Imrali ve Oslo Süreçleri ve ‘Devrimci Halk Savasina’ dair
Türkiye’de iki önemli konu siyasi gündemin basinda geliyorlar. Bunlardan biri son dönemde giderek artan PKK’nin silahli eylemleri, ötekisi ise basina yansiyan Oslo Mutabakati. Her iki konu birbirinden bagimsiz degil, Öyle ki PKK’nin son silahli eylemlerine gösterdigi gerekçelerinden birisi, hükümetin Oslo Mutabakati’nin gereklerini yerine getirmemesi. Bu nedenle gelismeleri dogru degerlendirmek için, Mutabakat’ta nelerin yer aldigini bilmek gereklidir.
Oslo Mutabakat’i söyle:
‘1 – Taraflar, süregelen Oslo ve Imrali süreci baglaminda, Kürt sorununun çözümü konusundaki kararliliklarini koruduklarini bir kez daha belirtmislerdir.
2 – Taraflar, bu güne kadar Oslo ve Imrali süreçlerinde vurgulanan Kürt sorununun kalici çözümüne yönelik temaslarin sürdürülmesi ve yürütülecek çalismalarin Anayasal ve yasal çerçevede sonuçlandirilmasinin esas alinmasinin gerekliligi konusunda varilan mutabakatlari teyit ederler.
3 – Taraflar, 10 Mayis 2011 de Imrali’da yapilan görüsmede Sayin Öcalan tarafindan sunulan, ‘Türkiye’de Temel Toplumsal Sorunlarin Demokratik Çözüm Ilkeleri Taslagi’, ‘Türkiye’de Devlet ve Toplum Iliskilerinde Adil Baris Ilkeleri Taslagi’ ve ‘Kürt Sorununun Demokratik Çözüm ve Adil Barisi Için Eylem Plani Öneri Taslagi’ adi altindaki taslaklar konusunda, en geç Haziranin ilk haftasina kadar görüs ve önerilerini sunarlar. Kürt tarafi, sözü edilen taslaklari memnuniyetle karsilar, prensip ve ilkesel olarak kabul eder.
4 – Taraflar, ayni süre içinde yukarida adi geçen taslaklarda zikredilen Anayasa Konseyi, Baris Konseyi, Hakikat ve Adalet Komisyonu için isim düzeyinde çalisma yaparlar ve netlestirdikleri isim önerilerini sunarlar.
5 – Türk tarafi, seçimlerden sonra en kisa zamanda örgütü temsilen iki kisinin sayin Öcalan’i ziyaret etmesi, yukarida adi geçen konsey ve komisyonlar kurulduktan sonra, birer alt komisyonlarinin da sayin Öcalan’la iliskilendirilmesini taahhüt eder.
6 – Kürt halkinin siyasi ve legal temsilcileri, basin yayin organlari ve çalisanlarina yönelik uygulanan baski, tutuklama ve çalismalarini engelleme vb. yönelimlere son verilmesi ve KCK adi altinda gerçeklesen siyasi operasyonlarda tutuklananlarin serbest birakilmasi, sürecin yumusatilmasi ve çözüm yönünde ilerlemesi için önemli bir adim olacaktir. Bu çerçevede Türk tarafi ilk adim olarak Newroz ve sonrasinda tutuklanan Kürt siyasetçileri birakmayi taahhüt eder.
7 – Taraflar, seçimlerin güvenli bir ortamda geçmesi ve ortamin normallesmesi için, en üst düzeyde kamuoyuna açik çagri yapacaklardir.
8 – Kürt sorununun nihai çözümünün, ancak çatismasizlik zemininde gerçeklesebileceginden hareketle tüm askeri, siyasi ve diplomatik operasyonlarin ve eylemlerin durdurulmasi ve uygun tedbirlerin karsilikli gelistirilmesi esastir. Bu çerçevede taraflar, 15 Hazirana 2011’e kadar her türlü operasyon ve askeri eylemlerini durdururlar.
9 – Taraflar, müzakereleri derinlestirmek ve gündemdeki konulari tartismak üzere hazirliklarini yaparak 2011 Haziran ayinin yarisinda bir araya gelmeyi kararlastirmislardir.”
Basinda yer alan Oslo Mutabakati metni, daha önce degisik vesilelerle basina yansiyan belge, bilgi ve ses kayitlarinin özeti gibi, derli, toplu hali. Taraflarin belgenin altinda imzalari yok. Ama bu belgeyi önemsiz kilmaz, taraflarin sorumluluklarini ortadan kaldirmaz. Bu nedenle içeriginden bagimsiz olarak, taraflara Mutabakat metninde yer alan maddelere niçin uymadiklari, anlastiklari noktalari niçin hayata geçirmedikleri sorulmalidir.
Hiç kusku yok. Milliyetçiligin sokaklarda etkin oldugu bir dönemde Öcalan ile görüsme cesareti gösteren AK Parti Hükümeti, görevlendirdigi ve arkasinda durdugu memurlarinin vardigi mutabakata uygun davranmadi. AK Parti hükümeti, demokratiklesme ve açilim sürecine hiz vermek yerine frene bastigi, giderek güvenlikçi politikalara sarildigi için, son dönemde akan kanin basta gelen sorumlusudur.
PKK de akan kandan sorumludur. PKK’ye, kendisi açisindan basari sayilabilecek böylesi bir Mutabakat sonrasinda, liderinin ‘tarihin en büyük anlasmasini imzalamanin esigine geldik; devrimci halk savasina gerek yok,’ açiklamasina ragmen, niçin askeri saldirilarini artirdigini da sormak, bu politikasini sorgulamak gerekiyor. Ve ben bu yazimda agirlikla PKK’nin bu tavri üzerinde duracagim.
