Makale

12 Eylül yargilanirken… (*)

4 Nisan’da Ankara 12. Agir Ceza Mahkemesi’nde 12 Eylül’ün bas saniklarindan Evren ve Sahinkaya’nin yargilanmasina baslandi. Birçok kisi gibi ben de bunu buruk duygularla karsiladim.

Buruk diyorum, çünkü geç kaldi. Topluma onca acilar yasatan, ülkenin nice on yilinin kaybina yol açan bu adamlar, bütün bu süre boyunca keyiflerine baktilar ve kendilerinden hesap soramadik. Bazilari bu arada rahat yataklarinda göçüp gitti, bazilarina ise ancak 32 yil sonra hesap sorma sürecini baslattik. Hâlâ da mahkemeye ayak basmamak için ayak sürüyorlar. Oysa Arjantin, Sili ve Yunanistan cuntalarinin sorumlularindan yillar önce yaptiklarinin hesaplari soruldu, tutuklanip yargilandilar, hak ettikleri biçimde hapishanelere kondular, bazilari hâlâ orada ömür tüketmekte.

Darbeleri ve darbecileri yargilamak bir ülkenin demokrasi rüstünü ispat etmesinin de kosulu. Besbelli bu iste geç kaldik. Yine de atilan adim önemlidir, Türkiye bakimindan bir dönüm noktasidir.

Türkiye’de ayni günlerde, baska darbe girisimcilerinin yargilandigi Balyoz ve Ergenekon davalari ise devam etmekte. Bu davalarda kuvvet komutanligi, Genelkurmay Baskanligi yapmis subaylar var. Buna bakinca ülkemizde önemli günler yasadigimiz, tarihsel bir dönemden geçtigimiz söylenebilir.

12 Eylül’ün bilançosu yillardir her yil dönümünde sayilip dökülüyor. Darbenin yüzbinlerce, milyonlarca magduru var. Iskence görenler, hapislerde çürütülenler, cezaevlerinde katledilenler, idam edilenler, onlarca yil sürgüne mahkum ve mecbur edilenler, islerinden edilenler… Ama daha da önemlisi toplumun gelecegine karsi islenen suçlar, olusturulan fasist çark. Ülke 32 yil sonra hâlâ kendisine örülen bu deli gömleginden, 12 Eylül anayasasi ve onun kurumlarindan kurtulmaya çalisiyor.

Darbeciler ve onlara destek verenler, ülkedeki kanli terör ortamini eylemlerine gerekçe gösterdiler. Oysa bu ortam da yine onlarin ürünüydü. Sagda ve solda gençleri kiskirtanlar, ellerine silah verip çatistiranlar onlardi. 1 Mayis, Maras, Çorum, Malatya, Sivas provokasyonlarinin arkasinda onlarin eli vardi. Böylece ülkeyi yönetilemez hale getirip kitleleri darbeden kurtulus bekleyecek derecede bezdirdiler. Kendi dösedikleri kaldirim taslarina basarak geldiler.

Akil almaz bir toplum mühendisligine girisen darbecilerin, çözmek surda kalsin, daha da karmasik bir hale getirdikleri sorunlarin basinda ise Kürt sorunu var. Kürt sorunu bu dönemde daha da agirlasti, tam bir dügüme dönüstü.

12 Eylül öncesi Kürt halki, daha 1960’li yillardan baslayarak hak ve özgürlük taleplerini barisçi demokratik yöntemlerle dile getirmekte idi. Önce 12 Mart rejimi bu barisçi ve mesru talepleri siddetle bastirmaya çalisti; demokratik dernekler ve partiler kapatildi, Kürt ve Türk aydinlari toplanip yargilandilar. Ama 12 Eylül çok daha kapsamli ve amansiz bir saldiri oldu. Silaha ve siddete uzak duran tüm dernekler ve yayinlar kapatildi. Iskence çarki amansizca çalisti ve böylece barisçi demokratik biçimde gelisen hareket dogal akisindan alikonuldu; bir bölümüyle ezilip etkisiz hale getirildi, bir bölümüyle siddete itildi. Ülke bir yangin yerine döndü ve sorun, çözümü zor bir dügüme dönüstü. Ülkeye yapilan en büyük kötülüklerden biri bu oldu.

