Neye sasirmali
Ölümler devam ediyor, acilar büyüyor. Geçen haftaki yazida Turgut Uyar’in dizeleriyle sordugum soru, yine karsimda:
‘bir ölüm nefes alirken bir dudakta
öbür bütün seyleri nasil anlatmali…’
Önceki gün Antep’te bir ‘insanlik suçu’ islendi. Canlar yitti, bedenler yaralandi, ruhlar bir kez daha örselendi. Bu acilar orta yerde dururken bütün öbür seyleri anlatmak zor, ama bu acilari anlatacak kelime bulmak daha da zor.
Acilara dair kelimeler tükenise dogru azalsa da, gözlerde yas bitmiyor. Kelimelerle yasadigimiz bu hâle sasirmak gerekmiyor. Çünkü uzun ve tüketici bir tarihi var acinin bu cografyada. Peki ya gözyaslari! Onlara da sasirmak gerekmiyor mu? Gece katliam görüntülerini izlerken, Turgut Uyar’in dizeleriyle bu soru da saplandi beynime:
‘artik sasiyorum gözyasina
hiç unutamam çünkü pazarcilarin
haftanin her günü öteye beriye
öteye beriye gözyasi tasidigini…’
Televizyonlardan, gazetelerden ve sosyal medyadan tasan sözlere bakarken, asil gözyaslarina degil, baska seylere sasirmak gerektigini düsünüyorum. Daha dogrusu, bu baska seylere ve özellikle bazi sasirmalara sasirirsak, gözyaslarini dindirmenin yollarini bulabiliriz gibi geliyor.
Böyle bir saldirinin gerçeklesmesini sasirtici bulanlarla baslayalim. Gerçekten de sasirdilar mi dersiniz ya da kimse sasirdi mi? Siddet döngüsünün kaç on yildir neredeyse hiç sasmayan bir ritmi oldugunu bilmeyen var mi? Bu ritmin, böyle hunharca saldirilara yol açtigini ya da zemin hazirladigini ögrenmedik mi hâlâ?
Katliami kimin gerçeklestirdigi konusunda simdilik bir muglâklik var. Lakin ardindan kim çikarsa çiksin sasiracak miyiz?
Gerçi PKK, saldiriyla bir ilgisi olmadigini açikladi. Ancak PKK’nin önce reddedip sonra üstlendigi nice ‘eylem’ bulundugunu hatirlayinca, ayni durumun tekrarlanmasi sasirtici olmayacaktir. Pekâlâ yarin öbür gün PKK’den, ‘eylemi yerel birimlerin kendi inisiyatifleriyle gerçeklestirdikleri’ yönünde yeni bir açiklama gelebilir.
Diyelim ki böyle bir açiklama gelmedi. Bu durum, katliami PKK’nin yaptigi yönündeki süpheleri yok edebilir mi? Örgütün üst düzey yöneticileri, daha kaç ay önceden, sehir merkezlerinde ‘çok ses getirecek ve aci verecek eylemler’ yapacaklarini bildirmemisler miydi? Tek basina bu açiklama bile, böyle bir saldiriya zemin hazirladigi için, PKK’yi en azindan dolayli bir sekilde sorumlu kilmaz mi?
Ancak bütün bunlar, hükümete veya bakanlara, saldiriyla ilgili somut veriler sunmadan, saldiriyi PKK’nin gerçeklestirdigini ilân etme hakkini verir mi? Hükümetin görevi, bu olayi çok yönlü sorusturmak ve inandirici delillerle aydinlatmak degil mi? Geçmiste PKK’ye yikilan benzer birçok olayin altindan ‘derin güçler’in çiktigi gerçegini yok saymak dogru mu? Bu olayda da benzer bir tezgâhin ortaya çikmasi sasirtici olur mu?
Saldirinin, basta Suriye olmak üzere ‘yabanci istihbarat servisleri’ tarafindan planlanmis ve gerçeklestirilmis olmasi ihtimali kimseye sasirtici gelir mi? Eger öyleyse, bu durum hükümetin sorumlulugunu ortadan kaldirir mi?
Bu noktada soru kipini bir kenara birakarak, meramimi düz cümlelerle anlatmaya çalisayim.
‘Suriye meselesi’nin sadece Suriye’den ve Esad rejiminden ibaret olmadigini görmek için, uzman ya da dâhi olmaya gerek yok. Meselenin özünün, ‘Ortadogu’yu yeniden yapilandirmak’ oldugu bir sir degil ‘Yeniden yapilandirma’nin, sinirlari yeniden çizmek ve hangi dinsel/mezhepsel ve etnik topluluklarin nasil bir sistem içinde birarada yasayacaklarini belirlemek anlamina geldigi de yeterince açik. Dünyanin büyük güçleri ve bölgesel aktörler, kendileri için en avantajli gördükleri seçenekleri hayata geçirmek için amansiz bir mücadele yürütüyorlar. Türkiye’nin bu aktörler arasinda önemli bir yer tuttugu süphesizdir. Kürtlerin, Ortadogu’nun gelecegi üzerinde yürütülen bu mücadelede hem özne hem de konu olarak yer aldiklari da ayni sekilde süphesizdir.
Ortada çetin bir savas var. Her aktör, rakiplerini/hasimlarini zayiflatmak için elinden geleni yapiyor. Herkes birbirinin zayif noktasini kolluyor, bulunca da acimasizca vuruyor.
Türkiye’nin en zayif noktasinin Kürt sorunu oldugu malum. Ülke içinde çatismalari durduracak girisimler ve istikrari saglayacak demokratik reformlar yapilmadikça, bu noktanin daha da zayiflayacagini öngörmek zor degil. Hükümet bu yola basvurmadigi gibi, tam tersini yapiyor.
Hükümetin milliyetçi hamasete dayanan otoriter politikalari, kutuplasmayi ve gerilimi arttiriyor. Bu durum, antidemokratik arayislara hevesli güçlerin istahini kabartiyor, elini güçlendiriyor. Hükümet, ancak kaos ortaminda iktidar olabileceklerini veya güç elde edebileceklerini hesaplayan çevrelere sürekli yeni imkânlar sunuyor. Milliyetçi ve ulusalci çevrelerin, her firsatta Kürt düsmanligi üzerinden iç savasi tahrik edecek provokasyonlara yeltenmelerini bu çerçevede degerlendirmek lazim.
Öte yandan, PKK de, iç savasa zemin sunacak eylemler yapmaktan geri durmuyor. Muhtemelen bu yolla, Kürtlerin kararsiz/tarafsiz kesimlerinin de kendi etrafinda toplanmaya mecbur kalacaklarini hesapliyor.
Hükümet, sertlik politikalarina devam ederse, hem milliyetçi ve ulusalci güçler, hem de PKK kendi hesaplarini hayata geçirmek için daha fazla alan ve imkân bulacaklar. Bunun ne anlama geldigini söylemeye gerek var mi?
Bu ugursuz ihtimallerin önüne geçmek için, ülkede ve bölgede Kürtlerle demokratik bir yapida esitlik içinde yasamayi hedefleyen politikalar izlemekten baska bir yol görünmüyor…
22 Agu. 12, Taraf
Mithat Sancar