Baska bir park, direnis ve mutlu son
Palme, keskin zekasiyla, direnisçilerin sosyal demokrasi basari öyküsünün ürünü yeni kusak oldugunu, çevreci mesajlarin hiç de bosa verilmedigini kavrar
Fotograf birkaç gün önce çekildi.
Isveç baskenti Stockholm’de.
Arka plan önemli.
Orada bir küme agaç görmektesiniz.
Toplam 13 tane, yanyana, her biri yüz yaslarinda, 20-30 metre yüksekliginde.
Bunlar kuzey iklimine dayanikli bir agaç türü: Karaagaç.
Isveççe ‘alm’ dedikleri, oralarda yaygin bir tür.
Burada gördügünüz fotograf ve ötekiler, Stockholm merkezinin en güzel yerlerinden biri olan ‘Kraliyet Bahçesi’nin, Saray’in bulundugu Eski Kent tarafina bakan kismini gösteriyor.
Yemyesil bir dikdörtgen gibi uzanan bu parkin yine bu ucunda, Avrupa’nin en köklü operalarindan biri de var.
Park arkalara dogru, ince uzun yürüyüs yollari ve bir yanindaki geleneksel restoran-barlariyla uzanip gidiyor.
Gezi Parki’nin yaklasik üç veya bilemediniz dört misli.
Burasi ayni zamanda isçi hareketinin 1 Mayis kutlamalarinin mekani. Her zaman degil, ama genelde burasi seçilmis. Taksim’le az buçuk bu yüzden benzesen bir tarafi da var.
Onun disinda özellikle uzun bahar ve yaz günleri gezinme ve bulusma mekani.
Bir toplanti için geldigim Stockholm’de, Gezi Parki olaylarinin yarattigi merak ve kaygiyla, kendimi bir anda burada buldum.
Karaagaçlarin altinda.
1976’da informatik (internet teorisi) ve gazetecilik okuma hayalleriyle geldigim bu sehirde, hatirliyorum, insanlar 1971’de olup bitmis bir ‘Karagaaç Muharebesi’ni hala ayni heyecanla anlatiyordu.
Hadiselerin ülke ve kent tarihine kazidigi izler öyle derindi ki, anlamak mümkündü.
Size bu hikayeyi anlatmanin zamanidir.
Hiç eskimedi, Gezi Parki’yla bende canlandi çünkü. Birebir örtüsüyor.
Sene 1970. Sonbahar. Sosyal Demokrat Parti (SAP) ülkeyi 40 yildir tek parti iktidari olarak yönetmekte.
Yani bir ‘seçmen hegemonyasi’ durumu var. Sag ezik durumda.
Güçlü halk oyunun arkasinda, akilci, pragmatist, esitlikçi/özgürlükçü bir sosyal liberal demokrasi projesinin ürettigi ekonomik basarilar silsilesi var.
Basbakan, SAP’nin harika çocugu, ‘genç’ Olof Palme.
1960’larda ekonomik büyüme zirve yapmis durumda. Ve SAP, kendine güvenin üst sinirlarinda, kentin eski merkezindeki Klara mahallesini tüm harala güreleye ragmen yerle bir ediyor ve yerine her biri estetik faciasi olan bes gökdeleni ve ucube bir cam heykeli dikiyor.
Partinin gücünden, Palme’nin karizmasindan kimsenin kuskusu yok, ama bir de özgür yurttaslik olgusu var tabii. Isveç de 1968’in ekonomik olarak doygun, ‘sistemin zeki ürünü’ gençlerinin kitadaki kalkismasindan pay almis durumda. Yeni bir kusak ahlaki degerleri, eski düzenin vesayetini ve çevreyi hiçe sayan kalkinma projelerini kiyasiya sorguluyor.
SAP’nin büyüme ve modernlesme çilginliginin bir ucunda, yeni bir metro hatti var.
Bu hat yapiliyor, henüz açilmamis. Bir durak da iste o Kraliyet Bahçesi’nde tasarlanmis.
Stockholm belediye meclisi de sosyal demokratlarin elinde.
Bu kesimde yasli bir grup, metro çikisi için yer ararken, mimar ‘en uygun yer burasidir’ diye iste o 13 karaagaç grubunun tam ortasini gösteriyor.
Niye? Çünkü orada toprakta bir yumusak damar var ve açilmasi kolay.
Buna en çok belediye meclisinin kilit SAP’li ismi Holger Blom ikna oluyor. Ve, allem kallem ederek, Isveç medyasini da kandirarak, bu agaçlarin zaten çürük, yari ölü oldugunu isleyip durmaya basliyor. Sonradan ‘amma kandirilmisiz ha!’ diyecek olan pek çok SAP’li de bu tezgaha geliyor.
AP’nin inadi inat. O durak ya-pi-la-cak.
Ama, zaten Klara’da pek çok yeni projeyle kent dokusunun yerle bir edildigini düsünen çevreci bir grup (yaslari 18-30 arasinda) kötü kokulari almistir. Bu iste bir sakatlik vardir.
