Gezi Parki olaylari ve AK Parti’nin dünden bugüne degisen politikalari

Gezi Parki olaylari basladiginda buna iliskin görüsümü yazmistim. Bu parka topçu kislasi yapilmasini yanlis buldugumu söylemistim. 3. Köprünün yapimini, hele ona Yavuz Selim’in adinin konmasini da.
Olaylar 17. Gününü doldurdu ve basta Ankara, Izmir olmak üzere gösteriler diger birçok kente yayildi. Birçok yorumcunun isaret ettigi gibi bu eylemlerin tek nedeni Gezi Parki degil elbet. Basbakan Erdogan’in öteden beri dikkati çeken buyurgan dili; sanat, kültür, özel yasam dahil, her alana müdahale etmesi ve hükümetin, kamuoyunun tepkilerine aldirmayan bazi uygulamalari toplumda, en azindan belli kesimlerde rahatsizlik yaratmakta.
Örnegin Basbakan’in Kars’taki heykele ‘ucube’ deyip bunu kaldirtmasi Çamlica tepesine cami yaptirma girisimi Kürtaji yasaklama çabasi Her kadina üç çocuk önerisi Cem evlerine cümbüs evi demesi ve Alevilere camiyi göstermesi Birilerini ‘Zerdüsti’ diye suçlamasi Alkol satisi ve kullanimina iliskin yasanin, tartisilmadan, alel acele parlamentodan geçirilmesi Ülkenin degisik bölgelerinde yerel halkin yaygin tepkilerine ragmen dogayi tahrip eden HES’lerin yapimindaki israr
Bir ülkenin basbakani elbet ülkenin yönetiminin de bas sorumlusudur. Kimse ona herhangi bir ise karismasin diyemez. Ama yapilacaklari bir basina, aklina estikçe degil, kurumlarla, uzmanlarla, yani isin ehliyle birlikte düzenleyip yaptirmali. Kitlelerin talep ve itirazlarina kulak vermeli.
Söz konusu heykeli dikmek gibi, yiktirmak da Basbakan’in isi degildi. Buna ilgili belediyeler ve sanat uzmanlari karar vermeli.
Çamlica Tepesi gibi Istanbul’un ormanlarla kapli bir tepesini yolup oraya dev bir cami yaptirmak çok mu gerekli? Istanbul’da namaz kilacak cami sikintisi mi var?
Kürtaj gibi, tüm demokratik ülkelerde bir hak olan ve kadin özgürlügünü ilgilendiren bir konuda, konuyu kamuoyunda tartismaya bile açmadan böylesi buyurgan bir dil dogru mudur? Benzer 3 çocuk yapma önerisi de.
Cem evlerinin ne olup olmadigina, Alevilerin tapinak diye nereye gidecegine bu ülkenin basbakani mi karar verir?
Günümüzde dünyanin herhangi bir yerinde Zerdüsti var mi, bilmiyorum, ama bu ülkede kaldigini sanmam. Yezidi (Êzdi) inancinin kökeni Zerdüstilige dayansa bile, zaman içinde çok degisime ugramis farkli bir inanç. Kaldi ki birilerinin inanci Êzdi de olabilir, dogrudan Zerdüsti de, bunda ayiplanacak ne var? Zerdüstilik dünyanin ilk düalist (iki tanrili) inanci idi ve tek tanrili dinlere kaynak oldu. Yani o, dinler tarihinde önemli bir evrimi temsil eder.
Bundan da ötesi, günümüzde insanlarin inancini tartismak, birilerini inançlarindan dolayi kinamak, birakin bir ülkenin basbakani için, siradan bir yurttas için bile ayiptir. Inanç alani tartisilmaz. Inanç adina yapilanlara (ayin vs.) baskalarina zarar vermedikçe, baskalarinin özgürlügünü engellemedikçe saygi gösterilir.
Ama belli ki, Sayin Basbakan’in ve arkadaslarinin benimsedigi Islami inanç degerleri, ülkeye düzen vermekte de onlara yol gösteriyor veya etkili oluyor. Belli muhalif kesimleri suçlarken yapilan ‘Zerdüsti’ suçlamalari, Alevilere iliskin yargi ve öneriler Kürtaja karsi tutum ve içkiyi engellemek için gösterilen çabalar da. Içkiye iliskin tutumun nedeni salt gençligin ve genel olarak yurttaslarin sagligi kaygisi degil, besbelli Islami degerler de isin içinde.
