Dil – Anadil – Anadilde Egitim
A-DIL: ilk çag filozoflarindan PLATON dili ‘kendi özel düsüncelerini sesin yardimiyla özne ve yüklemler araciligi ile anlasilabilir duruma getirmek’ biçiminde tanimliyor.
Türk dil bilimcilerinden Dogan AKSAN ‘dil; düsünce, duygu ve isteklerin bir toplumda ses ve anlam yönünden ortak olan ögeler ve kurallardan yararlanarak baskalarina aktarilmasini saglayan çok yönlü çok gelismis bir dizgidir’ diye tanimlamaktadir.
Bu ilk ve son dönem tanimlamalarinin yaninda
· ‘Dil agzin anahtaridir’
· ‘Dil düsüncedir, düsüncenin disariya yansimasidir’
· ‘ Dil algilama ve kavrama isidir’
· ‘Dil bir açiklama, bir açiga çikarmadir’
· ‘Dil ulusun aynasidir’
· ‘Insan ancak diliyle insandir’
Seklindeki kisa ve özlü tanimlamalarda her biri bir yönü ile dile açiklik getirmektedir.
Tüm bu tanimlamalardan su anlasilmaktadir
Insanlar diger insanlarla ister birebir iliski ister grupsal iliski kurmak için yöntemler gelistirmenin kaçinilmazligini duyumsamislardir böylece dil kullanmanin insan iliskileri açisindan en belirgin ve esasli unsur oldugu sonucuna varilmistir. Çünkü insanoglu dogadan karsilayabilecegi gereksinimlerini, alet ve araçlarini toplumla birlikte kullanabilmesi için bir iletisim aracina sahip olmanin kaçinilmazligini görmüstür. Bu kaçinilmazlik dilin ortaya çikisina zemin hazirlamistir. Bu zemin insanin düsüncelerini ifade edebilme ve baskalarina aktarabilmede, karsisindakini algilayabilmede gerekli olan dili, yani en iyi en önemli iletisim aracini ortaya çikarmistir. Ancak dili sadece bir iletisim araci olarak görmemek gerekir. D.AKSAN ‘Bir ulusun yasayis biçimi, inançlari, gelenekleri, dünya görüsü hatta bir toplumda tarih boyunca meydana gelmis olaylar üzerinde hiç bir bilgimiz olmasa yalnizca dil bilim incelemeleriyle o dilin söz varliginin, söz hazinesinin derinligine inerek bütün bu konularda çok degerli bilgilerin ipuçlarini elde edebiliriz’ diyerek dilin toplumsal yasamin önemli bir yansimasi ve ruhu olduguna vurgu yapmaktadir.
HUMBOLDT ise ‘Dillerin birbirine yabanci olusu insanlarin dünyayi farkli biçimlerde algilamasinda ve bu farkli anlayisa göre de farkli dil dizgeleri olusturmasindadir. Dil dizgesi, o dizgede uzlasan insanlari bir arada tutar. Dayanisma, paylasim, egemen olma duygusu, umut, umutsuzluk, gelenek, görenek, sevinç, üzüntü… Bir toplumun ürettiklerinin tümü bu dilde gerçeklesir’ diyerek dilin toplumsal yapinin olusmasina ve ruhuna katkisini dile getirmektedir.
DIL DÜSÜNCE ILISKISI
Dil ile düsünce arasindaki iliski birçok dil bilimcisini ugrastirmistir.
Ilk çag filozofu PLATON ‘Düsünme ve konusma seylerinin ayni sey oldugunu yalniz içinden konusmanin ruhun sesi açiga vurmadan kendi kendine konusmasi’ olarak belirtiyor.
