orada yasayanlar basiniza pisleniyorlar duygusuna kapiliyorsunuz’ demistim.

Haksiz sayilmam.

IKDP’nin oldukça güçlü sekilde silahli mücadeleyi sürdürdügü 1987’lerde hem Dogu ve hem de Saddam’in azginca saldirdigi Güney Kürdistan’i görme olanagim olmustu. Oralarda bile böylesine bir karakol furyasina rastlamadigimi söylersem durumu abartmis olmam. „Isgal’ teriminin bile açiklamaya yetmedigi beterin beteri bir durum.

Onlara her bakista „Bu hükümet mi Kürt sorununu çözecek ve baris getirecek’ diye sormaktan alamiyorum kendimi.

Neyse, bazen sik bazen seyrek meselerin örttügü, bazen ise tümüyle çiplak olan yamaçlari asa asa meyve bakimindan hayli zengin, bir vadinin iki yakasinda, genis bir alana yayilmis köye hizla sokuluyoruz.

Burasi, Kurmancca Muxundî, Kirmancca ise Muxundîye olarak bilinen köy. Dersim Alevileri için tipki Sey Sabun Ocagi gibi önemli bir mekân. Çocukluk yillarimda efsanesini sik sik dinledigim Bamasûran Ocagi’nin bulundugu köydeyiz.

Her hangi bir yere takilmadan dogruca Ocaga yöneliyoruz. Hasan Kilavuz bu ocagin mensuplarinin rehberidir. Yani dinsel olarak daha üst bir mertebede bulunuyor. Bu nedenle ev sahiplerinin bizi karsilamalari sadece konuk-ev sahibi iliskisi çerçevesinde degil. Pir Kilavuz bakimindan rehber-talip (mürit) iliskisi çerçevesindedir. Alevi gelenegine uygun olarak her gelen rehberin elini öpmek üzere egiliyor. Hasan Kilavuz buna genellikle karsi çikiyor ve engellemeye çalisiyor ama bazen basarili olamiyor. Talipler elini öpebilmek için israrci davraniyorlar. Inancin töresi böyle gerektiriyor.

Evin kapisinin önündeki dut agacini altinda otururken, yasli bir kadin gözüküyor aniden ve hepimiz büyük bir saygi ile ayaga kalkiyoruz. Yasli kadini tanitiyorlar bize. Bu Sey Weli’nin annesi Ana Elife’dir. Su an Ocak islerini fiilen yürüten Sey Welî (Sey Veli) olsa da Ocak hiyerarsisinin basinda bulunan kisi asil olarak bu Ana’dir. Ana Elîfe, artik hayatta olmayan Sey Heyder (Haydar)’in esidir. Sey Heyder ise Dersim’de iyi bilinen Sey Usênê Muxundîyê’nin ogludur. Ocakzadelerin rehberi Hasan Kilavuz hariç hepimiz Ana Elife’nin elini öpüyoruz.

Alevilerde bir kural olan el öpme isini bir hayli Alevi, Kakayi ve Êzdî din adami ile tartismisimdir. Çogunluk bunun bir gelenek oldugunu dile getiriyor ve dogal karsiliyor. Ama bunun inançtan kaynaklanan bir gelenek oldugu kanisinda olmadiklarini söyleyenler de var.

Aslinda ikinci görüs, alevi felsefesine ve geleneklerine daha uygun gibi geliyor bana. Cemlerde, statü bakimindan fark gözetilmeksizin her kesin ayni pozisyonda oturmasi da bunun bir göstergesidir. Bu bakimdan, kanimca, günümüzde de uygulanisina tanik oldugumuz karsilikli omuz öpme daha uygun bir gelenektir.

Su da var ki el öpme, Kürt toplumunda sadece din adamlari ile müritler arasinda rastlanan bir gelenek degil. Bunun ikinci versiyonu, yasça küçük olanlarin, kendilerinden daha büyük olanlarin elini öpmelerdir. Yani dini çerçeve ile sinirli olmayan, çok yaygin bir toplumsal aliskanlik.