Basbakan’in, ‘dindar bir nesil yetistirecegiz’ diye belirledigi toplumsal proje de bunun ürünü.
Elbet her yurttas gibi bu ülkenin basbakani da mensup oldugu dini inanci özgürce yasama hakkina sahiptir. Yani o Müslümanliga uygun biçimde oruç tutma, namaz kilma, hacca gitme vb. vecibeleri yerine getirebilir, bundan dogal bir sey yoktur. Dindar olmak ve dindar biri gibi yasamak onun da hakkidir. Ama o, ülkenin basbakani oldugunu, inanç bakimindan çok renkli bir ülkeyi yönettigini de unutmamali. Bu ülkede Sünni Müslümanlarin yani sira 15 milyon dolayinda Alevi, ayrica Hiristiyanlar, Museviler, Êzdiler ve hatta ‘sayilarini tam bilemesek bile- dindar olmayan epeyce insan, yani ateistler de var.
Ülkeyi yönetenler bu gerçegi gözeterek yönetmeli. Herhalde, ‘bu ülkenin çogunlugu Sünni Müslüman, öyleyse onlarin dedigi olacak’ denemez. Yönetenler, kendi inançlari ne olursa olsun, baskalarinin inancina da saygili olmalilar. Ülke yönetimine kendi inanç degerlerine göre biçim vermeye kalkmamalilar.
Öyle olunca, ‘dindar gençlik yetistirecegiz’ ne demek? Bu dindar gençligin yasam tarzi ne olacak? Tümü de alkole agiz sürmeyi günah mi sayacak? Kizlarin tümü de türban mi örtünecek? Farkli dinden olan veya dindar olmayan kesimlere kötü gözle mi bakilacak, onlar da bu egitim çarkindan mi geçirilecek?
Bu, Kemalistlerin Cumhuriyet dönemi boyunca izledikleri tek tip yurttas yetistirme projesinin bir benzeri degil mi? Bu kez Kemalist gençligin yerine dindar gençlik mi?..
Yanlis iste burada. Yöneticilerin toplumun çok renkli yapisini yok etme, her seyi kendilerine benzetme çabasi. Oysa çagdas, demokratik bir ülke çok renklidir. Demokrasi ve özgürlük de bu çok renklilige, farklara saygi göstermeyi içerir.
AK Parti’nin on yillik yönetim dönemi gösterdi ki Sayin Basbakan’in yönetim tarzi pek de buna uygun degil ve sorun çikaran da budur. Elbet bu, kendine özgü bir yönetim tarzi ve üslubu olsa da, sadece Basbakan’in degil, bir bütün olarak AK Parti’nin sorunudur.
AK Parti’nin sahneye çikmasindan itibaren, onun seçimleri kazanmasindan ve ülkeyi yönetmesinden endise duyan küçümsenmeyecek bir kesim vardi. Zaman içinde AK Parti hükümetinin bazi söz ve uygulamalari bu endiseleri arttirdi.
Malum, daha bastan itibaren, Kemalist elit, siyasi kurumlari, ordusu, sivil bürokrasisi, medyasi ve is adamlari ile, topluma ‘seriat tehlikesi’ fobisini pompalayarak AK Parti iktidarini engellemeye çalisti. Ardindan, darbeler bile planlayip onu hükümetten uzaklastirmak istedi. Ama basaramadi. Hem AK Parti dik durdu, hem de ülkenin demokrasi ve özgürlük isteyen, statükoya karsi çikan kesimleri, aydinlar, bu yaygara ve tehditlere aldirmadilar, hükümete destek verdiler. ABD ve AB de bu kez cuntalara yesil isik yakmadi. Iste AK Parti bu iç ve dis destekle ayakta durdu, askeri vesayeti geriletti ve küçümsenmeyecek bazi reformlara imza atti.
Bu asamada biz de cuntaci, militarist ve Ergenekoncu kesimlere, statükoya karsi tavir aldik, AK Parti’nin attigi olumlu adimlari destekledik.