Günümüz dil bilimcilerinden LANGACKER düsüncenin, bilinçli bir fikir ugrasisi olarak incelendiginde dilden bütün bütün ayri olarak ortaya çiktiginin saptandigina deginir. Müzik, besteleme, heykel yapma gibi bazi islerin dile bagli olmadigini belirten bilgin, kimi zaman düsüncelerimizi anlatacak sözcük bulamayisimizi da hatirlatarak ‘eger dil olmadan düsünemez idiysek böyle bir sorun ortaya çikmazdi’ biçimindeki yargisiyla düsüncenin dilden ayri var olabilecegi görüsüne egilim göstermektedir. Ancak bilgin düsüncenin en büyük bölümünün dille ilgili oldugunu kabul eder. Öte yandan dildeki simgelerin; özellikle adalet, demokrasi, özgürlük… Gibi soyut tasarimlarda önem tasidigini ifade eder. Örnegin adaletin masa gibi somut bir tasarim uyandirmadigini anlaminin saptanmasinin bu yüzden zor oldugunu söyler.
Görülüyor ki bilgin dil ile düsünceyi birbirinden ayirmakla birlikte kimi sorulari cevaplandirmakta zorluk çeker. Soyut kavramlar sorunu bunlardan biridir.
WEISBERGER: Varliklarin ve olaylarin tasarimini dilsel gereçlere sözcüklere baglamaktadir.
Alman düsünür HEIDEEGGER ‘Dil düsüncenin evidir’ demektedir.
Bu anlamda konusma ile düsünce arasinda siki bir iliski vardir. Düsünmeye kisinin sessiz konusmasi denebilir. Bu yaklasim bizi dili kullanma ile düsünsel etkinlik arasinda siki bir kan bagi olduguna götürür.
Özetle dil, insan aklinin ve düsüncesinin bir ürünüdür. Dil ile düsünceyi bir birinden bagimsiz olarak ele almak akil disiliktir. Çevreyi, dogayi, kültürü, bilimi anlama, yorumlama ve aktarma araci olan dilin düsünce ile koparilmayacak baglari vardir. Dil, düsünce ile gelisir, düsüncede dil ile gelisimini sürdürür. WRITGENSTEIN’in ‘dilimin sinirlari dünyamin sinirlaridir’ görüsü dil ile düsünce arasindaki siki baglantiyi en iyi sekilde vurgulamaktadir.
DIL ILE TOPLUM VE KÜLTÜR ILISKISI
Eger insanlar toplum halinde yasamasalardi hiç kuskusuz dile gereksinim duymayacaklardi. Ancak dil olmasaydi insanlarin bir arada yasamalari, anlasabilmeleri ve bir toplum olusturmalari da mümkün olmazdi. Yani insani insan yapan dil, toplumunda temel taslarindandir. Ulusu ulus yapan ögelerin basta gelenidir. Dil adeta kültürün bel kemigidir. Ancak insanlarin yaraticiliklari söz konusu olmasaydi bu durum olusmazdi.
Dil bilimci HUMBOLD bir ulusun dilinden o ulusun kültürüne, dünya görüsüne inilebilecegini savunur. Ona göre dil bir ulusun ruhunun dis görüntüsüdür.
K.VOSSLER ‘Dil kültürün aynasidir’ diyerek ayni düsüncelere destek vermektedir. D.AKSAN Bir toplumun sadece dili incelenerek o dili konusan toplumun hangi kültür hareketlerine sahne oldugunu bulabilecegimizi belirtmektedir.
Örnegin Tanzimat dönemindeki bir gazete yazisi Osmanlilarin o dönemde hangi dis etkiler altinda bulundugunu, hangi sorunlarin, hangi egilimlerin toplumda canli durumda oldugunu göstermektedir.
Ayrica hiçbir dil herhangi bir bilim dalini anlatmada yetersiz degildir. Bu anlamda yetersizlik o alanda yeterince islenmemis olusundan kaynakli olabilir. Çünkü bilimi olmayan toplum yoktur.
Y. KEMAL ‘Dünya bir birini besleyen bin çiçekli bir kültür bahçesi olmustur, geçmis kültürlerin gübreledigi birikim topraklarin bir kültür bahçesi olmustur. Bilinçli ya da bilinçsiz bu büyük kültür bahçesinden bir çiçegi yok etmek, insanliktan bir rengi, bir kokuyu, bir güzelligi, bir yaraticiligi atmakla bir tutulmustur’ demektedir.