PKK ve çevresi bu durumu ‘hükümetin verdigi sözü yerine getirmedigini, Öcalan’in sundugu ve Mutabakat’ta yer alan eylem planlari ve taslaklari cevapsiz biraktigini, Öcalan üzerinde tecrit uyguladigini’ ve benzeri gerekçeleri ileri sürerek izah etmeye çalisiyorlar.
AK Parti Hükümetinin Öcalan’in taslaklari üzerinde bir çalisma yapip yapmadigini bilecek durumda degilim. Ama PKK’li arkadaslarin Öcalan üzerindeki tecrit konusunu abarttigini düsünüyorum. AK Parti ve öncesi hükümetlerin, Öcalan’in avukatlari ve ailesiyle görüsmesini engelledikleri, elbette dogru. Ama son ‘tecrit’te durum biraz farkli görünüyor. Öcalan’in ‘Hükümet de, Qendil de beni kullaniyor, kimsenin taseronu olmam’ diyerek görüsmelere çikmayi reddettigi biliniyor Yani bir tecritten bahsedilecekse eger, bunda Öcalan’in ‘taseron olmama’ arzusunun da belirleyici oldugunu gözden irak tutmamak gerekiyor.
Öte yandan, Öcalan’in ‘hücresi dar’, ‘sagligi bozuldu; zehir verildi’ gerekçeleriyle taraftarlarini sokaga döken, güvenlik güçleri ile çatistiran, etrafi yakip yiktiran ve bu arada göstericilerden bazilarinin ölümüne neden olan PKK yöneticilerine, ‘böylesi bir Mutabakat metninin imzalandigi masayi terk etmenize, yukarida saydiklariniz ve benzerleri gerekçe olur mu’ diye sorsam, saflik etmis olur muyum? Elbette ben de asil nedenin baska oldugunu biliyorum, ama bence bu soru sorulmali.
Asil nedenler PKK’nin AK Parti Hükümetine yönelik degerlendirmesinde, yeni stratejisinde ve bu strateji uyarinca Ortadogu’da yasanan son gelismelere yönelik aldigi tavirlarda gizli bulunuyor.
Bazilari için bilinenlerin tekrari olacak, ama konunun daha iyi anlasilmasi için biraz gerilere gitmek, Imrali sürecinin ilk yillarinda Öcalan’in söylediklerini aktarmak gerekecek. Hemen söylemeliyim ki alintilardaki altini çizmeler ve italikler bana aittir.
Imrali’ya getirildigi ilk günlerin birinde, kendisini ziyarete gelen doktora ‘Imrali’yi baris adasi haline getirecegim’ diyen Öcalan, 5 Temmuz 1999 tarihinde, avukatlari ile yaptigi görüsmede, gerillalarin sinir disina çikartilmasindan bahseder. Çünkü Öcalan’a göre devletin ileri adim atmasi ‘PKK’nin güven vermesine bagliydi.’ (Cengiz Kapmaz, Öcalan’in Imrali Günleri, s. 87)
Öcalan avukatlari görüstükten iki gün sonra PKK Baskanlik Konseyi’ne gönderdigi mektupta söyle diyor:
‘Anlamsiz siddet sorunlari içinden çikilmaz hale getiriyor. Siddete son vermek sorunlarin çözümünde temel halka olmaktadir. Kürt sorunundaki çatisma düzeyi siddet içerigini fazlasiyla yasamis ve baris süreci toplumun tüm düzey ve derinliklerinde en temel amaç haline gelmistir. Agirlikli olarak siddet yaklasimlari objektif olarak çikmazi derinlestirmekten, sahte bir rant ekonomisi ve politik yapi üretmekten, dolayisiyla en gerici sonuçlara yol açmaktan öteye varmiyor.
‘Mevcut durum asilmazsa sonuç çikmazda ve tekrarda derinlesmedir. Gecikmis de olsa mütevazi ve gerçekçi bir baris seçenegi tek yol olarak karsimizda duruyor. Ama oldukça engeller var. Yillarin siddetinin ortaya çikardigi gerçekler iyi özümsenirse kolay bir baris yolu bulunur. Yok eski tutum ve davranislar bu sürece de oldugu gibi yansitilirsa çok zor olur. Türkiye realitesinde Kürt sorununa çok özgün yaklasmak geregi açiktir. Önümüzdeki baris için arkadaki savas dersleri çok iyi göz önüne getirilmelidir. Her seyden önce içte ve dista çok yönlü provokasyonlar kendini dayatabilir.’ (Cengiz Kapmaz, age, s. 88)
Görüldügü gibi Öcalan’in söyledikleri yorumu gerektirmeyecek kadar açik ve net. Öcalan siddetin çözüm olmadigini, aksine derinlestirerek sahte bir yapi olusturdugunu söylüyor ve örgütünü içte ve dista olasi provokasyonlara karsi uyariyor.
