Nihai hesaplasma arzusu
Kürt sorunu siddet sarmalinda ilerlerken, herkesin ‘bir daha asla!’ demesine yol açacak boyutta bir kanli hesaplasmaya dogru hizla gidiyoruz. Gelinen asamada artik kimin hakli oldugunu anlamaya çalismanin bir anlami pek yok. Bugün siddetin magduru olanin yarin siddetin tetikçisi oldugu, enerjisini siddetin hedefi olanin -ki artik o sadece düsmandir- tepkisinden alan, kandan, baskidan, siddetten beslenen bir döngü bu. Sehit olanlarla ‘ölü ele geçirilenlerin’, bombalara, mayinli tuzaklara ‘kurban olanlarin’ atesiyle harlanan bir yangin bu. Bu toplumun damarlarini zorlayan basincin büyük ve belki de ölümcül bir kanamaya yol açmadan tedavisi hala mümkün mü? Iyimser olmak zorundayiz ama galiba bu sadece insanligimiz yitirmemek için korumamiz gereken bir ilkesel iyimserlik. Gerçege çok fazla tekabül etmiyor.
Agirlikli egilim
Bir yanda Türklerin büyük bir kismi Kürtlerin esitlik ve taninma talebini kabul etmemekte direnmeye devam ederken, bu talepleri siddet, baski, yasakla bastirabileceklerine, en azindan sürekli öteleyebileceklerine inaniyorlar. Sadece asiri milliyetçi çevreler degil, Türk çogunlugun iktidardaki güçlü temsilcisi AKP’de agirlikli egilim bu yönde. PKK’nin KCK araciligiyla Türkiye Kürdistan’i yaratmasi ve burayi yönetmek istemesi stratejisine akillarini takmis durumdalar. Bu nedenle önce PKK/KCK’nin belini kiralim sonra atilmasi gereken adimlari atariz, diyorlar. Kendilerini bu biçimde davranmaya tesvik eden ve geçen hafta asilan esikten sonra, çok daha saldirgan biçimde tesvik etmeye devam edecekleri belli olan bir çevre var. Bu muhafazakar-liberal medya agi, kamuoyunu da bu isin büyük bir hesaplasmayla ancak çözülecegine inandirmaya çalisiyor. ABD’de evanjelist muhafazakarlarla yeni-muhafazakarlarin gelecegine inandiklari nihai kurtarici ve arindirici savasin, Armageddon’un ulusal ve yerel versiyonuna sanki inaniyorlar.
Siddetin mesruiyeti?
Diger yanda, 30 yildan beri magdurun maruz kaldigi siddete karsi basvurulan ‘hakli siddet’ gerekçesine sarilan PKK merkezli Kürt siyasal hareketi için, siddetin mesruiyeti tek boyutlu degil. Birkaç boyutlu. Birinci boyutta, savunma amaçli bir siddet var. Bu bir tür karsi-siddet. Ezenin siddetine karsi, ezenin siddet yöntemlerini kullanarak yanit vermenin mutlak bir mesruiyete sahip olduguna inaniyor. Burada biraz ‘göze göz, dise dis’ anlayisinin etkisini de bulmak mümkün. Ama bu mesruiyet ne kadar dogal ve mutlak?
Örnegin, bugün Türkiye devleti ordusuyla, polisiyle baskin yiyerek, bombali tuzaklara takilarak verdigi agir kayiplara daha büyük bir siddetle yanit verdiginde, bunu savunma amaçli siddet olarak tanimlamayacak mi? Bu mantiga göre, ilk günah gibi, ilk siddet her seyden sorumludur. Tarihin derinliklerine gittikçe giden ama her zaman digerinin ilk sorumlu olduguna inanilan bu siddet sarmalinin savunma amaçli olmasinin pek bir anlami kalmaz. Filistin’de, Irak’ta var olan ‘direnisçi terörizm’ de en fazla can kaybini savasçi güçlerde degil, sivillerde yaratiyor.
‘Devrimci’ veya ‘direnisçi’ olmasi fark etmiyor terör eyleminin. Sonuçta kendi hakliligi konusunda hiçbir süphe kirintisi olmayan kati bir imanla kutsal amacin her türlü yolu mubah kildigina inanan faydaci zihniyetin birlesmesinden dogan bir ucube çikiyor ortaya.