Geçmiste Franko’nun baskici ve siddete dayanan uygulamalarini yasamis olan Ispanya’da Anayasanin 3. maddesi ‘ Ispanyanin farkli dillerden olusan zenginligi özel olarak gözetilmesi ve korunmasi gereken kültürel bir varliktir’ seklinde degismisse sanirim bu degisimden Türkiye bazi dersler çikarmalidir. Ret ve inkar anlayisi günümüz anlayisi degildir. 2000’li yillarda bu anlayis hiç kimseye bir sey kazandirmaz.
Kültürün geliskin olmasi toplumda yüksek duygulari, örnegin sanattan zevk almayi saglar. Halbuki egitilmemis toplumlarda bu duygulari görmek oldukça zordur. Güzel ile çirkin arasindaki ince ayrimlara varamazlar.
Kelime olarak kültür degisik sekillerde tanimlanabilir.
M. BAYRAK ‘Insanligin yarattigi tüm maddi manevi degerler toplaminin adi olan kültürün, bir halkin olusumunda ve kisilik bulmasinda çok köklü bir islevi bulundugu herkesin kabul edecegi bir gerçekliktir. Kültür, bir yandan bir halki yok olmaktan kurtarirken, bir yandan da insanligin yükselmesine, yücelmesine, güzellesmesine ve zenginlesmesine katki sunan en önemli kaldiraçtir. Bunun tersini düsünürsek dilini ve kültürünü yitiren bir halk hemen tümüyle yok olmakla yüz yüze kalirken, insanlikta kendini zenginlestiren ve güzellestiren kültür damarlarindan birini kaybederek zaafa ugrar’ der.
SAPIR ‘Kültür, varligimizin yapisini belirleyen sosyal bir süreçle ögrendigimiz uygulama ve inançlarin, maddi ve manevi ögelerin birligidir der.
TYLOR ‘Kültür ya da uygarlik bir toplumun üyesi olarak insanoglunun ögrendigi bilgi, sanat, gelenek-görenek ve benzeri yetenek, beceri ve aliskanliklari içine alan karmasik bir bütündür’ der.
Kültürün bazi özellikleri su sekilde siralanabilir
· Insanlar dil yoluyla ögrenerek kazanirlar
· Kültürün tarihi bir geçmisi vardir ancak süreklilik arz eder. Zamanla degisiklige ugrama özelligine sahip dinamik bir kavramdir. Kültürel degisim genel olarak yasama biçiminin degisimi ile paraleldir.
· Dilsiz tasinan hiçbir kültür yoktur.
· Insanlari hayvanlardan ayiran en önemli özellik insanin kültürel bir varlik olusudur.
· Ana dilini iyi ögrenen insanlar kültürel alanda yetkinlesirler.
· Dil ile kültür iç içedir biri olmadan digeri de olmaz.
ÇOK KÜLTÜRLÜLÜK
Bir ülkede kir-kent veya bölgeler arasinda ayni dili konusanlar arasinda kültürel farkliliklar olabildigi gibi benzesmelerde olabilir. Bu durum bir kesimin digeri ile yeterli alis-veriste bulunmamasi ile yani içe kapali olmakla dogrudan iliskilidir.
Ingiltere’nin kuzeyi ile güneyi arasinda kültürel farkliliklar oldugu gibi bu durum Fransa’da, ABD’ de daha dogrusu tüm ülkelerde olabilmektedir.
20.yy baslarinda milli devletlerin kurulmasi bu devletlerde milliyetçilik ideolojisinin dürtüsü ile yekpare, milli kültürler olusturmak istemislerse de bu çaba bir basari getirememistir.