Öcalan bununla da yetinmiyor, gerillanin sinir disina çikmasi için belirledigi 1 Eylül 1999 tarihini öne aliyor ve 2 Agustos 1999 tarihinde avukatlarina ‘geri çekilme hemen baslamali’ diyor. Öcalan, avukatlari vasitasiyla kamuoyuna su açiklamayi yapiyor:
‘Türkiye’de çatisma ve siddet ortami insan haklari ve demokratik gelismenin önünde engel teskil etmektedir. Agirlikli olarak Kürt sorunundan kaynaklanan siddet bunda temel rol oynamaktadir. Çikmazi asmak ve sorunlarin çözüm yolu siddete son vermeyi gerektirmektedir. Bu nedenle PKK’nin 1 Eylül 1988’den beri tek tarafli yürütmeye çalistigi ateskes sürecinde, 1 Eylül 1999’dan itibaren silahli mücadeleye son vermeye ve güçlerini baris için sinirlarin disina çekmeye çagiriyorum.’ (Cengiz Kapmaz, age. s. 96)
Yine görülecegi üzere Öcalan, örgütünü sadece gerilla güçlerini sinirlarin disina çikarmayi degil, ayni zamanda silahli mücadeleye son vermeye çagiriyor. Öcalan ayni gün PKK Baskanlik Konseyi’ne, devletin Imrali’dan çikmasina izin verdigi bir mektup yaziyor. Öcalan bu mektubunda söyle diyor:
‘(
) Klasik askeri güce dayali mutlak zafer arama yolunun artik geçersizligi söz konusudur
Bizler için daha önemli ve hayati olan bunda PKK’nin rolünü ortaya koymak ve üzerine düseni yapmaktir
Duygusal, feodal ve aliskanliklari tekrarlayan yaklasimlar ancak çikmazi gelistirir, çatismayi körükler
Mevcut sorunsallik durumu çok açik bir siddeti degil tam tersine acil bir demokratik diyalog ve uzlasma sürecini yaratmayi zorunlu kilmaktadir. (
) Kürt sorunu ve tüm Türkiye’de demokrasi için artik siddete ihtiyaç yoktur. (
) Bu noktada çatisma durumunu sürdürmenin ilerletici siyasi bir anlami olmadigi gibi, bu durum daha çok tikayici, krize ve sovenizme götüren son derece olumsuz yönlere hizmet edecektir.’ (Cengiz Kapmaz, age. s.97)
Anlasilacagi üzere Öcalan, siddeti sadece gereksiz degil, ayni zamanda demokratiklesmenin önünde tikayici, krize yol açan, sovenizmi artiran bir sey olarak görüyor. Ayni mektubunda, ‘devlet-ordunun hükümranligi geregi sinirlarindaki varliginin mesruiyeti kadar, karsisinda bir silahli gücü ya imha edecegi, ya da sinirlarin disina atacagi da açiktir’ diyen Öcalan, TC ordusunun Kürdistan’daki varligini mesru görüyor ki, bu belirlemesi bir baska yazinin konusudur.
Öcalan’in Imrali sürecinde, siddetin gereksiz olduguna dair söylediklerini daha fazla uzatmanin geregi yok.
Cengiz Kapmaz, PKK’nin Öcalan’in bu çagrilarina yönelik cevabi konusunda, adi geçen kitabinin ‘PKK: Emrindeyiz’ adi altindaki bölümünde söyle yaziyor:
‘Öcalan’in yaptigi açiklama, üç gün sonra PKK tarafindan onaylandi. PKK Baskanlik Konseyi, 5 Agustos 1999’da, Öcalan’in çagrisina uyacaklarini açikladi. Bu açiklamadan sonra PKK’ye bagli diger birimler ARGK, ERNK ve PJKK’den de ayni yönde açiklamalar yapildi.’ (Cengiz Kapmaz, age. s. 102)
Öcalan, yukaridaki belirlemelerini, Türkiye’de 28 Subat darbesi sonrasinda kurulan Demokratik Sol, ANAP ve MHP’nin iktidar oldugu bir dönemde yapiyor, PKK’yi silahli mücadeleye son vermeye çagiriyor. Söz konusu koalisyon hükümeti ise, Kemalist ve ‘laik’ sistemi ‘irtica’dan korumak amaciyla, militaristler, generaller ve sivil isbirlikçileri tarafindan düzenlenen ve ‘bin yil sürecek’ denilen 28 Subat darbesinin ürünü.
Ama süreç omuzu kalabaliklarin istedigi dogrultuda gelismedi. 2002 genel seçimlerinde, 28 Subat post modern darbesinin hedefi olan partinin bazi kadrolarin olusturdugu AK Parti basarili çikti. AK Parti, acemilik-çiraklik döneminde, kendisini askerlere karsi korumak amaciyla da olsa, AB sürecine asildi, demokratiklesme konusunda önemli yasal ve anayasal degisiklikler yapti. Kuskusuz, PKK’nin ilan ettigi ateskes ve gerillalarin Güney Kürdistan’a çekilmesinin de, bu degisimde önemli rolü oldu.
Demokrasi ve Kürd halkinin düsmani 28 Subat sürecinin ürünü olan koalisyon hükümetine karsi ‘baris güvercini’ olan Öcalan’in dili, AK Parti’nin iktidara gelmesinden sonra da devam edecegine, giderek sertlesti.
Bu durumun nedenleri arasinda Öcalan’in Mustafa Kemal’e iliskin görüsü ile AK Parti’ye yönelik degerlendirmeleri geliyor. Öcalan’in degisik vesilelerde yaptigi açiklamalarda Mustafa Kemal’i yere göge sigdiramiyor. Cumhuriyet döneminde devlete karsi direnen Kürd liderlerini ‘Mustafa Kemal’i anlamamakla’ suçlayan Öcalan, ‘yeni kurulan Cumhuriyet’in korunmasi için’ asiriliklarin kaçinilmaz oldugunu söylüyor. Örnegin asagidaki belirlemeler Öcalan’a ait:
‘Onda (Mustafa Kemal’de MT) irk temelinde bir milliyetçilik yok. Kültür milliyetçiligi var. (
) Öcalan ‘Ne mutlu Türküm diyene’ kavramini nasil yorumlamak gerekir’ diyerek söyle devam ediyordu: ‘Onun kaynaginda Osmanli döneminde kullanilan ‘idraksiz Türkler’ anlayisi var. Anadolu’da yasayan Türkmenleri idraksiz Türkler seklinde degerlendirip vatandas saymiyorlardi. Bu yanlis anlayisi yikmak ve vatandaslarin kendilerine güveninin gelmesi için kullanilmistir. (
) ‘Kendi milletini inkar et, zorla Türk ol’ diye bir sey yok. Bu dogal asimilasyon sürecinde Türklesen Kürtler de var, Kürtlesen Türkler de var.’
