Makale

TC’nin genetigi veya vicdani kirlenmis toplum

Türkiye Cumhuriyeti Osmanli Imparatorlugu’nun devami olarak varoldu. Tevatür edildigi gibi bir ‘kopus’ söz konusu degildi. Osmanli Imparatorlugunda devlet kutsaldir. Elbette bu sadece Osmanli’ya mahsus bir ‘ özellik’ veya ‘orijinallik’ degildi. Bu, premodern dönemin Eski Rejimlerinin genel durumuydu. Devletin kutsal sayilmasi demek, devlet disinda hiç bir seyin bir önemi ve degeri olmamasi demektir. Mevzubahis olan devletse, gerisi teferrüattir ve orada kendi basina bir degeri, kiymet-i harbiyesi olan baska hiç bir sey yoktur. Devlet çikari her seyi mübâh kilar. Devletin çikari ve bekâsi için her türlü cinayet, katliam, suikast, komplo, hile, yalan… gerekli ve mesru sayilir. Birakin halktan insanlari, devletin çikari için padisah ailesi mensuplarinin katli de son derece olagan bir seydir. Kardes, çocuk, ana, baba, hepsi devlet çikari için katledilebilir. Baska türlü ifade edersek, Osmanli Imparatorlugu’nun da dahil oldugu ‘Eski Devletler ailesinde’ devletin bekâsi, aile içi temizligi varsayar ve baska türlü yapmasi mümkün degildir. Zaten herkes padisahin kuludur. Kulun hakki yoktur, sadece kulluk yükümlülügü vardir. Dolayisiyla iliski yönetenden yönetilene, efendiden kula ve tebaya dogru ve tek yönlüdür.

Kaldi ki, Osmanli Imparatorlugu ve benzerleri ‘savas devletleridir’. Bu tür devletler varliklarini savasa borçludurlar. Varliklari düsmanin varligina baglidir. Düsmanin da iç-düsman veya dis-düsman olmasinin bir önemi yoktur. Bu tür devletler savas yetenekleri asindiginda tarih sahnesinden silinirler… Savasla fethedilen yerler yagmalanir, talan edilir, birikmis hazinelere el konur ve egemenlik altina alinan topluluk bir haraç ödemeye zorlanir. Fakat ‘büyüme-yayilma ‘ paradoksunun bir sonucu olarak, bir zaman sonra, üretici sinif olan köylüden alinan haraç ihtiyaci karsilayamaz hale gelir. Bu durum hem köylü kitlesi [toplum] üzerindeki baskinin artmasini hem de yeni savaslari dayatir. Devlet kendi iç çeliskileri sonucu zayiflar ve çöker. Osmanli Imparatorlugunun tarih sahnesine çikisinin, ayni zamanda kapitalizmin de tarih sahnesine çiktigi tarihsel döneme rastlamasi, imparatorlugun evrimi üzerinde etkili oldu. Kapitalist üretim süreci kendi disindaki sosyal formasyonlari ‘biçimlendirme, biçimsizlestirme, sartlandirma, kendi mantigiyla uyumlandirma’ dinamigine sahiptir. Bu dinamigin bir sonucu olarak, Osmanli sosyal formasyonundaki asinma derinlestikçe, yönetici elit, varligini sürdürmek için kapitalist dünyadan bir dizi kurum, kural, teknik, yöntem, tarz, vb. ithal etme yoluna gitti. Bu ‘ona benzeyerek kendini koruma’, devleti yasatma refleksiydi… Batidakinden farkli olarak, Osmanli yenilikleri yeninin, yeniyi yaratmanin degil, eskiyi korumanin ve sürdürmenin hizmetindiydi. Dolayisiyla yenilik denilenler eskinin üstündeki yamaydi… Yeni ve yenilik denilen düzenlemelerin, kurumlarin, söylemlerin bir temeli yoktu. Bati’da yenilikler Eski Rejimle ve onun geleneksel idieolojisiyle bir hesaplasmanin araçlari ve sonuçlariyken, bizde ‘eskiyi nasil yasatabiliriz ‘ sorusunun cevabi olarak varoldu… Dolayisiyla, eski rejimle ve onun geleneksel ideolojisiyle gerçek bir hesaplasma ve eskiyi asma-yeniyi yaratma girisimi hiç bir zaman söz konusu olmadi… Baska türlü söylersek, Cumhuriyet döneminde de devlet Osmanli Imparatorlugundaki gibi kutsal sayilmaya devam etti. Devletin kutsandigi bir rejimin modernligi de tabii bir retorik olmanin ötesine geçemeyecekti ve geçemedi… Velhasil retorikle realite arasinda bâriz bir uyumsuzluk varligini sürdürmeye devam etti.