Birçok ülkede ise farkli dilleri kullanan halklar vardir. Dogasi geregi her toplum kendi kültürünü kendi dili ile tarihten miras olarak aldigi için farkli kültürlere sahiptirler. Çogu zaman hakim ulus asimilasyoncu politikalar ile diger toplumlarin dilini ve kültürünü ortadan kaldirmaya çalisir. Halbuki insanligin geregi, temel hak ve özgürlükler ekseninde çok kültürlü toplumlar farkli kültürleri bir zenginlik kabul edip bir arada yasama erdemini gösterebilirler. Örnegin Belçika da bir zamanlar ‘Diller savasi’ kültürlerin savasi olarak ortaya çikmisken günümüze dillerin esitligi temelinde kültürlerin esitligi esas alinarak yeni bir yönetim olusmustur.
Dil kültürün anahtaridir bu anahtar olmadan kültür kapali kalir.
N.UYGUR: ‘Kimi bile bile körüklenen, kimi bilinçaltinda yatan dil düsmanligi ile insan, asagimsama türünden oldukça yaygin tutumlar, çogu kez tiksintilerle horlayanlarin kendi kültürlerini, dolayisiyla kendi dillerini, kültürlerin, dillerin en yücesi, en geçerlisi diye üstün görmesinden kaynaklanmaktadir’
Bu nedenle çok kültürlülükle ilgili sorunlarin çözümünü politikacilara birakmak oldukça yanlis bir tutumdur. Ne mantiksal olarak ne de ahlaki olarak dogru bir davranis degildir. Bu anlamda asil görev egitim bilimcilerine düser. Egitimcilerin görevi kendilerine buyrulan ‘tek dil, tek kültür’ anlayisini yerine getirmek degildir.
A.N. WHITEHEAD insanlar için ‘Baska töreleri olan baska uluslar birer düsman degil, tanri armaganidir. Insanlar komsularinda dikkatlerini çekecek oranda yabanci bir sey, hayranliklarini uyandirmaya yetecek oranda büyük bir sey ararlar’ demektedir.
Çagimiz bilgi çagidir. Toplumlar bilgiyi olusturan, biriktiren ve gelistiren toplumlar olabilmek için çagdas olmak zorundadirlar böyle bir toplum ‘ Yalniz kendi kültürünü tanimakla, kendi kültürel degerlerini bilmekle yetinmez. Kaldi ki günümüzde kültür, bir toplumun kendine özgü yasama, düsünme, anlatma biçimi olarak tanimlanmamakta ve onun hem ait oldugu toplumun degerler sisteminin bütününü olusturdugu hem de bu degerleri yansittigi kabul edilmektedir. ‘Deger’ ise dogal olarak ‘önem ve ölçü’ kavramlarini yani karsilastirmayi içerir… Yani ulusal kültürün, ulusal degerlerin, bilinçli olarak anlasilmasi ve ögretilmesi için o ulusun fertlerinin baska dil ve kültürleri de bilmesi sarttir. Ancak kendilerine özgü olan degerlerin ne yönden ve ne ölçüde baska kültürlerdeki degerlerden farkli oldugunu bilen kisiler gerçek ve bilinçli sekilde kendi kültürlerini anlama sansini elde ederler. Dolayisiyla yabanci dil ögrenen kisi yalnizca dilini ögrendigi kültürü tanimakla kalmaz, ayni zamanda kendi kültürünün degerlerini ve özelliklerinide kavramis olur.
E.MORIN ’21.yy. damgasini vuracak olan dünya görüsü ‘çogulculuktur’ ve 21.yy çok dil bilen ‘çok kültürlü’ kisilerin çagi olacaktir der.
B- ANADIL
Bir bebek henüz annesinin karninda iken annesinin konusurken çikardigi ses dalgalari ile tanisir. Bu ses dalgalari duyu sinirleri araciligi ile beyine kadar ulasir. Dogdugu andan itibaren annesinden ve çevresinden yavas yavas ana dilini ögrenir. Bu ögrenme sirasinda bebekler, sözcüklerin ne oldugu ile ilgili bir ön kavramaya sahip degillerdir. Bu yüzden sözcüklerin bilesimlerini söyleyerek onlara ana dilini ögretemeyiz.