Yargilama süreci darbenin magdurlarini dinleyerek darbeye hazirlik sürecindeki tezgahi, topluma kurulan komployu açiga kavusturabilir, toplumu daha da aydinlatabilir. Bu aydinlanma ülkemiz insaninin en büyük kazanimlarindan biri olacaktir. Böylece artik darbeler dönemi kapanabilir. Bu ülkede ne yazik ki hâlâ darbeden umut kesmeyenler var. Daha son 7-8 yil içindeki darbe girisimleri, bu iste suçüstü yakalananlar ortada. Yine ayni dönemdeki birçok kanli eylemin de ayni amaca yönelik ve provokatif nitelikte eylemler oldugu bir sir degil. Gerek 12 Eylül darbesine, gerek Balyoz ve benzeri darbe girisimlerine yönelik bu yargilamalar, eger kazaya ugramazsa, darbeler döneminin sonunu getirecektir.

Tam da bu günlerde Meclis’te, ülkemizin 1960’tan beri yasadigi darbe ve muhtiralari, bunlarin perde gerisini aydinlatmak için bir komisyon kurma girisimi baslatildi. Kanimca bu da son derece olumlu ve önemli bir girisimdir. Eger böyle bir komisyon kurulur da isini ciddi biçimde yürütür ve hem söz konusu darbelerin yarattigi tahribati, hem de perde gerisini aydinlatabilirse siyasi hayatin ve devlet yapisinin önemli oranda kirden ve suçtan arinmasi, seffaflasmasi, ülkenin demokratiklesmesi yönünde çok önemli adimlar atilabilir.

17 Ocak 2012’de TBMM’de Insan Haklari Alt Komisyonu’nda yaptigim konusmada tam da bu konuya deginmis, ülkenin 1950’li yillardan baslayarak, darbe hazirliklari ve Kontrgerilla eylemleri nedeniyle son derece karanlik bir dönem yasadigini, 6-7 Eylül 1955 olaylarindan baslayarak pek çok kanli provokasyona sahne oldugunu söylemis, 1 Mayis 1977, Maras, Çorum, Sivas, Malatya olaylarini örnek göstermistim. Susurluk Kazasi nedeniyle bu olaylarin içyüzünün ve sorumlularinin ortaya çikarilmasi için bir firsat dogdugunu, ama bu firsatin kullanilamadigini, Susurluk raporunun bile önemli bölümleriyle kamuoyundan gizlendigini, simdi ülkenin önünde yeniden bir firsat dogdugunu, komisyonun bu olaylarin ve özellikle 1990’li yillardaki faili meçhullerin, bunu gerçeklestiren yapilarin üzerindeki örtüyü çekip kaldirmasini bekledigimizi söylemistim.

Simdi, TBMM’de, ‘Insan Haklari Alt Komisyonu’nun yani sira, böylesine genis kapsamli bir konuda özel bir komisyon olusturup, nice darbelere ve darbe girisimlerine, nice kanli provokasyona, nice can kaybina ve aciya yol açan bu dönemin aydinlatilmasi ülkemiz bakimindan hayati derecede önemlidir. Türkiye bunu basarirsa mevcut sorunlarini çözmesi kolaylasacak, barisa ve demokrasiye ulasmak için önündeki yol açilacak, uygar dünya ile bütünlesecektir.

Ama bu, ayni zamanda parlamentodaki partilerin, kisir çekismeleri bir yana birakip el ele vermelerini gerektiriyor, bundan da öte ciddi bir kamuoyu destegini gerektiriyor.

Parlamentodaki partilerin bu is için el ele vermelerinin kolay olmadigini biliyorum. Onlar simdiye kadar bunu basaramadilar ve bunun nedenleri var. Bazilari geçmiste olan bitende pay sahibi, gerçeklerin tümüyle ortaya çikmasi hoslarina gitmez. Bazilari statükodan yana. Bu nedenle 12 Eylül’ün yargilanmasina yolu açan anayasa referandumuna bile destek vermediler, hatta karsi çiktilar. Bu nedenle Balyoz ve Ergenekon davalarina destek vermedikleri gibi bu davalari bosa çikarmak, sulandirmak ve Silivri’yi tümden bosaltmak için canhiras bir çaba içindeler. Bu nedenle geçmis dönemin, aslinda bazi yönleriyle hâlâ da sürmekte olan bu dönemin üzerindeki örtüyü çekmek onlarin isine gelmez. Ama güçlü bir kamuoyu destegi, en azindan bu ise engel olmalarini zorlastirir.