Devletin kutsal sayildigi yerde ‘gerisi teferrüat’ sayilacagina göre, kullanilan modernist dilin de bir karsiligi olmasi mümkün degildi. Devletin kutsal sayildigi yerde yurttas olmaz. Devlet ricâlinin insanlara ‘yurttasmis’ gibi davranmasi, öyle bir söylemin varligi, insanlarin da kendini ‘yurttas’ sanmasinin reel bir karsiligi yoktur… Orada söz konusu olan ikiyüzlülügün içsellestirilmesinden baska bir sey degildir… ‘Yurttaslik durumu’ ancak bir mücadele ile kazanilabilir ve korunabilir… Birileri size: ‘artik bundan sonra yurttassiniz’ dedi diye yurttas olunmaz. Zira yurttaslik, yurttas bilincini var sayar… Imparatorlugun reayasi 1923 de yurttas olmadi. O zamana kadar ‘padisahin kulu’ olan halk kitlesi, 1923’den sonra artik ‘vatanin kulu’ olacakti ki, garp cephesinde yeni bir sey yoktu… Vatanin ne oldugu, sahibinin kim oldugu da bilindigine göre… Lâkin ‘eskiyi’ yeniymis gibi sunmayi, daha dogrusu dayatmayi basardilar. Bu isi de esas itibariyle okul ve ögretmen, velhasil egitim sistemi sayesinde kotardilar… Dolayisiyla, TC’nin yaklasik doksan yildir kolaylikla irili ufakli katliamlar yapabilme ve siyasî cinayetler isleyebilme rahatligini anlamak, sözünü ettigim geri plani dikkate almadan mümkün degildir. Son on-onbes yilda, son otuz kirk yilda yapilan katiamlari, islenen siyasî cinayetleri bir hatirlayin, ne demek istedigimi anlayacaksiniz… Bu durum, dünün reayasinin ve kulunun] bu günün yurttasi olamayisiyla açiklanabilir. Insanlar seçimlerde oy kullanmayi matah bir sey saniyorlar… Seçimlerin bir aldatmaca oldugunun farkinda degiller. Seçim oyunu aslinda insanlari oyuna getirmek için oynaniyor… Oyun kurucular da mâlûm olduguna göre…

Hirsizin kabahati…

Bir ülkede yasayan insanlarin yurttas bilincinden yoksun olusu, hak, özgürlük, esitlik ve adalet bilincinin yetersizligi, devletin katliamlar yapma, insanlik suçu isleme konusunda hareket alanini genisletiyor. Insanlar yapilan her katliam veya islenen her siyasi cinayet karsisinda sessiz ve tepkisiz kaldiklarinda, hem gelecek katilamlara ve cinayetlere ‘onay’ vermis oluyorlar hem de her katliam ve siyasi cinayetle vicdanlari kirleniyor… Bu vesileyle vicdan kirletmeye memur edilmis, vicdanlari en çok kirlenmis politikaci, akademisyen, gazeteci, yazar, ‘konunun uzmani’ denilenlerin pis misyonunu da hatirlamamak olmaz. Bu kesim, yapilan her katliami, her siyasi cinayeti ‘hakli’ ve ‘gerekli’ göstermek için seferber oluyor… Son Uludere katliaminda ortalama insanin, ortalama tavri utanç vericiydi. En utanç verici olani da her halde bir kisim ‘piskin politikaci, hükümet erkani, televizyonlarda boy gösteren ‘yorumcu’ ve gazete köselerine çöreklenmis akl-i evvellerdi… Söylediklerinin özeti suydu: ‘Devlet katliam yapmaz… Benim devletim katliam yapmaz. Benim atalarim katliam yapmaz…’ Bu bir kazadir, böyle seyler olur, zaten her yerde oluyor… ABD bunu her zaman yapiyor… Eger bütün bu katliamlari, sizin devletiniz yapmadiysa, eger tüm bu cinayetleri sizin devletiniz islemediyse o zaman bunlar kimin eseridir? Fransa parlamentosunda ‘Ermeni katliami olmadi’ diyenin cezalandirilmasiyla ilgili yasa teklifi gündeme geldiginde, basbakan Erdogan: ‘ Ben atalarima katliam yapti dedirtmem, asil Fransizlar Cezayir bagimsizlik savasi sirasinda yaptiklari katliamin hesabini versinler’ demisti. Basbakanin bu sözleri bana bir sey hatirlatmisti. 1967 yilinda, Pariste, Albert Chatelet ögrenci restoraninda, yemek masasinda karsimda oturan iki ögrenciyle sagdan soldan konusurken, bana hangi ülkeden oldugumu sordular, Türkiyeliyim deyince, ‘biz Cezayirliyiz ve size kirginiz’ demislerdi… ‘hayirdir, bu da nerden çikti’ dedigimde, ‘sizin hükümetiniz Birlesmis Milletler’de Cezayir’in bagimsizliginin oylandigi oturumda Fransa lehinde oy kullandi’ karsiligini verince, ben de ‘kirgin olmakta haklisiniz, lâkin o ayipta benim bir dahlim yok’ karsiligini vermistim. Sonra isimleri Muhammed ve Abdu olan bu iki sevimli Cezayirliyle yillarca sürecek dostlugumuz baslamisti… Eger Fransizlar Cezayir’de katliam yaptiysalar, Türk hükümeti Fransa’nin tarafini tuttugunda o katliami onaylamis, insanlik suçuna ortak olmus olmuyor muydu? Fakat bu bir istisna degildir. Ne zaman mazlum halklar emperyalizme, koloniyalizme karsi ayaklansalar, özgürlük, bagimsizlik ve haysiyet mücadelesine girisseler, TC yöneticileri tartismasiz kolonyalistlerin, emperyalistlerin safinda yer aldi. Neden aldiginin, neden almak zorunda oldugunun tahliline burada girmeyecegim…