Çocuk ise dili ögrenmeye basladigi andan itibaren sesleri, sözcükleri birlestirmekle ise baslamaz. Daha çok hangi sözcüklerin anlamli olduguyla ise baslar. Ileriye yönelik ögrendikçe kendi sözcüklerini ayrimlar.
Çocugun bir dilinin olusu ‘ögrenme’ diye adlandirilmamalidir. Çünkü çocuk kendi dilini kendisi ögrenir. Bu anlamda ana dil genel olarak annenin kullandigi bir dil olarak algilansa da böyle bir tanimlama eksik bir tanimlamadir. Çünkü ana dil çocugun ailesinin, çevresinin ve soyunun dilidir.
J.MAROUEAUSE Ana dili ‘bir kimsenin bilinçli bir ögrenim evresi olmaksizin önceki kusaklardan yada çevresinden kazandigi dil’ olarak tanimlamaktadir.
D.AKSAN ‘Yabanci bir ülkede haftalarca, aylarca, tek basina yasayan, ana dilini konusma olanagindan yoksun kalan bir insan günün birinde, yani basinda kendi dilinden konusuldugunu duysa, o anda birden irkili verecek, anlatilmasi güç bir iç aydinligina, mutluluga erisecektir. O anda ta içinden, ana diline oldugu kadar, ulusuna bagliligini da duyacaktir. Yabanci ülkelerde uzun süre vatandaslarindan uzak yasayan kimselerde – o ülkenin dilini iyi bilseler bile- görünen ruh çöküntüsü, sila özlemi kadar, ana dili ile konusmamanin, duygu ve düsüncelerini onunla açiklayamamanin büyük etkisi vardir. Burada bildirisme, baskalari ile haberlesme, anlasma olanaklarina sahip bir kimse söz konusu olmakla birlikte bu kimsenin her zaman bir yani eksik kalmakta, bilinçaltina inen, onu çepeçevre saran bir baska bildirisme dizgesinin önemi ortaya çikmaktadir’ diyerek ana dilin önemini ve anlamini vurgulamaktadir.
Demek ki benligimizi bu derece saran ana dili, bir toplumu ulus yapan ögelerin en basta gelenidir. Ulusun bireylerini bir birine kenetler. Bu anlamda ana dili, ayni ulustan yani ayni dil birligi içindeki kisilere ortak bir ‘evreni anlama ve anlatma yolu’ kazandiran, insanin zihninde evreni biçimlendiren bir düsünce dizgesi olarak karsimiza çikar. Insanoglu ana dili ile birlikte, o dili konusan toplumun yüz ve el hareketlerini, çesitli olaylar karsisindaki tepki biçimlerini de alir.
Ana dili çesitli açilardan ele alacak olursak söyle bir siralama yapabiliriz
Belli bir ses dizgesi olarak ana dil
· Evrene bakis biçimi, anlatim yolu olarak ana dil
· Bir ulusun kültürünün aynasi olarak ana dil
· Bir toplumu ulus yapan etkenlerin en önemlisi olarak ana dil
Bu siralamadan ana dilin önemi, yetismekte olan kusaklara eksiksiz benimsetilmesi yalniz bir ulus borcu degil, ayni zamanda o ulusun ilerlemesi, çagdas bilim, teknik ve sanat gelismelerine ayak uydurabilmesinin de basta gelen kosullarindan biri olarak da kavranmalidir.