Kapi önünde kisa bir süre oturduktan sonra sira, cem basta olmak üzere ibadet yeri olarak kullanilan Ocak odasina girmeye geliyor. Giris kapisina yaklasinca, yine tipki Kakayi ve Êzdilerde oldugu gibi Aleviler arasinda da önemi olan „esige basilmaz’ kurali geliyor aklima. Yine mutlaka yerine getirilmesi gereken bir zorunluluk olmasa da, esikten içeriye adim atmadan önce kapi kenarindaki duvari üç kez öpmek te genellikle uyulan geleneklerden biridir. Aslinda bu, o yerin evliyasindan saygi ile izin isteme eylemidir. Onun mekânina adim atarken „destur istenmesi’ni dogal karsilamak gerekir. O an kendim bu sonuncusunu yapmiyorum ama „Annem ile babam olsalardi mutlaka yaparlardi’ diye geçiriyorum içimden.

Içeriye girince ilk isimiz mum yakmak oluyor. Mumu yakiyor, kutsal tasi 3 kez öpüyor ve ondan sonra da duvar dibindeki kanepeye yan yana oturuyoruz.

Sohbetimiz sürerken emektar Hesen’in kamerayi çoktan kurdugunu fark ediyorum. Bu nedenle de sohbetimiz, en basta Bamasûr Ocagini tanitmaya yönelik oluyor. Bu isi de daha çok Süleyman ile ben yapiyoruz. Hasan Kilavuz ile Ocakzadeler ise bilgi veriyorlar. Bamasûr, buraya nasil gelmis, ayni yöredeki bir diger ermis olan Kurês ile nasil karsilasmis, bu ikisi arasinda pir-talip iliskisi nasil dogmus vb. konularda sürüp gidiyor konusma.

Bamasûr ile Kurês’in karsilasmalari ile ilgili olarak anlatan efsaneyi yakindan biliyorum. Ama yine de büyük bir dikkatle dinliyorum anlatilanlari. Çünkü farkli kesimlerin anlatimlari arasinda farkliliklar olabiliyor. Böyle detaylari kaçirmamak ise öteden beri önemsedigim bir sey. Üstelik te o anki anlaticilar, bizzat Ocagin mensuplari, yani o konuda konusmaya en fazla hakki olanlar…

Sey Welî (Sey Veli) efsaneyi su sözlerle aktariyor:

„Kurês ile Bamasûr bu bölgeye yani Dersim’e geldikten sonra Kurês Çeleqas’a, Bamasûr ise buraya yani Muxundî’ye gelip yerlesmis. Tabi yasamak için de ev lazim. Bir ev olacak ki barinabilesin degil mi? Bunun üzerinde Bamasûr ev yapmaya basliyor. Ancak bizim burasi o zaman da ormanlik degilmis. Örnegin, evin daminda kullanilacak büyük kalaslari bu yörede temin etmek kolay degilmis. Bunun üzerine Bamasûr Kures’e haber gönderiyor ve kalaslari getirmesi için ricada bulunuyor.

Çok geçmeden, bakiyorlar ki bir toz bulutu yükseldi. Her kes merakla o yana bakarken de mesele anlasiliyor. Halk bir de bakiyor ki ne baksin; Kurês, kalaslari bir ayiya baglamis, kendisi de sirtina binmis, hizla yaklasiyor. Kimine göre ise bu hayvan ayi degil, aslanmis. Elinde de kamçi niyetine tuttugu iki yilan var.