Uludere katliamini hakli göstermek için büyük çaba gösteren akl-i evveller ‘ sinirin ötesinde isleri neydi’ diyorlar. Bu kus beyinlilerden bir teki o sinirlari kimin çizdigini sorun ediyor mu dersiniz? Asil insanlik suçu bizzat o sinirin varligi degil miydi? Bir aileyi, bir toplulugu ikiye bölen bir sinirin ne gibi bir kiymet-i harbiyesi olabilir? Insani yasam araçlarindan mahrum eden, açliga mahkûm eden bir sinirin mesruiyeti olur mu? Kaldi ki, hiç bir gerekçe hiç bir katliami hakli göstermeye yetmez. Adi üstünde insanlik suçunun gerekçesi olur mu? Insanlik suçunu gerekçelendirmek ne nemem bir küstahlik ve alçakliktir? Bu vahseti ‘hakli’ göstermek için seferber olanlar, vicdanlari en çok kirlenmis olanlardir. Kirlenmis vicdanlilar toplumun vicdanini da kirletmeyi simdilik basariyorlar… Lâkin bu dünyada her sey sonludur… Katliam ve siyasî cinayet TC için istisna degil, kuraldir ve rejimin genlerinde mündemiçtir… Osmanlida en büyük katliamlari yapanlar devlet katinda en yüksege çikanlardi… Maalesef bu ‘gelenek’, Cumhuriyet döneminde de geçerli olmaya devam etti… Lâkin simdilerde bir yenilik de söz konusu… Artik katliamin yolu ‘insansiz hava araçlarindan’ geçiyor ve bu ‘yenilik’ ‘çagdas’ Türkiye’ye ne kadar da yakisiyor… Insansiz araçlar insanlara kimin katledilecegini gösteriyor. Bundan âlâ modernlik, kalkinmislik mi olur! Artik Türkiye’yi yönetenler ‘muasir medeniyetler seviyesinin üstüne çiktiklarindan’ emin olabilirler… Su utanç verici manzaraya bir bakin. Toplum ne hallere düsmüs… Görünen o ki, bu kepazelik, bu utanç verici durum, TC bir operasyonla [devrimle] temizleninceye kadar devam edecek… Kimse kendini aldatmasin, ‘hukuk devleti’ mavalina aldanmasin… Zaten bu isleri kotarmak için iste böyle bir ‘hukuk devleti’ gerekiyor… Hukuk devletinin ne oldugunu merak edenler Hrant Dink davasina baksinlar… Siz ‘hukuk devleti’ denileni ne saniyorsunuz? Bütün mesele islenen cinayetlerin, yapilan katliamlarin üstünü örtmekten ibaret degil mi? Bundan âlâ hukuk devleti mi olur? Sevsinler hukuk devletinizi… Devlet tarafindan yapilan katliamlarin, islenen siyasi cinayetlerin üstünü örtmeye çalisanlar insanlik suçu isleyenlerdir ve bu vicdani kirlenmislerin iflah olmalari da, islah olmalari da mümkün degildir…

Fikret Baskaya

Back to top button