N.ATES : ‘Anamin dili’ adli yazsinda sunlari söylemektedir ‘anamin dilinde, ninni dinledigimde, her zaman yasadigimin farkina varirim. Anam bir lori söyledigi zaman kendime gelirim, kuslari çagirir, böcekleri çagirir, çakil taslari ile oyun oynardim, düslerimin bahçesini süslerdim… Bir gün beni çagirdilar, gel dediler sen yedi yasina girdin mektebe gideceksin. Bir kara önlük, ak yaka doladilar boynuma, tuttular elimden Güllüce köyünün beyaz taslarindan yapilmis, üzeri saçla örülmüs, bir genis soguk binaya götürdüler. Isitmedigim garip bir dilden konusuyorlardi. Dilinden anlamadigim iyi giyimli kadin bana bir seyler soruyor, bense susuyordum. Kadin kiziyordu. Bu kizginlikla dövüyordu beni, sonra anamdan ögrendigim dili konusmamami, konusursam her gün böyle dayak yiyecegimi söylediler…’ diyerek dil yasagi ile bir kültürün bogdurulmak istendigine vurgu yapilmaktadir.
C- ANADILDE EGITIM
Egitimin çok çesitli amaçlari olmakla birlikte genel olarak bireyin düsünen, arastiran, kusku duyabilen bu kuskular dogrultusunda çevresini oldugu gibi kendisini de sorgulayabilen, günü yasamak yerine geçmisten ders çikaran ve gelecegi öngörebilen, hak aramasini bilen, haksizliga karsi medeni cesaret gösterebilen, toplumsal ve bireysel sorumluluk tasiyabilen yeteneklerini bilen ancak o yetenekleri gelistirme adina kendini zorlayan, kendini yenileyen, basladigi isi bitirme gücünü kendinde bulan, yapici olan yetistirme hedefi söz konusudur.
Tüm bu hedeflerin gerçeklesebilmesinin bireyin egitim asamasinda kullandigi dil ile siki bir iliskisi vardir. Bu dil bireyin anadilidir. Çünkü çocugun okul öncesi en çok konustugu dil anadilidir. ve bu dille kendini en iyi sekilde ifade etmektedir.
Bilimsel arastirmalara göre okul öncesi çocugun kelime hazinesi 2500’5000 arasinda olup bu hazine kendi anadilinde yer alir. Okul evresinde bu potansiyeli degerlendirmemek, binanin temel yapi taslarini dinamitlemekle es degerdir, gelecegi bir anlamda öldürmektir. Dil deposu düsüncenin deposu olduguna göre bu depoyu yok saymak çocugu körlestirmek, düsüncesizlestirmektir.
Ana dilde egitimin pedagojik anlamda önemini kisaca bu sekilde belirledikten sonra onun temel bir insan hakki oldugunu da belirtmek gerekiyor.
Ana dilde egitim hakki vazgeçilmez bir haktir. Bu hakki yok saymak her seyden önce insanliga saygisizliktir. Özgürlügün kisitlanmasidir. Ana dilde egitimle bir toplumun kültürü yeniden yaratilir ve gelecek kusaklara sunulur. Aksi durum ana dili zamanla yok olmaya mahkum kilabilir. Zaten Türkiye’de son zamanlarda hafiflemekle birlikte zora dayanan asimilasyon politikalari aslinda bir kültürel kiyimdir, irkçiliktir, soykirimdir. Her egitimcinin, aydinin, demokratin daha dogrusu kendisine insanim diyen insanin ana dilde egitime destek vermesi gerekir.
· TÜRK EGITIM SISTEMINDE ANADIL
Anadolu birçok halkin yurt edindigi bir bölge olmasi özelligi ile medeniyetlerin besigi olarak kabul edilir. Bu anlamda Anadolu’da birçok dil ve kültür iç içe geçmis bir birini etkilemis ve etkilenmistir. Islamiyet’in kabulünden sonra Türkçe-Kürtçe-Arapça ve Farsça karisimi Osmanlica denilen bir dil özellikle saray çevresinde yaygin olarak kullanilmaya baslandi. Bu dönemde halklarin kendi dilleriyle konusmalarina da karisan olmamistir. Ulus düsüncesi olusmamis ümmetçi anlayis belirleyici olmustur. Imparatorluk kültürel müdahale olusturmadan egemenlik alanini genisletmek istemistir. Ancak 1. Mesrutiyet dönemi ile birlikte uluslasma hareketleri bas göstermis ve Türkçe ön plana çikmaya baslamistir. Ittihat ve Terakki Partisi ile baslayan milliyetçilik, sovenizmin de ayak seslerini beraberinde getirmistir.