Bu dönem AK Parti’nin bir dereceye kadar mazlumlarin safinda ya da yaninda oldugu bir dönemdi. 2000’li yillara kadar iktidari tekelinde tutan, bu iktidar elinden kaydigi ya da riske girdigi dönemlerde ise darbelerle yeniden balans ayari yapan Kemalist elit, Islami hareketi zaman zaman seriatçilik ve gericilik sayip karsisina alsa, Komünist hareket ve Kürt hareketi gibi bir tehlike saysa da, zaman zaman da onu bir yedek güç, bir stepne olarak kullandi. Ama ona ülkenin yönetimini, yani direksiyonu emanet etmeyi hiç düsünmedi. Nitekim Erbakan ve partisinin varligina ve zaman zaman iktidari bir ucundan tutmasina göz yumulsa da kendisine bas aktörlük hiçbir dönemde uygun görülmedi. Son olarak Erbakan bir koalisyon hükümetinde basbakan olmayi basardiysa da kisa sürede, 28 Subat darbesiyle alasagi edildi.
Refah Partisi’nden ayrisarak ortaya çikan ve iktidar yürüyüsü sirasinda Kemalist elit tarafindan önü kesilen, hirpalanan, tehdit edilen, kapatilmak istenen, lideri bir siir nedeniyle tutuklanan AK Parti, tüm bu nedenlerle mazlumlarla bir süre yan yana düstü ve militarist rejimle bogusurken içerde önemli kitle destegi aldi. Disarida da, soguk savas sonrasi artik darbelere ihtiyaci kalmamis olan ABD ve AB’den destek gördü. O da hem kendi yararina oldugu hem de kitle destegi almak için bazi demokratik adimlar atti, cuntacilara karsi direndi, askeri vesayeti geriletti, TRT-6 gibi Kürtleri memnun edecek adimlar atti, 30 yildir süren çatisma sürecini sona erdirmeye çalisti.
Bu onun reformcu yüzü idi. Öte yandan bu süre zarfinda güç dengeleri degisti. AK Parti polisi, MIT’i, askeri bürokrasiyi önemli oranda kontrolü altina aldi. Yargida yaptigi reformlarla kendisine karsi olan Kemalist tavri zayiflatti. Böylece AK Parti, hükümet olmaktan iktidar olmaya dogru önemli bir dönüsüm geçirdi. Ayaklari yere daha saglam basar oldu ve artik tehlikeyi savusturdugunu düsündü. Öyle olunca da daha önce desteklerine gerek duydugu bir kisim iç ve dis müttefikleri eskisi kadar önemsemez oldu. Geçmisten beri sahip oldugu degerler ve gönlündeki toplum tasarimi yönünde bir uygulama için kosullarin artik uygun oldugunu düsündü. Yukarda bir bölümüne degindigim söz ve uygulamalar bunun ürünü.
Bu Islami degerler Hükümet’in dis politikasina da yansiyor. Israil’le köprüleri atarken, AB ile üyelik sürecini gevsetirken Islam dünyasinin agabeyligine soyunuyor. Buna paralel olarak Osmanli’yi öne çikariyor, ona özeniyor. Islam dünyasinda ise, yasanan Sünni-Sii saflasmasi ve son Suriye olaylarinin etkisiyle Türkiye bir taraf durumuna geldi.
Oysa akillica bir dis politika içerde ve disarida barisçi ve demokratik iliskileri esas almaktir. AB üyeligi demokrasi standartlarini yükseltmenin kosuludur. Arap ülkeleri ile iliskiler de, Osmanlinin varisi veya bir agabey anlayisiyla degil, iyi komsuluk ve karsilikli yarar üzerine kurulmali; ayni zamanda bu ülkelerdeki demokratik gelismeler gözetilerek, buna yönelik süreçlere destek verilerek yürütülmeli.
Öte yandan, AK Parti politikalarina yön veren etkenlerden biri zaten bu hareketin genlerinde var olan Islami degerler ve buna uygun toplum tasarimi ise diger bir etken de onun bu 10 yillik süre içinde ayni zamanda ülkenin ekonomisini yönetiyor olmasidir. Yani AK Parti yalniz siyasal olarak degil, ekonomik anlamda da devletin ve sistemin yöneticisine dönüstü. Bu gelisen ekonomi neo liberalizm rüzgarindan da güçlü biçimde etkilenen bir ekonomidir ve iktidar partisi, gündeme gelen önemli yapim projeleriyle birlikte büyük ölçekte rant dagitimi olanaklarina sahiptir.