(Cengiz Kapmaz, age. s. 300) Öcalan’in yukaridaki belirlemelerinin, degme Kemalistlerin yaptiklarindan herhangi bir farki var mi? Bence yok.
Öcalan ayni konusmasinda, Mustafa Kemal döneminde Kürt dili ve kültürü üzerinde baski uygulandigini, Kürdçenin kullanilmasini, gelisip güçlenmesini engellemek amaciyla da, Kürtçe egitim verilen Kürdistan’daki takke ve zaviyeleri kapatildigini; Kürtçe konusulanlara para cezasi verildigini unutmus olacak ki ‘dogal asimilasyon süreci’nden bahsediyor! Tipki Kemalistler gibi
Öcalan’in AK Parti’ye yönelik degerlendirmeleri de Kemalistlere ve son günlerde Balyoz Davasi’nda mahkûm olan generallerinkine çok yakin. Asagidaki belirlemeler de Öcalan’a ait:
‘Öcalan (
) AKP’nin Ordu’yu zayiflatmak için kendilerini Ordu’yla karsi karsiya getirmek istedigini düsünüyor. ‘Ordu bizimle ne kadar ugrasirsa AKP o kadar rahat Islamci politikasini uygulayacak. (
) Kürdistan’da AKP’yi teshir ve tecrit edin.’ (Cengiz Kapmaz, age. s. 259)
Hakkini yememek lazim. Öcalan ‘AKP ( ) Samimi davranirsa, güncellesmis Kemalizm ve Islami görünümle de sorunun çözümü olabilir. Biz önyargili olmayacagiz AKP’ye karsi. ( ) Erdogan’i pesinen karalamak istemiyoruz. AKP geçicidir bana göre. AKP demokrasiye hizmet etmezse sert muhalefet edecegiz’ de diyor. (Cengiz Kapmaz, age. s.260-261)
Ama ‘(Öcalan) 2003’te yaptigi ‘AKP ordu ile aramizi açip bizi ordu ile çatistirmak istiyor’ elestirisini 2004 yilinda da sürdürdü. Öcalan’a göre bu yüzden AKP Kürt sorununda çözüme yanasmiyordu.’
‘Öcalan AKP içinde devletin imkân ve olanaklari kullanilarak Kürt Federe Devleti’nin temellerinin atildigini söylüyor, bunun için kendisi ve yoksul Kürt halkinin devredisi birakilmak istendigini vurguluyordu.’
‘Öcalan ‘Dinsel milliyetçilige dayanan AKP’dir. Hem Türk hem Kürt etnik milliyetçiler en çok AKP’nin içindedir. Seyhler, aga takimi, kendi içlerindedir’ diyor. AKP’nin dinsel fasizm amaçladigini vurguluyordu.’ (Cengiz Kapmaz, age. s. 303-304)
Alintilari uzatmanin geregi yok. Öcalan’in iktidarinin ilk yillarinda AK Parti hakkinda yaptigi bu degerlendirmeler, sonraki yillarda ‘AK parti kendi Ergenekon’unu yaratiyor; Ak Parti yesil fasizm kuruyor’ ve benzeri belirlemelerle devam etti
Öcalan’in AK Parti iktidari ve bu baglamda Güney Kürdistan Hükümeti’ne yönelik belirlemelerinin, birkaç gün önce Balyoz Davasi’nda mahkûm olan ve kendilerini ‘Mustafa Kemal’in askerleri’ olarak gören omuzu kalabalik askerlerin basina yansiyan görüs ve degerlendirmelerinden ne farki var?
PKK’nin son dönemde artan silahli eylemleri, Kemalistlerle ayni paralelde olan ve yukarida özet olarak bahsettigim AKP’ye yönelik yanlis belirlemelerinden kaynaklaniyor. Çünkü her sey bir yana. AK Parti’ye muhafazakâr, tutucu, ilimli Islamci vb diyebiliriz. Ama onu ‘fasist’ olarak degerlendirmek yanlistir; MHP’nin, Kemalistlerin, ulusalcilarin kisaca ‘Kizil Elmaci’larin hakkini yemektir!
Daha sonra yasananlar ise göz ününde; biliniyor. Öcalan, PKK ve çevresi AK Parti Hükümeti’ne karsi tavrini ve dilini giderek sertlestirdi. Ara sira çatismasizlik ve süreli ateskes dönemlerinin de yasandigi kisa sayilmayacak bir süre içinde, PKK’nin silahli eylemleri giderek artti. Hiç kusku yok bunda ‘devlet tarafindan dikkate alinma’ kaygisi da önemli rol oynadi.