1923 de cumhuriyetin kurulmasiyla beraber tekçi anlayis refleksi ile Anadolu’da ki halklarin dilleri ile kültürleri yok sayilmis ve devletin kurumsallasmasi sadece Türk dili ve kültürü üzerinden düzenlenmistir. Türkçe disindaki bütün diller yasaklanmis, kültür zenginligi talan edilmis, asimilasyoncu politikalar dayatilmistir. Bu duruma karsi çikislar kanla bastirilmis, kültürel irkçilik, dil yasagi vb. yayginlasarak Türk ulusuna dayali tek dil tek tarih, tek kültür, tek mezhep gibi çag disi irkçi soven uygulamalar Anadolu halklarina dayatilmistir.
Tüm bunlar yasanirken 1789 sayili M.E temel kanununda irkçiliga yer olmadigi belirtilmistir. ‘Egitim kurumlari, dil, irk, cinsiyet ve din ayrimi gözetmeksizin herkese açiktir’ denilmistir. Yazilan ile yapilan arasindaki çeliski sanirim Türk egitim sisteminin sahsina münhasir olsa gerek. Yine 1924’de çikarilan Tevhidi-Tedrisat kanunu ile diger diller yok sayilmistir. Bu kanun da ‘Devletin dili Türkçedir. Egitim-ögretimde baska dil kullanilamaz’ denilmektedir. 1982 anayasasinda Anadolu’da ki dil ve kültürlere karsi inkar politikasi su sekilde yer almistir. Madde 3 ‘Türkiye devletinin dili Türkçedir’ Madde 42 ‘Türkçeden baska hiç bir dil egitim-ögretim kurumlarinda Türk vatandaslarina ana dilleri olarak okutulamaz ve ögretilemez. T.C Anayasasinin 26. Maddesi ‘herkes düsünce ve kanaatlerini söz-yazi-resim ve baska yollarla tek basina veya toplu olarak açiklama ve yayma hakkina sahiptir. Bu hürriyet resmi makamlarin müdahalesi olmaksizin haber ve fikir verme-alma serbestligini de kapsar ‘ demesine ragmen bu anayasanin yazimindan sonra ne kadar insanin bu nedenlerle hapse atildigini animsiyanlarimiz oldukça fazladir. Zaten 82 anayasasi bir bütün olarak çarpik ve zit yaklasimlari içermektedir. Ancak dünyadaki gelismeler karsisinda 1990’da yerli dillerin konusulmasi yasagi gibi ilkel ve hiçbir yerde görülmeyen, konusma dili yasagi serbest birakilmistir. Ana dilde Türklerin disindaki halklarin düsüncelerini sanat üretimine, kültür faaliyetlerine aktarmasi, ana dilleriyle egitim-ögretim görmesi, basin yayinda anadil kullanilmasi, radyo, TV, gazete çikarmasi tiyatro vs. yasagi uzun süre devam etmistir.
AKP 2000’li yillarda iktidara gelmesinden sonra bu yasaklarin bir Kürt sorunu yarattigini görerek Kürtçe TV yayini baslatmis, bir iki üniversitede Kürt Dili ve Edebiyati bölümleri açilmistir. Bunlar ve benzeri açilimlar geçmis hatirlandiginda akla bile gelemeyecek yenilikler olarak kabul edilebilir. Ancak hükümetin basi Sayin Erdogan ‘Anadilde egitime kapilarimiz kapali’ diyorsa demek ki böylesi bir anlayisin sahiplerinden medet ummamak gerekir bu anlamda yapilacak mücadeleyi kendi öz güçlerimize dayandirarak Türkiye ve dünyanin duyarli insanlarinin destegini de alarak devam ettirmek zorundayiz.
13.02.2013
Haydar Cihaner