Bir baska deyisle, AK Parti ayni zamanda ekonomi çarkinin direksiyonundadir ve bu onun politikalarini etkiliyor. O artik çogunlugu yoksul olan kent varoslari mensuplarinin ve kir sakinlerinin degil, hizla yükselen ve ayni zamanda kendisinin destegiyle yükselen, ‘Anadolu kaplanlari’ denen orta ve üst yeni sermaye kesiminin de partisidir. Bu da ister istemez sermaye gruplari arasindaki çekismelerde bir rol üstlenmesini birlikte getiriyor. Bu çekismeler son Gezi olaylarina da yansidi ve hükümet bazi sermaye gruplarini eylemleri kiskirtmakla suçladi, onlari ‘ümüklerini sikariz,’ diye tehdit etti. Hükümetin medyayi da bu tür baski ve tehditlerle hizaya getirmeye çalistigi ve önemli oranda getirdigi de bir sir degil.
AK Parti bakimindan siyasal ve ekonomik alandaki söz konusu iki temel degisim, onu mazlumlarin yanindan egemenlerin safina yükseltti, hem devlet çarkinin hem ekonominin dizginlerini eline aldi. Bu da AK Parti politikalarindaki temel degisimlerin nedeni oldu ve onu kitlelerden uzaklastirmakta.
Bütün bunlarin sonucu olarak AK Parti, gelinen asamada ve demokrasi geleneginin pek güçlü olmadigi bu ülkede, kitlelere ters düsen, onlarin tavrini önemsemeyen isler yapiyor. Gezi Parki’ndaki barisçi kitle hareketini siddetle engelleme çabasi da bunun son örnegi oldu ve beklenmedik yaygin tepkilere yol açti.
Bunda elbet iç politikada rakipsiz olmanin yol açtigi durumun, yani gücün yarattigi bas dönmesinin de payi var. Muhalefet partilerinden MHP soguk savas döneminden kalmis umutsuz bir vaka, tipik bir statüko bekçisi. Ideolojisinin vakti çoktan geçmis olan, sirtinda geçmisin tek parti uygulamalarinin agir kamburunu tasiyan ana muhalefet CHP’nin ise demokrasi ve degisim yönünde hiçbir ciddi projesi yok, statüko bekçiliginde nerdeyse MHP’den bile kati. Böyle bir muhalefetin Türkiye’de degisime öncülük etmesi, umut olmasi beklenemez.
Böyle bir durumda bu ülkenin özgürlük ve degisim isteyen kitleleri, demokrasi yanlilari ne yapmali? AK Parti’nin kendilerini tedirgin eden uygulamalarina karsi seslerini yükseltmek elbet yapilmasi gerekenlerden biridir ve bir haktir. Ama daha ileri hedefleri gözetmeliyiz. Kürt sorununun adil bir çözümü için, Alevilerin mesru haklarinin taninmasi için, gerçek bir laiklik için, kadin haklarini, isçi haklarini korumak ve genisletmek için, yeni ve çagdas bir anayasa için mücadele etmeliyiz. Özetle, bize düsen daha çok özgürlük, daha çok demokrasi, daha iyi bir çevre ve daha genis sosyal haklar için çaba göstermektir. Bunun için elbet barisçi eylemler ve örgütlülük gerekli.
Hükümet degisecekse böyle degisecek. Simdi ne denli güçlü görünürse görünsün, degisime ayak uyduramayan ve kitlelerin hakli taleplerine karsi direnen bir hükümet eninde sonunda kitle destegini yitirir ve gider.
Peki bu durumda AK Parti nasil gidecek? Açik konusalim, bir devrimle mi, yoksa sandikta ve seçmen oyuyla mi?
Bazi kesimlerin su anda Gezi Parki direnisinin tetikledigi gösterileri abartip bundan devrim beklemelerinin hiçbir ciddi tarafi yok. Türkiye solu, sosyalist sistemin henüz ayakta, kendisinin de en güçlü oldugu, iyi kitle baglarina sahip oldugu 12 Eylül öncesinde bile güçlerini birlestirip devrimci bir degisim için halka öncülük etmeyi basaramadi. Simdi, marjinal duruma düstügü su bölük-pörçük haliyle mi bunu yapacak?
Son olaylarda etkinlik kurmaya çalisan ve bir kez daha devrim düsü gören marjinal sol gruplarin yani sira, daha düne kadar bir askeri darbe tezgahlayan veya böylesi bir darbeden medet bekleyen kesimlerin de yeniden umuda kapildiklari görülüyor. Bunlar olaylarin büyüyüp çigirindan çikmasini, ortaligin bir yangin yerine dönmesini cani gönülden istiyor ve bunun için çabaliyorlar. Böylece ülke yönetilemez hale gelecek ve belki de yeniden birilerine, geçmis darbelerde oldugu gibi, ‘vatan ve milleti kurtarma’ isi çikacak!..