Taraf yazari Kurtulus Tayiz, 24 Ocak 2011 tarihli ‘Öcalan: ‘Asker bana savasi tirmandirin’ dedi’ baslikli yazisinda, Cengiz Kapmazin adi geçen kitabindan su alintiyi yapiyor:
‘Öcalan, Imrali’da tansiyonun giderek tirmandigi o günlerde 2000 tarihinde Imrali’da yasadigi bir olayi ‘Burada iste bunlari yasadim’ sözleriyle anlatti: ‘2000’in basinda burada sorguya katilan yetkililer gelmisti. Bazilari komutandi, yetkili olarak konustu. Bana; ‘siz güçlerinizi sinir disina çektiniz, tek tarafli adim attiniz, bundan sonra da tek tarafli adim atacaksiniz. Ancak ordu, devlet sizi dikkate almaz’ diyordu. Ben, devletin politikasini sordum. Onlar da ‘devlet bu düsük yogunluklu savasla sizi dikkate almaz, savasi tirmandirin, daha ciddi bir savas verin o zaman dikkate alinirsiniz, sizi dikkate almak zorunda kalirlar’ diyordu. Kelimesi kelimesine böyle degildi ama öz itibariyle böyle söylemek istiyorlardi. Yani savasi orta yogunluktaki bir düzeye çekmemiz halinde devletin bizi dikkate almak zorunda kalacagini belirtiyordu. Tabii ben savasi tirmandirmadim. Bunu çekindigim ya da korktugum için de böyle yapmadim, samimiydim, sorunun böyle çözülecegine inaniyordum.’ (8 Temmuz 2009)
Daha sonra yasanan gelismelerle, Öcalan’in AK Parti Hükümeti ve TC Ordusu’na yönelik degerlendirmeleri dikkate alindiginda, ‘Tabii ben savasi tirmandirmadim. Bunu çekindigim ya da korktugum için de böyle yapmadim, samimiydim, sorunun böyle çözülecegine inaniyordum’ derken dogruyu söylemedigi ortaya çikar. Aksine avukatlari vasitasiyla örgütüne çatismalarin tirmandirilmasi talimati gönderdigi biliniyor.
Öcalan, kendi çagrisi üzerine 2004 yilinin ilk yarisinda toplanan Kongre Gel 2. Kongresi’ne gönderdigi avukati vasitasiyla ‘ateskesi ortadan kaldirma, aktif mesru savunma karari’ aldirdi.
Ilginç olan bu kararin, AK Parti Hükümeti’nin demokratiklesme ve AB sürecinde en aktif oldugu, bazi kismi ama önemli degisimlere imza attigi dönemde alinmasidir.
Kongreye katilanlardan, PKK’nin en üst organlarinda görev alan, daha sonra PKK’den ayrilarak PWD’yi kuranlar arasinda bulunan ve su anda PWD Genel Sekreterligi görevi yürüten Botan (Nizamettin Tas), kongrede kendi grubunun savasa karsi çiktigini belirtiyor. Ama Abdullah Öcalan’in avukatlarindan birinin ‘Baskan’in kararidir’ diyerek Kongre’ye savas kararini dayattiklarini söylüyor. Tas’a göre, ‘PKK’nin tekrar silaha sarilmasi, derin devletle baglantiliydi ve amaç AKP’nin tasfiyesi için PKK’nin devreye sokulmasiydi’ Botan’a göre, ‘PKK’nin savas karari almasi otomatik olarak PKK’yi, AK Parti’ye karsi Ergenekon’un darbe girisiminin aracisi haline getirdi.’ (Vahap Çoskun, Demokratiklesme ve PKK, 24-25 Eylül 2012, tarihli Taraf gazetesi)
PKK’nin giderek artan son eylemlerinde rol oynayan öteki etkenlere gelince
Bunlarin basinda PKK’nin yeni stratejisi, ‘Devrimci Halk Savasi Stratejisi’ geliyor. Bu stratejinin ne oldugunu ve neleri amaçladigini anlamak için stratejinin mimari oldugu söylenen Duran Kalkan’in 5 Haziran 2011 tarihli ANF bülteninde yayinlanan ‘Neden Devrimci Halk Savasi?’ adli uzunca makalesine bakmak gerekiyor:
‘Dördüncü Stratejik Dönem, Devrimci Halk Savasi degil de, baris dönemi de olabilirdi. Örnegin barisçil insa stratejisi uygulayabilirdik. Ekonomik kalkinma agirlikli bir stratejik mücadele ve çalisma dönemi olabilirdi. Fakat bunlar olmadi. Yeniden bir savas durumu gündeme geldi. Bu savasin hedefi olarak da, ‘Varligini Koruma Ve Özgürlügünü Kazanma’yi koyuyoruz. Demek ki Kürt halkinin hala varligini koruma sorunu vardir (
)
‘1993 yilindan itibaren zayif verilerle stratejik degisiklik yapmak, siyasi çözüm arayisina girmek zorunda kaldik. Siyasi çözüm zemini yaratilmadiysa, neden ateskes ilan edildigi, öyle bir sürece girildigi sorulabilir. Hiçbir siyasi zemin yaratilamamis degildi. Bu anlamda belli bir siyasi zemin vardi. Fakat bu zemin zayifti. Serhildan düzeyi her an katledilmeye, tasfiye edilmeye açikti. (
) Sonuçta zayif temellere dayali olarak, siyasi çözüm arayisina girdik. Daha dogrusu demokratik, siyasi mücadeleyi gelistirerek, ona dayanarak, öyle bir mücadelenin etkisiyle, siyasi çözüm sürecini gelistirebilir miyiz arayisina girdik. Düsman da bu zayifliga dayanarak topyekun savasi dayatti ve bizi imha ve tasfiye ile yüz yüze getirdi. Zayif olarak var olan siyasi çözüm imkanlarinin, siyasi çözüme dönüsmesini engelledi. (
) Siyasi mücadele süreci açisindan da, süreci yürütemedik. (
) 1 Eylül 1998 yilinda gerçeklestirilen üçüncü tek tarafli ateskes süreci geldi. Orada hiç varlik gösteremedik. (
) 2003 yilinda AKP iktidara gelir gelmez Önderlik, üç aylik süre tanidi ve ona göre hazir olsaydik, AKP daha bu kadar güçlenmeden, hegemonya kurmadan onu zorlayabilirdik. Ona, siyasi çözüme dönük adimlar attirabilirdik. (
) Daha sonra da 2005 yilindan itibaren diyalog adi altinda bir süreç gelistirildi. 2006 Agustos ayinda bu çok daha da ileri götürülüp bazi çevreler araya girdiler. (