Onu görenler hemen Bamasûr’a haber veriyorlar. Bamasûr o yana dönünce, söylenenlerin dogru oldugunu görüyor. Görür görmez de „Keramete kerametle karsilik vermek gerekir’ diye düsünüyor, zaman yitirmeden yapmakta oldugu duvara binerek ‘Yürü Duvar’ diyor. Ve yürüyor duvar. Su ileride karsi karsiya gelince Bamasûr gösterdigi kerametten dolayi Kurês’in elini öpmek isterken, Kurês karsi çikiyor. ‘Ben canliyi, sen ise cansizi yürüttün. Senin kerametin daha büyük. Benim senin elini öpmem gerekir,’ diyor ve öyle de yapiyor. O gün bu gündür Kurêsan asireti Bamasûran’in elini öpüyor. Bamasûran, Kurêsan’in pir ve rehberleridir.’

Sohbetin bir yerinde „Tabi o zaman Muxundî köyü çorakmis, su yokmus. Bamasûr bakiyor ki bu yönden sikinti çok, su yukarida dere agzinda topugunu yere vuruyor ve su fiskiriyor. O tarafa giderseniz görürsünüz,’ diye eklemede bulunuyor yine ayni Ocakzade.

Yani basimizda oturanlardan biri de ev sahibimizin kardesi. Kendisinin emekli ögretmen oldugunu söylüyor. Muxudîye yakin mesafede bulunan Qurquruk köyünde oturuyor. Bir isi nedeniyle oraya gelmis.

Sohbetin bir yerinde söz aliyor ve atalarini, buraya gelip yerlesme hikayesini, Aleviligi, mensubu oldugu ocagin bu inançtaki rolünü vs. uzun uzadiya anlatiyor. Peygamber soyuna yani Ehlibeyt’e mensup olduklarini vurguluyor, Alevilerin gerçek Müslüman olduklarinin altini çizmeye özen gösteriyor.

„Az sonra karsilasabilecegi soruyu tahmin etmis gibi „Tabi Müslümanlik derken kast ettigim, Emevi Müslümanligi, yani Bekir, Osman ve Ömer’in Müslümanligi degil. Onlarin yolunun gerçek Müslümanlikla ilgisi yok. Bizimkisi Hz. Muhammet-Hz Ali Müslümanligidir, yani Ehlibeyt Aleviligi,’ diye eklemede bulunuyor.

Bu ‘pirin’ söylediklerinin çogu yanlis. Öteki benzerleri gibi o da „Müslüman oldugunu’ kanitlama ugruna, kendine göre bir Islam yaratiyor. Islam dinini, „Ehlibeyt Islami’ ve „Emevi Islami’ diye gerçekte hiç bir zaman var olmamis olan iki parçaya bölüyor. Tam itirazlarimi dile getirecekken, kapida ev sahibi gözüküyor ve bizi disariya davet ediyor. Yeniden kapi önündeki agacin gölgesine oturuyoruz. Ayni anda çay ve Dersim ziyaretlerinde hemen hemen her zaman sunulan yagli ekmek konuluyor önümüze. Biz çayimizi içip ekmegimizi yemekle mesgul iken de yasi 30 dolayinda gösteren bir genç, birden söze karisiyor ve hayli heyecanli bir tonda, „Bir ara televizyona çikan bir adam, dedem aleyhinde konustu,’ diyor.

Dogrusu, söyledikleri bende merak uyandirdi. Bu nedenle de „Ne dedi, nasil hakaret etti,’ diyorum.

„Dedemin 1938’de devletle isbirligi yaptigini iddia etti.’

„Ismi neydi acaba?’

Hafizasini zorluyor ama hatirlayamiyor. Olabilecegini düsündügüm bazi kisilerin adlarini sayiyorum ama o yine hatirlayamiyor, „Yok yok, bunlarin hiç birisi degil,’ diyor.

„Baska bir sey söyledi mi yoksa sirf devletle iliskisini mi dile getirdi?’

„Isbirlikçilik yaptigini falan söyledi.’

Bunun üzerine olabildigince yumusak bir ses tonu ile;

„Bahsini ettiginiz programi görmedigim için bir sey diyemem. Kanimca bir kisinin devletle isbirligini yaptigini söylemek hakaret sayilmaz. Söylenen sey dogru mu, yanlis mi asil olarak ona bakmak gerekir. Yoksa gerisi tarihi bir olayi aktarmaktan ibarettir. Diyelim ki eger siz olayin dogru olmadigi görüsünde iseniz, o televizyona basvurup tekzip edilmesini isteyebilirsiniz.’