Bu nedenle, geçmis dönemin bu tür uygulamalarindan zarar görmüs, magdur olmus ve bu dönemin aydinlanmasinda yarari olan toplum kesimleri ‘ki bunlar toplumun ezici çogunlugudur, yüzde doksanidir- 12 Eylül ve Balyoz davalariyla baslayan bu sürece, Parlamento’daki yeni girisime destek vermeli.

Degisimde yarari olan söz konusu toplum kesinlerinin en azindan bir bölümünün, bugüne kadar olan biteni iyi biçimde kavrayip bu sürece destek verdiginden söz edilemez. Solun bir kesimi, Alevilerin bir kesimi, Kürtlerin bir kesimi (PKK-BDP çizgisi) bunlar arasindadir. Onlar son 10 yilda olan bitene AKP karsitligi üzerinden yaklastilar, somut durumun somut tahlilini yapacaklarina, önyargilariyla davrandilar. Bu tutum hâlâ sürmekte. Bu nedenle degisim sürecine kendi katkilarini sunamadilar, kendi rollerini oynayamadilar; hatta zaman zaman degisimin önünde ayak bagi oldular. Oysa onlar katkida bulunsalardi bu süreç daha da hizlanir ve isler AKP’nin tercih ve tereddütlerine kalmazdi.

Sözünü ettigim sol kesimlerin ve Kürt hareketinin, ayni zamanda geçmisteki politikalarini gözden geçirmelerinin, neyi dogru neyi yanlis yaptiklari üzerinde düsünüp hatalarindan dersler çikarmalarinin da zamani geldi geçiyor. Türkiye’de solun da söz konusu Kürt kesiminin de böyle bir aliskanligi ne yazik ki yok. Kendileri sanki sütten çikmis kasiklar. Oysa Eger 12 Eylül rejimi topluma kurdugu komployu basariyla hayata geçirdiyse, bunda solun ve Kürt hareketinin bir bölümüyle maceraci tutumlarinin, bir bölümüyle kendi aralarindaki kör mezhep çatismalarinin ciddi payi var.

12 Eylül öncesinde bu solun bölük pörçük yapisini, kendi arasinda nasil amansizca çekistigini, güçbirligi ve cephe diye bir anlayisi olmadigini bir hatirlayalim. Oysa o dönemin solu her seye ragmen önemli bir potansiyele sahipti, güçlü kitle baglari ve kitle örgütleri vardi. Eger fasizme karsi güçbirligi yapmayi basarabilseydi darbeye yol bu kadar kolay açilmaz, belki de ülkemizde tarihin gidisi baska türlü olurdu.

Ya o dönemde baslica görevini diger Kürt yurtsever örgütlerini ortadan kaldirma olarak belirlemis ve bu amaçla silaha sarilmis olan PKK? Onun yol açtigi siddet ortaminin da darbe gerekçesine katkisi birhayli olmadi mi? Hele hele Öcalan’in yillar sonra, ‘PKK’yi kurduk, ekmegimizi silahimizi üç yil süreyle devlet verdi ve korumamizi devlet sagladi’ tarzindaki sözlerinin bu bakimdan ne anlama geldigi açik degil mi?

Söz konusu sol kesimler ve PKK taraftar ve muhipleri bunlar üzerinde de bir düsünseler iyi olur, onlarin gönül açikligiyla özelestiri yapmalarini istemek bu saatten sonra asiri bir iyimserlik olsa da… Bunu yapabilseler, kusku yok, hiç degilse bundan sonra islerin iyiye gitmesi bakimindan katkilari olumlu olurdu.

——————————————————-

(*) Bu yazi 15 Nisan 2012 tarihli Star Gazetesi’nde ‘Açik Görüs’ ekinde yayinlandi.

Kemal Burkay

Back to top button