) Ama bes-alti yil geçmesine ragmen hala ciddi bir sonuç yoktur. Hala çok az sonuçlarla hareket ediliyor. Elbette hiçbir sonuç yok degil. Önderlik ile avukatlarin haftalik görüsmesi bile buraya baglidir. Bunlar, Türkiye’nin iyi niyetiyle, hukuk devleti olmasiyla gerçeklesmiyor. Böyle saniliyorsa bile bu büyük bir yanilgidir. Her sey karsilikli pazarliklarla, mücadele sonucu olarak gerçeklesmektedir. Önderlikle görüsmeler oluyor. Buna bir tür diyalog denilmekte. (
) Bunlar elbette basit hususlar degildir. Bunlari küçümsememek gerekiyor. Bunlar da önemli gelismelerdir, ama yeterli degildir. Henüz herhangi bir sonuç yoktur ve Kürt sorununun siyasi çözümü gerçeklesmemistir. Siyasi programimiz, hedeflerimiz açisindan ele alip baktigimizda da ortada somut gerçeklesmis bir sonuç yoktur. O halde burada da basari yoktur. Yani istedigimiz sonucu alamadik. (
) Bunun için önümüze yeniden, daha büyük bir savas gündeme geliyor. Devrimci Halk Savasi Stratejisini, uygulamak zorunda kaliyoruz. (
)
‘Diger bir boyut, Kürt sorununu çözüme götürecek bir zihniyet ve siyasetin karsimizda olusmamasidir. Siyasi çözüm çabalarinin tasfiye edilmis olmasi, siyasi çözüm güçlerinin imha ve tasfiyeye maruz birakilmis olmasi bunda rol oynamaktadir. Demokratik siyaseti bir çözüm araci olmaktan çikararak, gündeme yeniden tek çare olarak Devrimci Halk Savasini getiriyor. (
)
‘1 Ekim 2006 yilinda besinci tek yanli ateskes gündeme geldi. Birçok çevre çagrida bulunmustu, aracilik yapacaklardi. DTP’den, ABD’ye kadar, oradan Güney Kürdistan yönetimine kadar birçok araci vardi. Fakat ateskes olduktan sonra, hiç kimse verdigi söze sahip çikmadi, sözünün geregini yerine getirmedi ya da getiremedi. Her ne olduysa bunlar gerçeklesmedi. 2007 seçimleri gündeme geldi. Seçimden sonra ABD ile de anlasarak, kendi içlerinde de birleserek, aralik basindan itibaren topyekun savas konseptini hayata geçiren bir saldiri içine girdiler. Savasi sadece Kuzey ile sinirli tutmadi, Güney’e de yayip sarkittilar. ABD’yle, Güney Kürdistan yönetimiyle, Irak’la bir tür uzlasma ve ortak operasyon yürüttüler. (
)
‘Geriye 29 Mart 2009 seçimleri kaldi; ‘bu seçim referandumdur’ dediler. Kim kazanirsa onun olacakti. Seçimde DTP, büyük bir basari elde etti. AKP, Kürdistan’da gerçekten de yenilgi aldi. Referandumu açik bir biçimde, Kürt demokratik siyaseti kazanmis oldu. Bu da Kürt sorununun siyasi çözüm zeminini güçlendirdi. Güçlü bir demokratik, siyasi zemin ortaya çikardi.
‘Çözüm istenmis olsaydi bundan daha iyi bir ortam olamazdi. (
) Demokratik siyaseti, Kürt sorununun siyasi çözümünün zemini yapacagina, olusmus bu zemini tasfiye etmek için, hiçbir hukuk kurali dinlemeyen bir saldiri içerisine girdi. Bir de bunun adina ‘açilim politikasi’ dedi. (
) Nerede biraz özgür demokratik bir örgütlenme, kipirdanma oluyor ve eyleme dönüsüyorsa derhal oraya baskin düzenliyorlar. Tutuklayip hapse koyuyorlar. (
) Toplumu temsil edecek, demokratik konfederalizmi örgütleyecek, Kürt demokratik toplum örgütlülügünü ortaya çikartacak bütün kurumlari kapatiyorlar, kisileri zindana koyuyorlar. Bu açik bir durumdur. Büyük bir tasfiye hareketidir. Siyasi çözüm zeminini tümden kurutmadir. Gelinen nokta böyle bir noktadir. (
)
‘Seçim bir siyasi çözüm araci olmaktan çikmistir. Siyasi diyaloga yaklasimlari da ortadir. Ortada herhangi bir yetkisi olmayan, sadece bizi oyalamak, kandirmak, zaman kazanmak amaçli, tatli dilli sözler söyleyen bir oyalama sistemi var. Yoksa öyle gerçekten de bir diyalog, müzakere, Kürt sorununa çözüm arama durumu söz konusu degildir. (
) Direnis hareketi, tatli sözlerle susturularak, demokratik siyaseti tasfiye edecek operasyonlar yürütülüyor. Böyle bir komplo ve oyun gelistiriliyor. (
) AKP’nin bu yaptigina göz boyama degil, çocuk kandirma bile denilemez. (
)
‘Seçim çözüm araci olmaktan çikmis, diyalog bir oyalama ve tasfiye araci olmustur. Siyasi soykirim operasyonlari sürmektedir. Demokratik siyasete iki seneden beri imha ve tasfiye dayatilmaktadir. Kürdistan’da siyasi mücadele yürütmenin, demokratik siyaset yapmanin kosullari yoktur. Demek ki ne siyasi mücadele yürütebiliyoruz, ne de siyaset zemini vardir. (
) Devrimci Halk Savasi bir de bu durumdan dolayi gündeme geliyor. Siyasetin hiçbir alani artik çözüm alani degildir. Çözüm olma imkani yoktur. Ne görüsmeyle çözüm bulabiliyoruz, ne seçimle çözümün önünü açilabiliyoruz, ne siyasi mücadele yürüterek, siyasi örgütlenmeye yaparak çözümü zorlayabiliyoruz. Geriye, Devrimci Halk Savasi kaliyor. 12 Eylül 1980 ardindan bize dayatilana benzer bir durum dayatiliyor. (
) PKK ve Kürt halki için direnmekten baska bir yol kalmamistir. Bu direnisin yöntemi olarak da Devrimci Halk Savasi gündeme gelmektedir. (
) Baska hiçbir yol yoktur. Ideolojik mücadele yürütme yolu yoktur. Bütün medyayi ele geçirmisler. Baska hiç kimseye nefes alma imkani bile birakmiyorlar. Siyasi mücadele imkani yoktur. Polisi örgütlemis, orduyu, generallerini, komutanlarini, kuvvet komutanlarini tutukluyor. Bu AKP oyununun, hilesinin kesinlikle bozulmasi, maskesinin düsürülmesi, AKP hegemonyasinin kirilmasi gerekiyor.