„O olabilir tabi, aslinda yapabilirdik.’

Tabi bir de her hangi bir kisi için sunu yapti ya da yapmadi elestirirseniz, nedeni üzerinde de düsünmeniz gerekir. Örnegin sizin dedenizin 1938’de ön ayak oldugu bir olay var ki ben sahsen „Neden öyle yapti?’ diye düsünmekten alamiyorum kendimi. Bahsettigim olay Qocan asireti bölgesinde, Ali Bogazi’nda geçiyor. Dedeniz, katliamdan kaçan halkin sigindigi bir magaraya gidiyor ve „Teslim olun, devlet size bir sey yapmaz,’ diyor. Tabi onlarin piri oldugu için saygi gösteriyorlar ama yine de ileri gelenler itiraz ediyor, „Devlete güven olmaz, Halki kirima götürme piro, sen bu devlete nasil güvenirsin gibisinden seyler’ söylüyorlar ama o çok emin konusuyor ve sonuçta da oradakilerin tümünü degilse de bir bölümünü ikna ediyor, birlikte çikip gidiyorlar. Ne var ki teslim olur olmaz, o insanlarin hepsi kursuna diziliyor’.

„Evet, o öyle bir olay olmus, o dogru,’ diye onayliyor söylediklerimi.

„O halde burada su soruyu sormamiz gerekiyor; dedeniz ne düsündü, niçin yapti bu isi? Elbet kimsenin bir baskasina hakaret etmeye hakki yok ama bu gibi olaylari da arastirmamiz gerekiyor. Çünkü bahsini ettigimiz dönem, bizim tarihimiz, hem de yakin tarihimiz. Biz onu arastirmaz ve gerçeklerini ortaya çikartmazsak kim yapacak bu is?’

Tam o sira kalkmamiz gerektigini söylüyor Hasan Kilavuz ve genç adamla olan sohbetimiz de otomatikman kesiliyor.

Gencin „dedem’ diye bahsettigi kisi, Muxundîye’li Sey Usên’dir. Benim yasitlarim, 1938’de henüz dogmamis olduklari için görgü tanikligi yapamazlar dogal olarak. O dönemin bu tür olaylarini anlatan fazlaca yazili kaynak ta yok. Böyle bir durumda ise halkin anlattiklari önem kazaniyor. Sey Usên’nin 1937-38 yilarinda devlete yardim ettigi, Dersimliler arasinda yaygin olarak anlatilan bir konu, buna inanan çok insan var.

Ama o genç ile yaptigimiz bu kisa konusma, bu gibi konularla ilgili bazi hassasiyetler üzerinde de düsünmeye zorluyor beni.

Bizim toplumsal kültürümüz, kendimize ait ya da yakin olanlarla ilgili elestirel degerlendirmelerde bulunmamiza pek te tehammülkar degil. Oysa her toplum gibi bizim de kendi geçmisimizi, iyi ögrenmemiz ve bunu gelecek kusaklara aktarmamiz gerekiyor, buna mecburuz. Ancak bu isi yaparken de hem kimseye haksizlik etmemeye özen göstermeli yani objektif olmali hem de kullanilan dilin rencide edici olmamasina dikkat gösterilmeli. Bu ölçülere uyduktan sonra elbet kisi dogru olduguna inandigi seyleri aktarir. Bu çerçevede aktarilan bilgilerden rahatsizlik duymak için de hakli bir neden yok. Sonuçta bunlar geçmiste yasanmis olaylardir. Geçmiste yasanmis bu tür seyler ise ne kimseye üstünlük saglar, ne de bunlara dayanilarak sonraki kusaklar suçlu gibi gösterilir. Istesek te istemesek te bir dönemin yasanmis olaylaridir.