Tüm olup bitenlerden sonra bu is elbet kolay degil; ama can çikmadikça huy çikmaz
Gösterilerde atilan sloganlardan biri de hükümetin istifasina iliskin. Iyi de hem bu hükümetin istifa etmeyecegi belli, hem de o istifa etse yerine kim gelecek, CHP ve MHP’mi? Bunlar yüz yüze oldugumuz sorunlari mi çözecekler, ülkeye baris ve demokrasi mi getirecekler? Bu iki partinin böyle bir derdi yok. Aksine yillardir en basit reform çabalarinin önüne dikilenler onlar. Militarist kesimle birlikte bugünkü durumun bas sorumlulari da onlar.
Belli ki Gezi olaylarinin tetikledigi bu gösterilerden, eger bir darbe, yani karsi devrim çikmazsa, ne herhangi bir devrim çikacak ne de AK Parti hükümetinin yerini reformcu bir hükümet alacak. Böyle bir sans yok.
Ama Türkiye’nin degisime, sorunlarini çözmeye, kitlelerin de özgürlüge ve demokrasiye siddetle ihtiyaçlari var. Geçmisteki nice kitlesel, anli sanli parti bu geregi kavramadiklari, buna karsi direndikleri için ya sahneden tümüyle silindiler ya da etkisiz hale geldiler. AK Parti 2000’li yillarin basinda bir alternatif olarak sahneye çikti, kitle destegi aldi ve olumlu yönde bazi reformlar yaptigi için de bu kitle destegi on yildir sürmekte. Ama o da bir süredir durdu ve yanlis seyler yapiyor. Eger böyle devam eder, AK Parti degisimi kavramaz, geregini yapmaz, üstelik bu tür yanlis uygulamalarla kitlelere ters düsmeyi sürdürürse, onun da kitlelerin güvenini yitireceginden süphe olamaz.
Bu durumda AK Parti’nin içinden ve disindan seçenekler mutlaka çikacaktir. Bunlar degisimi kavrayan ve geregini yapmaya talip olan liderler ve partiler olacak.
Türkiye bir Esat Suriyesi, bir Kaddafi Libyasi ve Mübarek Misiri olmadigi için de en muhtemeli ve makulu, bu ülkede degisimin sandikta yani seçmen oyuyla olmasidir. Sandigin yolu kapanmadikça halka güvenenlerin yapmasi gereken budur.
Besbelli demokrasi salt dört ya da bes yilda yapilan seçimler degildir. Kitlelerin hükümete seslerini ve taleplerini duyurmak, yapilanlara itiraz etmek ve bu amaçla gösteriler düzenleme hakki var. Ülkeyi sandiktan aldigi yetki ile yönetme hakki gibi, yönetirken kitlenin sesine kulak verme, azinligin haklarina saygi gösterme de demokratik bir yönetimin olmazsa olmaz kosuludur. Çagimiz demokrasilerinde bu tür katilimciligin örnekleri çesitlidir.
Barisçi gösteriler demokrasilerde temel bir haktir. Gezi Parki’nda, baslangiçta bir çevre hareketi olarak ortaya çikan gösteriler de bu türdendi. Ne yazik ki hükümet, geçmis dönemden süregelen bir aliskanlikla buna katlanamadi, bu barisçi gösteriyi biber gazi da kullanarak siddetle dagitmak istedi. Bu ise kamu vicdaninda derin tepkilere yol açti, toplumun biriken öfkesini harekete geçirdi. Olaylar yer yer çigirindan çikti.