‘AKP eliyle simdi çok sahte, sinsi, ikiyüzlü ve hileli bir biçimde bir imha ve tasfiye operasyonu yürütülmektedir. (
) Bu da bize AKP’nin mevcut durumunu asacak, bir direnis mücadelesi yürütme görevi yüklemektedir. Bu direnis mücadelesini, Devrimci Halk Savasi olarak tanimladik. Bundan baska çare yoktur. (
)
‘AKP de 12 Eylül darbesinin öteki yüzü biçimindedir. (
) Gerçekten de Türkiye’nin basina bela olmus durumdalar. 12 Eylül fasist askeri darbesinden hiç de az bela olan bir konumda degildir. (
) Necmettin Erbakan’a ne yaptiklari ortadadir. O, bir ihanet hareketidir. (
)
‘Mevcut durum kesinlikle böyledir. Bu halde nasil ki ’80’li yillarda direnerek 12 Eylül fasizmini asmak gerektiyse, simdi 2010’lu yillarda da yine benzer bir biçimde, ama yeni bir paradigmayla, yeni bir program temelinde, yeni strateji ve taktiklerle, ama benzer bir öz içeren güçlü direnis temelinde, AKP fasizmini asmamiz gerekiyor. Bunun baska yolu ve çaresi yoktur.’
Uzun alinti nedeniyle hosgörünüze siginiyorum. Ama yeni stratejinin ne oldugunu, neleri amaçladigini bilmeden, PKK’nin artan silahli eylemlerini tam olarak anlamak da mümkün degil.
Özcesi, Duran Kalkan, legal, demokratik, siyasal mücadele alaninda sinifta kaldiklarini, mücadelenin en önemli alanlarindan birisi olan karsi tarafla görüsme konusunda yetersiz olduklarini itiraf ediyor. ‘Bu alanlardaki mücadele israrli olmali, Yetersizliklerimizi gidermeliyiz’ demek yerine, ‘siyasetin hiçbir alani artik çözüm alani degildir’, ‘siyaset zemini yoktur’ diyerek, önlerinde sadece bir tek yolun, devrimci halk savasi yolunun kaldigini söylüyor
Duran Kalkan’in bu belirlemeleri ne Türkiye’nin sartlarina ne de kendisini en fazla bölgemizde gösteren ve dünyayi etkisi altina alan degisim sürecinin gerektirdigi mücadele yol ve yöntemlerine uygunluk arz ediyor. Çünkü tüm eksiklik ve zaaflarina ragmen, Türkiye, bugün her türlü görüs ve önerilerin dile getirilip tartisildigi, siyasi mücadelenin tüm alanlarda yürütülebilecegi bir ülke, yeter ki bu mücadelede silaha basvurulmasin.
Elbette her türlü zulme, sömürü ve haksizliga karsi mücadele etmek en temel haklardan birisidir. Ama mücadelenin tek biçiminin silahli halk savasi oldugunu söylemek dogru degil. Bu, ülkemizin gerçekleriyle uyusmayan bir tespittir ve bu tespiti hayata geçirmek için gerçeklestiren silahli eylemlerin, halkimizin özgürlük ve demokrasi mücadelesine herhangi bir katkisi olmadigi gibi, demokratiklesmenin ve Kürd sorununun diyalog ve barisçil çözümünün önünde engel olusturmaktadir.
Öte yandan Duran Kalkan uzun yazisinda ‘devrimci halk savasi’ ile ulasilacak iki hedef koyuyor. Bunlardan birincisi ‘Varligini Koruma Ve Özgürlügünü Kazanma’ öteki ise ’12 Eylül darbesinin öteki yüzü’, ‘Türkiye’nin basina bela olmus’ hatta ’12 Eylül fasist askeri darbesinden hiç de az’ olmayan bir ‘bela’ olan, ‘bir ihanet hareketi’ olan AKP fasizmini alasagi etmek!
AK parti hakkinda yapilan yukaridaki belirlemeleri gözüm bir yerlerden isiriyor! Sizin güzünüzü de isiriyor mu?
‘Varligini Koruma ve Özgürlügünü Kazanma’ hedefine siyasal, sosyal ve kültürel mücadeleler ile varmak varken, devrimci halk savasina basvurmak, hem de bu isi ‘Öcalan’in ‘devrimci halk savasina gerek yok’ demesine ragmen yapmak. Bu durum ikinci hedefi yani AK Parti fasizminin silahla alasagi edilmesini asil hedef haline geliyor ki, bu ayni zamanda militaristlerin, Kemalistler ve ulusalcilarin da hedefidir.