Muxundî ziyareti, yani kutsal mekân iki ayri yerdedir. Bizim ugramis oldugumuz ilk mekân, vadinin bati yakasinda yer aliyor. Burasi, Bamasûr’un yukaridaki efsanede bahsi geçen, Kurês ile bulusmasindan sonraki ikinci evidir. Oysa Bamasûr, Muxundî köyüne ilk geldiginde buraya degil, vadinin dogu yakasindaki bir eve yerlesmis. Ziyaret tasi da oradadir. O nedenle de ziyaret gidenler, Bamasûr’un izledigi siraya uygun olarak önce dogu yakadaki mekâna ugruyor, ziyaret tasinda mum yakip dua ettikten sonra bati yakaya geçiyorlar. Kurban da prensip olarak dogu yakadaki bu tasin önünde kesiliyor.

Yeni gittigimiz evde de yine büyük bir „esq û nîyaz’ ile karsilaniyoruz. Ailenin büyügü Sey Alî (Ali Gerçek)’tir. Ali, yine artik hayatta olmayan Sey Mehmed Alî’nin, Mehmed Alî ise yukarida bahsi geçen Sey Husên ya da Sey Usên’in ogludur. Sey Weli ile Sey Ali amca çocuklari oluyorlar.

Yeni gittigimiz evde, günümüzde Dersim köylerinde hemen hemen her zaman karsilastigimizin tersine çocuk sayisi çok gözüküyor. Kalabalik, civil-civil bir aile. Gerçi bu çocuklarin çogu Dersim disinda yasayip ta yaz sezonu nedeniyle buraya gelmis olanlardan olusuyor ama yine de Muxundî göreceli olarak daha iyi durumda sayilir. Sey Ali’nin evinde karsilastigimiz gençlerin oldukça güzel bir Kürtçe ile (Kurmancca lehçesi) bizimle sohbet etmeleri de ikinci büyük sürpriz oluyor.

Kapi önüne çiktigimizda yanimdaki gençten birine:

„Bakiyorum Muxundî ceviz yönünden zengin,’ diyorum.

„Öyle, cevizimiz bol’.

Konuyu asil sormak istedigim noktaya getirerek „Bilebildigim kadariyla bu köydeki ceviz agaçlari, 1985’lerde askerler tarafindan kesilmis, adeta yok edilmisti. Su gördügümüz cevizler ondan sonra dikilenler mi yoksa eskiden kalma olanlar da var mi?’

„Evet, o zaman bir olay olmustu. Karakol bunu bahane etti, ‘Cevizler görüs mesafemizi daraltiyor’ diyerek kestiler. Sonra köylü yenilerini dikti ve gördügünüz gibi artik büyümüs durumdalar.’

„Dogrudur, aradan geçen süre az sayilmaz. Zaman maalesef çok çabuk geçiyor’.

„Öyle, az degil. Ama sansli oldugumuz bir baska nokta var.’

„O ne?’

„Bazi köylerde devlet kimyasal maddeler kullandigi için yeni agaçlar meyve vermiyor. Bizde hiç degilse böyle bir durum yok.’

„Gerçekten sanslisiniz’.

Zaman yönünden durumumuz pek parlak sayilmaz. Kizil Kilise (Nazimiye)’ye bagli Civrak köyü Gemike mezrasinda ünlü ozan Sey Qazî için yapilmis anit mezarin açilisi var, ona yetismemiz gerekiyor. Özellikle de Süleyman Ates ile kameraman Hesen, o töreni kaçirmak istemiyorlar. Zaman yitirmeden yola düsmeliyiz ve öyle de yapiyoruz.

O yöreyi en iyi bilen sürücü arkadasimiz Ibrahim’dir. Yola çikarken, bir ara yoldan bahsediyor ve onu izlersek gidecegimiz mesafenin çok kisalacagini söylüyor. Ne var ki yolun durumu hakkinda kesin bilgimiz yok, bu nedenle tereddütlüyüz ama yine de sansimizi denemeye karar veriyoruz.