Siddeti benimserken kullanilan ikinci mesruiyet boyutu, bunun düzenin, ezenin, hükmedenin gerçek yüzünü ortaya çikarmak için uygulanan bir siddet oldugudur. Siddete misliyle yanit verecek olan rejimin ‘gerçek yüzünü ortaya çikarmak’ amaci öne çikarilir. Devlet polisiyle, yargisiyla saldirarak fasist yüzünü ele verecektir. Çeliskiler derinlesecektir. Egemenin gücünün çiplak ve kaba bir siddet oldugunu gözler önüne sermek için, ezilen halka ezen gücün ‘gerçek yüzünü’ göstermek için teröre, siddete basvurmak, nihilizmini radikal bir devrimci jargonla örten marjinal gruplarin basvurduklari bir söylemdir. Kizil Tugaylar’in, Kizil Ordu Fraksiyonu’nun ve benzeri örgütlerin bildirilerinden asina oldugumuz, Türkiye’deki bazi ‘devrimci örgüt’lerin bildirilerinde, yazilarinda uzun yillardan beri düzenli olarak karsimiza çikan bir mantiktir bu.
Basari sansi yok
PKK’nin bazi yöneticilerinin yakin tarihte verdikleri demeçlerde, aktif biçimde siddete basvurmayi sadece magduriyetin hakliligiyla degil, ayni zamanda bu ikinci temayla da mesrulastirma çabalarinin izlerini görüyoruz. Türk ordusunu Kuzey Irak’a girmeye kiskirtan saldirilarda amacin böyle bir operasyonun kesinlikle basarisiz kalmaya mahkum oldugunu göstermek oldugu dile getiriliyor. Polise saldirarak, zaten istim üstünde bekleyen polisin saldirmasina yol açmak ve ardindan magdur olarak ortaya çikmak da bu taktigin bir parçasidir. Sadece Türkiye’de degil, baska ülkelerde de sik karsilasilan bir taktiktir bu.
Devrimci veya direnisçi siddeti mesru kilma çabalarinda üçüncü boyut, bunun ‘nihai savas’ oldugu, kurtulus günesinin siddetin en uç noktasina varildiktan sonra dogacagi tezidir. Siddet bir tür katarsis olarak sunulur. Bu yaklasima göre, siddet özgürlestirir. Sadece özgürlestirmez, magdurun yaralarini sarmasina, kaybettigi özgüvenine yeniden sahip olmasina yardimci olur. Bugün PKK ve yan kuruluslarinin, özellikle HPG ve çok daha açik biçimde TAK kaynakli metinlerdeki dil, büyük ölçüde radikal siddet yöntemlerine atfedilen bu nitelige sahip çikiyor. Burada siddet, bir tür öç alma hakki olarak savunulur. Ama bu ‘özgürlestirici’ siddetin magdurlari da ayni öç alma hakkini talep edeceklerine göre, -nitekim Cumhurbaskani Gül, temkinli konusma gelenegini terk edip intikamin misliyle alinacagini söyledi örnegin-, yeni bir siddet döngüsünün de kurucusudur. Bu siddet döngüsü ezilen konumda olanlar adina siddete basvurduklarini iddia edenlerin, ayni zamanda o koruduklarini iddia ettikleri magdurlar üzerinde de tahakküm kurmalarinin, kurmaya çalismalarinin aracidir.
Bugün Türkiye’de siddetin mesruiyetinin sorgulanmasi zor. Devletin, egemen gücün zincirlerinden bosanan yasal siddetinin derecesi ve yöntemlerinin mesruiyetini sorgulamak kadar, bas kaldiran gücün sinizmle nihilizm arasinda salinan siddet politikalari ve yöntemlerini sorgulamanin, elestirmenin de bosluga konusmaktan bir farki yok. Bu ‘kangrenlesmis sorunun’ son derece kanli bir nihai hesaplasmayla bir çözüme ulasacagi kanaati iki tarafa da hakim olmus gibi gözüküyor. Iki taraf da kendine mutlak biat talep ediyor. Iki taraf da ‘hakli savas’ kavramina simsiki sariliyor. Siddetin siyaseti siyaseti yok ediyor.
Bu ortamda akli sagligimizi, insanligimizi korumak için her seye ragmen ve her seyden önce siddetin elestirisine ihtiyacimiz var.
Not: Aykut Çelebi’nin yayima hazirladigi, geçen yil Metis Yayinlari tarafindan yayimlanan, içinde Walter Benjamin’in Siddetin Elestirisi Üzerine baslikli yazisi ve Derrida, Agamben, Zeynep Direk, Robert Cover, Werner Hamacher ve Aykut Çelebi’nin bu yazidan hareketle yaptiklari degerlendirmelerin yer aldigi ayni baslikli kitabi içinde bulundugumuz ortamda okumak daha anlamli.
————————————
Radikal-25 Ekim
Ahmet Insel