Türkiye çagi geriden izliyor

Cumhurbaskani Gül’ün girisimiyle Özal’in mezari açiliyor. Çünkü ölümü üzerinde ciddi kuskular var.
Bu kuskular yeni degil ve ilk kez dile gelmiyor. Ölümünden hemen sonra zehirlendigine dair söylentiler vardi. Hasta oldugu bilindigi halde, Kriz geçirdiginde Çankaya’da doktor ve ambülans olmamasi, hastaneye geç götürülmesi, böylece geç müdahale de bu kuskulari arttiriyordu. Ölümünden sonra gerekli arastirmalar, adli tip incelemeleri de yapilmadi.
Ailesi de hep Özal’in zehirlenerek öldürülmüs olmasindan süphelendi, zaman zaman dile getirdi; ama üzerine gitmekten korktu. Kendisinden alinan ve Hacettepe Hastane’sinde korunun kan, tam da oglunun onu almak için hastaneye gittigi gün, tüpün düsüp kirildigi söylenerek yok edildi.
Özal’in Kürt sorununun çözümü ve silahlari Susturma yönündeki girisimleri, ölümünden kisa süre önce ‘bu sorunu çözecegim’ ve ‘federasyonu bile tartisabiliriz’ biçimindeki açiklamalari, bu tür söz ve girisimleri vatana ihanet sayan militarist-fasist odaklar tarafindan, onun zehirlenerek yok edilmesine yol açmis olmaliydi. Zaten ondan bir süre önce ANAP Kongresi’nde, kürsüde konusurken suikaste ugramis, ama parmagindan yaralanarak kurtulmustu. Suikastçi iyi egitim görmüs bir kontrgerilla elemaniydi.
Özal’in öldürüldügü yil, ona yakin olan Jandarma Genel Komutani Orgeneral Esref Bitlis de uçaginin düsmesiyle süpheli bir ölüme kurban gitti. Bunun da bir suikast oldugu çokça dile getirildi.
Yine ayni dönemde Lice’de Tümgeneral Bahtiyar Aydin, Mardin’de Albay Özden Mizrak, Tunceli Jandarma Alay Komutani Kazim Çillioglu kontrgerillaca infaz edildiler, ama ölümleri PKK’ya fatura edildi. Bunlar kirli savasa karsi olan, bazi durumlarda acimasiz eylem ve komplolara karsi duran komutanlardi. Örnegin Bahtiyar Aydin Lice’nin altüst edilmesine, yakilip yikilmasina karsi çikmisti. Özden Önek PKK’li esirlerin infaz edilmesine karsi çikmisti. Kazim Çillioglu da bazi konularda onlara ters düsmüstü.
Özal’in ölümünden üç ay sonra da Bingöl’de su, her yönüyle bir tezgâh oldugu ayyuka çikan, 33 askerin PKK eliyle kursuna dizilmesi olayi yasandi ve bu olayla birlikte ateskes ve barisçi çözüm süreci sona erdi, derin devlet, yani savas yanlilari hedeflerine ulastilar.
Simdi ancak 19 yil sonra, Özal’in kuskulu ölümü, Cumhurbaskani Gül’ün girisimi ve yargi karariyla arastiriliyor. Bu her seye ragmen iyi de, çok geç degil mi? Acaba bedende ve toprakta kanitlar mi kaldi?
Bu ülkede zaten dünyayi hep böyle çok geriden izleriz. Demokratiklesme aheste adimlarla yürüyor. 12 Eylül darbesinin ardindan 32 yil geçti. Arada nice halk oyuyla gelmis parlamentolar, sivil hükümetler gelip geçti. Ama 12 Eylül çarki, hukuku ve kurumlariyla oldugu gibi duruyor. Onda ancak bazi rötuslar yapildi. Çagdas bir demokrasiye ulasmis olmaktan henüz çok uzagiz. Çagdas, demokratik bir anayasa yapilabilecek mi? Görünen o ki hayir!
Türkiye’deki 12 Mart ve 12 Eylül darbeleriyle hemen hemen ayni dönemde Sili, Arjantin ve Yunanistan darbeleri de yapilmisti. Ancak bu ülkelerde demokratik bir ortama dönülmesi ve darbecilerden hesap sorulmasi, sivil hükümetlerin is basina gelisinin ardindan ve on yillar önce gerçeklesti. Cuntacilar yargilanip müebbet hapis cezalarina çarptirildilar, bir bölümü hapislerde öldü. Burada ise cuntacilar ölünceye kadar el üstünde tutuldular, rahat yataklarinda, kösk ve villalarinda hayata veda ettiler. 12 Eylül cuntacilari hakkinda sorusturma kapisi daha yeni açildi. Ama sag kalanlardan sadece ikisi, Evren ve Sahinkaya hakkinda dava açilmis olsa bile, henüz mahkemeye tesrif etmeleri bile saglanmis degil. Üstelik bugün bile pervasizlar ve ‘ayni kosullar olsa yine darbe yapardik!’ diye meydan okuyorlar.
Kürt sorununun çözümü, çok lafi edilse de, ‘demokrasi paketleri’, ‘açilimlar’ birbirini izlese de henüz ufukta görünmüyor. Hükümet bir yere kadar gelip durdu, bu yönde köklü adimlar atmaya açik degil. Muhalefet ise daha iyi çözüm önerileri, projeler sunmak surda kalsin, hükümetin çok sinirli, küçük adimlarina karsi bile, vatan millet edebiyati ile dünyayi ayaga kaldiriyor.
Bu ülkede hükümet, muhalefet ve medya, cümlesi birden, dünyanin baska yerlerindeki sorunlar için masallah çok demokrat, çok özgürlükçü, çok cömertler. Tüm halklar; Filistinliler, Bosna-Hersekliler, Kosovalilar, Gagavuzlar, Çeçenler, Uygurlar ve tabi ‘Kuzey Kibris Türk Cumhuriyeti’ özgür olmali, kendi kaderlerini kendileri belirlemeliler Onlara otonomi, hatta federasyon bile az gelir Ama bir halk hariç: Kürtler! Simdi ülkeleri dört devlet arasinda (Türkiye, Irak, Iran, Suriye) arasinda bölünmüs Ortadogu’nun, Mezopotamya, Iran ve Anadolu’nun bu kadim halki, ne sinirin bu yaninda ne öbür yaninda otonom bir statüye bile sahip olmamalilar!.. Böyle bir sey ‘Türk devleti ve ulusu’ için çok kötü olur!..
Sonuç olarak Kürtler Türk okuluna, Aleviler camiye!..
Iste bu nedenle, ulusal gelir kisi basina 10 bin dolara ulassa da, otobanlar ülkenin dört bir yanina uzansa da, ne yollarin, ne ülkenin dag ve vadilerinin kan deryasina dönmesini önleyemiyoruz. Trafik canavari ve 30 yillik bitmeyen çatisma ortami kan banyosuna devam ediyor.
Demokrasi ve özgürlük yürüyüsü gidim gidim, bir ileri bir geri
Çünkü biz, doganin her türlü olanagi sundugu bu güzelim ülkede çagdas bir demokrasiyi gerçeklestirerek, her kese ve her halka, her etnik gruba özgürlük taniyarak, esitlik temelinde insanca bir yasam kurmayi henüz basaramadik.
Çagi çok geriden izliyoruz.
Bu gidisle bakalim, Kürt sorununda barisçi çözüm istedigi için bu ülkenin bir Cumhurbaskani’na, Özal’a verildigi düsünülen zehri de arastirip kanitlayabilecek miyiz?
27 Eylül 2012
Kemal Burkay