Öte yandan, bu gösteriler sirasinda, baska benzerlerinde de oldugu gibi, tas ve molotof kokteyli atan, cam-çerçeve kiran, otomobil yakan, böylece isi vandalizme vardirip çevreye ve insanlara zarar veren gruplarin yaptigi ise onaylanamaz. Bu tür bir siddet hakli bir davaya sadece zarar verir ve bu olayda da öyle oldu. Ama ileri demokratik ülkelerde de kendiliginden patlak veren, iyi denetlenemeyen kitlesel olaylarda bu tür amaçsiz siddet kullanan lumpen ve vandalist gruplar ortaya çikiyor. Bunlarin tutumunu direnisin bütününe mal etmek haksizlik olur. Güvenlik güçlerinin böylesi gruplara karsi tedbir almasi ve onlarin verecegi zararlari önleme çabasi, kullanilacak güç orantili olmak kosuluyla, elbet dogal ve gereklidir. Ama yönetim ve güvenlik güçleri bakimindan asil ustalik, olaylarin çigirindan çikmasina yol açacak yanlislari yapmamaktir. Son olayda da eger barisçi gösterilere karsi siddet kullanilmasaydi, muhtemelen olaylar bu dereceye varmayacakti.
Tüm bu olup bitenlerden sonra Hükümet artik yaptigi yanlislari sürdürmemeli, Gezi Parki’na topçu kislasi yapma inadindan vazgeçmeli. Son olarak gündeme getirilen halk oyuna basvurma elbet mümkün. Ama kanimca bunun için geç kalindi. Bu kez, muhtemelen saglanacak çogunluk oyu ile oraya kisla yapmak, yanlista israr etmek olur. Çünkü Hükümet, oraya topçu kislasi yapma girisimini kitlelerden gelen bir talep nedeniyle baslatmadi, kimsenin böyle bir derdi yoktu.
3. Köprüyü yapma çabasi da bence yanlis. O da genis bir yesil alani yok edecek, dogaya zarar verecektir. Istanbul trafigi genis bir metro agi, tüp geçitleri ve toplu ulasimla saglanmali. Ama ille de yapilacaksa ona Yavuz Selim’in adi konmamali.
Munzur’a, Harçik’e ve benzer yerlere hidroelektrik santralleri kurma sevdasindan da vazgeçilmeli. Bunlarin saglayacagi elektrik enerjisi, yok edecekleri tarihi ve dogal güzelliklerin, bozacaklari doganin yaninda hiçtir.
Hükümet iyi isler yapmak istiyorsa bunlar yeterince var. Yeni ve çagdas, ademi merkeziyetçilige, anadilde egitime, yeni ve herkesi kucaklayan bir vatandaslik tanimina da yer veren, gerçekten demokratik bir anayasa
Anti demokratik yasalarin ve hükümlerin ayiklanmasi
Seçim barajinin kaldirilmasi, nisbi temsil sisteminin getirilmesi
Zorunlu din dersinin kaldirilmasi, Diyanet Isleri Teskilatinin anayasal ve resmi bir kurum olmaktan çikarilmasi; yani laiklik yönünde adimlar
Mayinli alanlarin temizlenmesi; Türkiye-Suriye sinirindaki mayinli alanlarin topraksiz köylülere dagitilmasi
30 yillik çatisma döneminde köyleri yakilip yikilarak sürgüne zorlanan milyonlarca Kürt köylüsünün dönüsünü kolaylastiracak tedbirlerin alinmasi, yaralarini sarmak için zararlarinin tazmin edilmesi
Kentleri beton yiginlarina, gökdelen tarlalarina çeviren projeler degil, parklari, yesil alanlari, sosyal tesisleri ile soluk alinir bir kentlesmeyi yaratmaya yönelik projeler
Zengini daha zengin eden rant alanlari yaratmak için degil, yoksul, emekçi ve dar gelirlilere is ve sosyal yardim olanaklari saglamaya uygun projeler
Saglik ve egitim alanina daha çok yatirim
Özetle insani, hayvani ve bitkisi ile tüm canlilari; topragi, denizi ve atmosferi ile bir bütün olarak dünyamizi gözeten projeler
Sonuç olarak hükümet, Gezi Parki sorunundan çikip yaygin kitle gösterilerine dönüsen bu olaylari dogru yorumlamali ve bundan ders çikarmali. Olaylari, birtakim istihbarat birimlerinin verdigi bilgilerle, iç ve dis komplolara baglamak kolayciliktir, gerçekten kaçmadir. Bu, geçmiste de sikça basvurulan bayat bir yöntemdir.
AK Parti kendisini uyaran, yanlislarini yüzüne vuran herkesi yeminli karsit, ya da kötü niyetli saymamali.
Yanlisi görmek ve ondan dönme basiretini göstermek bir erdemdir. AK Parti bunu yapabilirse, hem kendisi, hem de herkes için iyi olur.
14 Haziran 2013
Kemal Burkay