Hiç kusku yok, son dönemde artan PKK eylemlerinin Ortadogu’da yasanan gelismelerle de ilgisi var.
Dünyayi etkisi altina alan degisim rüzgâri, Ortadogu’da firtina döndü. Bu firtina su anda Suriye’de iç savas biçiminde esiyor. Suriye’de çatisan taraflar sadece BAAS rejimi ve karsitlari degil. Suriye ayni zamanda bölgede hâkimiyet kurma kavgasina tutusan iki eksenin, iki ittifakin hegemonya savasina da sahne oluyor.
Ittifaklardan biri Sünni, ötekisi ise Sii ittifakidir. Sünni ittifak, Türkiye, Suudi Arabistan, Katar, Ürdün’den olusuyor. ABD’nin bölgedeki müttefiklerinden olusan bu eksen, ayni zamanda NATO ve Avrupa ülkelerinin de destegini aliyor. Sii cephe ise Iran, Suriye, Lübnan Hizbullah’i ve kismen Maliki hükümetinden olusuyor. Bu eksen de uluslararasi planda Çin, Rusya ve Venezüella gibi ülkelerin destegine sahip. Ve her iki ittifak da Kürdlerin bölünmesine yol açan ve varligini sürdüren statünün devamindan yanalar.
Bu iki ittifaktan birini seçmek, angaje olmak, içinde yer almak, Kürdlerin çikarina degildir. Aksine Kürdler olabildiginde bu seçimden uzak kalmak için çaba göstermelidirler. Oysa PKK kurmaylari Sii-Kürd ittifakini öneriyorlar.
Biliniyor, geçmiste PKK uzun bir dönem ABD emperyalizmi, Türk sömürgeciligi ve Israil’in olusturdugu gerici cepheye karsi, Iran, Suriye ve Kürdlerin devrimci cephesini öneriyordu!
12 Eylül’den bir müddet önce PKK’nin Suriye’ye geçip orada üslendigi, BAAS rejiminin PKK’yi destekledigi ve politikalarinin belirlenmesinde söz sahibi oldugu da bir sir degil. Ayni seyler Iran için de geçerli. PKK-Iran iliskileri uzun bir dönemdir devam ediyor, Iran PKK’ye sinirlarinda her türlü kolayligi gösteriyor, destek sunuyor ve elbette bunun karsiliginda da PKK’den bazi taleplerde bulunuyor
PKK de Murat Karayilan’in ‘Bölgeyi yeniden dizayn etmek isteyen uluslararasi güçlerin amaçlarindan birisi de Iran’i kusatmaktir. Simdi daha çok Suriye ile ugrasiyorlar. Kendilerince orayi hallettikten sonra, sira Iran’a gelecektir. Böyle bir asmada biz Kürtler olarak ayrica Iran’a karsi savas halinde olmayi pek dogru görmüyoruz’ diyerek Iran’i kollayan bir tavir içine giriyor. (Sinan Çiftyürek’in, Rejim çikmaz sokakta adli makalesi, Newroz)
‘Iran’a karsi savas halinde olmayi dogru bulmayan’ Karayilan, PJAK’a demokratik hak ve özgürlüklerin amansiz bir baski altina alindigi, hemen her gün bir-iki Kürd yurtseverinin, insan haklari savunucusu ve demokratin idam edildigi Iran’da, mollalar rejimine karsi barisçil mücadele biçimini öneriyor. Legal, barisçil ve demokratik mücadele sartlarinin oldugu Türkiye’de ise devrimci halk savasinin güçlendirip gelistirilmesini istiyor. Niye?
Çünkü Sii-Kürd ittifaki, Suriye ve Iran ile gelistirilen iliskiler, alinan destek öyle gerektiriyor da ondan!
Görüldügü gibi silahli mücadele, ülke gerçekleriyle uyusmayan, gözü kapali AK Parti düsmanligi üzerine insa edilen, miadi çoktan dolmus ‘devrimci halk savasi’ stratejisi, sadece demokratiklesmenin önünde engel olmuyor, Kürd sorununun barisçil ve diyalog yoluyla çözümünü geciktirmiyor. Ayni zamanda insani bölgedeki statüyü koruyan gerici ittifaklarin destekçisi yapiyor, politikalarin daha fazla ipotek altina girmesine yol açiyor.
Bu yol, denenmis, çikmaz ve siddet sarmalinin derinlestiren bir yoldur. Bu yolda israrli olmak, sorunun çözümüne hizmet etmez ve Kürd davasina yapilabilecek en büyük kötülüktür.
Dogru olan sorunun diyalog yolu ile çözümünde israrli olmaktir. Çatismalarin durmasi, diyalog için bir sart olmamakla birlikte, baris ortami, bu yöntemle sonuç almayi kolaylastirir. Bu nedenle, Oslo görüsmelerinin yeniden baslamasi konusundaki taleplerin arttigi bir dönemde, PKK’nin devrimci halk savasi stratejisini bir kenara birakarak, kayitsiz sartsiz ateskes ilan etmesi sürece yapilacak en anlamli katki olacaktir.
Zaten Öcalan da bir dönem,’Türkiye’de çatisma ve siddet ortami insan haklari ve demokratik gelismenin önünde engel teskil etmektedir’, ‘Anlamsiz siddet sorunlari içinden çikilmaz hale getiriyor. Siddete son vermek sorunlarin çözümünde temel halka olmaktadir’ dememis miydi?
28 Eylül 2012
Deng Dergisi’nin 88. sayisindan alinmistir.
Mesud Tek