Bir süre sonra Muxundîye-Mamekîye yolunu terk edip saga sapiyoruz ama yol gerçekten de güven verici degil. Hayli bozuk gözüküyor. Geri dönelim falan diyorsak ta Ibrahim emin oldugu için devam ediyor. Ileride bir yerde yol çatallasiyor ve biz sol taraftakini aliyoruz. Xiran mintikasindayiz artik. Biraz sonra karsimiza çikan çok dik bir yamaci asar asmaz, ucu igne gibi sivri ve oldukça yüksek dagi üzerimize çökecek gibi hissediyoruz. Deminden beri ilgi ile izledigimiz dagin zirvesi burnumuzun dibinde sayilir. Artik en üst noktasindaki devlete ait tesislere daha yakindan ve dikkatle bakiyoruz. Tesisler daha çok bir telefon ve yayin sebekesini andiriyor fakat emin degiliz. Bir askeri tesis te olabilir. Bekliyoruz, ikinci aracimiz da geliyor.

Kisa bir degerlendirme yaptiktan sonra devam ediyoruz. Derken önümüze küçük bir köy çikiyor. Kela köyüdür burasi. Muhtemelen tepesinde askeri tesislerin bulundugu sivri ve yüksek dagdan almistir adini. Çünkü onun adi da „Kela’dir. „Koyê Kela’ (Kela Dagi) denir kendisine.

Görünüse bakilirsa köy bos degil ama ortalikta kimseler gözükmüyor. Kimseyi göremeyince de yola devam ediyoruz. Ne var ki çok geçmeden, üzerinde bulundugumuz yolun tepedeki tesislerden baska bir yere gitmedigini fark ediyor ve beklemeden geri dönüyoruz. Biraz önce geçtigimiz köye tekrar geldigimizde bir evin kapisinin önünde oturmakta olan genç bir adamla karsilasiyoruz. Bizi Nazimiye’ye ulastiracak yolu sordugumuzda;

-Yolu sasirmissiniz. Karakol’dan telefon açtilar, ‘Iki araba bize dogru geliyor kimler acaba dediler, tahmin ettim sasirdiginizi.’

Arkasindan karsi sirttan giden paralel yolu gösteriyor; „Suradan inin, su gördügünüz karsidaki yol sizi Nazimiye’ye götürür,’ diyor.

Biz tesekkür edip uzaklasirken o da elindeki telefonun tuslarina basmaya basliyor. Ihtiyaçlari olan bilgiyi vermek üzere karakolu ariyor olmali.

Söylenen yola girdikten sonra artik her hangi bir sekilde tereddüt hissetmiyoruz. Inisli çikisli daracik yol boyunca, vadileri, tepeleri asa asa ilerlerken, Pir Riza Katurman, biraz ötedeki evleri gösteriyor ve „Burasi Ambar’ diyor.

Ambari ilk kez görüyorum ama adini iyi biliyorum.

„1938’de katliama ugrayan Ambar mi?’ diyorum.

„Evet, o’ yanitini veriyor.

Gerçekten de 1938’de bu mezrada yasamakta olan ve „Çê Rayverê Ambarî’ olarak bilinen aileden bir hayli kisi katledilmisti. Bu aile yani Çê Rayverê Ambarî’ Kurêsan mensubudur, din adamlari grubuna girer. Az sonra, sol ileride hafif bir yamaca yayilmis köy dikkatimi çekiyor. Ibrahim o köyün „Pax’ oldugunu söylüyor, Katurman da dogruluyor. Önümüze çikan hayli derin vadiyi geçtikten bir süre sonra bu kez yine hafif meyilli bir köyde buluyoruz kendimizi. Yamaca yayilmis köye girer girmez, „Burasi da Çuxure’ diyor Ibrahim.

„Çuxure burasi mi?’

„Evet, burasi.’

Çuxure, 1938 soykiriminda tirpanlanan köylerden biridir. Bu trajik olay nedeniyle de adi çok duyulan, ondan da öte türkülere konu olan bir yerlesim birimi.

Bu köyde yasayan ve „Axayê Cuhuxure’ (Çuxure Agalari) olarak bilinen aile, 1937-38 harekati sirasinda devlete alabildigine destek olmus. Yiyecek temin etme, barindirma, yol gösterme ve milislik etme dâhil kendilerinden istenenleri yapmaktan geri kalmamislar.

Derken gün geliyor, bölgede bulunan tümen komutani ailenin devletle iliskilerinde en önde gelen kisisi Slu Aga ile konusuyor, Basbakan Celal Bayar’in bir gün sonra kendilerini ziyaret gelecegini ve hazirlik yapmasini söylüyor. Tabi Slu Aga keyifle kabul ediyor. Koca Basbakan’a hizmet etmeyip te kime edecekler?

Ertesi gün gerçekten de geliyor Basbakan. Ne var ki umduklarinin tersine, Bayar hiç yüz vermiyor kendilerine. Tabi bu da büyük bir yikim oluyor Slu Aga için, kuskulanmaya basliyor. Baslamasina basliyor ama yine de devletten kendilerine her hangi bir zarar gelmeyecegini düsünüp önlem alma yoluna gitmiyor.

1976’da, 1937-38 yillarinda milislik yapmis olan Ali adindaki yasli kisi ile konustugumda, bu konuda özetle sunlari söylemisti.

„Slu aganin istegi ile milislik yapiyorduk. Celal Bayar, Harçige çayini geçip bizim tarafa geldi. Ötelerde bir çadirda oturuyordu. O kadar çok asker vardi ki igne atsan yere degmez. Bir ara benden çesmeye gidip su getirmemi istediler. Gittim. Giderken de yol da Slu Aga’ya rastladim. Atini durdurdu ve nereye gitmekte oldugumu sordu.

„Çesmeye, su almaya gidiyorum,’ dedim.

„Git ama durum iyi gözükmüyor, bu kafir soyu hepimizi kiracak’.

„Bende ‘Sen o kadar hizmet ettin Aga, sana niye kötülük etsinler ki?’ karsiligini verdim.

„Durum öyle gösteriyor. Hizmet ettik ama bir ise yaramayacak galiba’ dedi bu kez’.

„Sonuçta Slu Aga’nin dedikleri çikti. Bir gün sonra koca ailenin bütün bireylerini toplayip götürdüler ve „Kertê Mazgêrdî’ denilen yerde kursuna dizdiler. Besikteki bebekler bile kurtulamadi. Koca aile yok oldu gitti.’

Tabi bu olayi ilk kez ondan duyuyor degildim. Özellikle de Dersim’in dogu yörelerinde, 1938 üzerine ne zaman bir konusma ya da sohbet olsa, en basta anlatilan olaylardan bir tanesi bu katliamdir ki romanim „Gülümse Ey Dersim’ de detayli olarak bu olaydan bahsediyorum.

Çuxure’yi yavas yavas geride birakirken, dudaklarimdan yukarida bahsettigim olay ile ilgili olarak halk arasinda çokça söylenen agittan cümleler dökülüyor:

Ax ondêra Çuxur a lemin sono gavan o,
Celal Bayar amo, emsû ma rê meyman o
Non-sola ma nêweno,
Ma de xayîn nîyadano.
Vano „Zerrê mi terseno
Az ma ra nêverdano’.

(Ah meret Çuxure bir çetin geçit
Celal Bayar gelmis, bu aksam konuk bize
Ekmegimizi-tuzumuzu yemiyor
Bakislari haince
Korkum o ki
Soyumuzu kurutsun bizim).

Devami edecek

1. Grubumuz Muxundî (Muhundu) ziyaretinde

2. Muxundî (Muhubdu) ziyaretinin kutsal tasi.

Dengê Kurdistan

Back to top button