‘Agaçlar göz göre göre gidiyor’ feryadiyla ‘ ki sonradan hakli olduklari anlasilacaktir ‘ ‘Alternativ Stad’ (Alternatif Kent) pasif direnis grubu kurulur hemen. Bir telefon zinciri de olusturulur, çünkü kimse testerelerle ne zaman geleceklerini bilemez.
Sosyal demokrat çogunluk kendinden emin ve kararlidir. Ancak, ileri geri tartismalarla oylama süreci 1971 baharina sarkar.
Ve, Palme’nin de bastirmasiya, 23 Nisan 1971’de agaçlara idam karari çikar. Sosyal demokratlar bütün ‘yapmayin etmeyin kardesim, baska yer mi kalmadi bir metro çikisi için’ feryat figanina aldirmadan 34 muhafazakar oya karsi 64’le ‘durmak yok, yola devam’ der.
Karari duyan genç çevreciler, parka dolusur. Çadirlar, uyku tulumlari ve mataralar sefertaslariyla bir büyük bekleyis baslar. Ama bunlara polisten önce pek aldiran olmaz. Zira ortada bir icraat karari yoktur.
Günler geçer.
Tam direnisçiler gevsemeye basladiginda, 11 Mayis 1971 geceyarisina dogru, bunlardan biri evinde çalan bir telefonla yataginda hoplar.
Karsi hatta fisil fisil bir kadin sesi duyulmaktadir. Bu, bir polisin karisidir.
‘Bizimkine az önce telefon geldi, apar topar çikti, geliyorlar ha, size kolay gelsin, kalbim sizlerden yana, dayanin’ der kadin, ve kapatir.
12 Mayis sabaha karsi saat 01.00 sularinda, agaçlarin etrafinda birikenlere 2 bin kisi daha katilmistir.
Saat 02.00’ye dogru ellerinde elektrikli testerelerle orman isçileri, yanlarinda polislerle zuhur eder.
02.30’dan itibaren muharebe baslar. Direnisçilerin bir kismi hazirda tuttuklari zincirlerle kendilerini kalin agaç gövdelerine baglamis, bir kismi agaçlarin tepelerine çikmis, bir kismi da ‘siper et gövdeni dursun bu hayasizca akin!’ misali, polislere karsi kolkola saf tutmustur.
Kavga hizla sertlesir. Polisler basa çikamayinca atli polisler de çagrilir ve arbede günün içine yayilir. Kafa göz yarilir, yer misin yemez misin olur. Ama, polis siddeti arttikça, buna pek aliskin olmayan, zaten metazoriye vücut kimyasi bozulmus olan muhafazakar, sosyalist, anarsist, feminist, dindar, hippi kim varsa parka akin eder.
Aralarinda bastonlariyla polise girisen 80’likler de vardir.
Savas tam bes gün sürecektir.
Ikinci günden itibaren bütün kent merkezi ayaga kalkip seferber olmus, taninmis sarkicilar, rock gruplari ve tiyatrocu tayfasi da orada birikmistir. Bob Dylan, Joan Baez, Pete Seeger sarkilari,; Martin Luther King’in sloganlari girla gitmeye baslar.
Üçüncü gün, kafa göz yarma devam ederken, yan taraftaki görkemli opera binasinin agaçli kisma bakan terasinda kocaman koro belirir.
Ve bu ‘burjuva’ korosu, muazzam bir yorumla, John Lennon’in ‘Power to the People’ (‘Iktidar Halka’) sarkisini söyler!
O ani direnisçilerden biri söyle anlatiyor: ‘Kaç gündür ne uyku ne yemek, itis kakis, yara bere gitmistik. Bir kiz arkadasimizin kolu atli polislerin coplariyla kirilmisti. Gücümüz artik tükeniyordu. Sarkiyi duydugumda dizlerim çözüldü, çöktüm agacin dibine. Agliyordum. Baktim, ötede bir gözü morarmis arkadasim, digerleri de agliyordu. Iste o anda anladim ki, bu koro, bize galibiyeti müjdelemekteydi.’
Direnis ve kör inat sosyal demokratlari bölmüstür.
Bastan beri ‘simarik bu çocuklar, ne istediklerini bilmiyorlar, neleri eksik’ gibi konusan ünlü Maliye Bakani Gunnar Strang gibi, ‘gri sosyal demokratlar’ (eski kusak partililer) güçlerini kaybetmeye baslarlar.
Palme, keskin zekasiyla, direnisçilerin sosyal demokrasi basari öyküsünün ürünü yeni kusak oldugunu, çevreci mesajlarin hiç de bosa verilmedigini kavrar; buna direnmenin partiyi zayiflatacagini da görür ve karardan vazgeçer. (Direnise güç verenler bir kismi apolitik ve pasifist olan 68 kusagi ile sonradan 70’lerde anarsist punk hareketine sekil verecek olan 1958’lilerdir. Parti inatlasarak bunlari ve iktidarini tamamen kaybedecegini de anlamistir.)
Agaçlar kurtulur. Altlarindaki kafe faaliyetine devam eder. Metronun çikisi da karsi sokakta bir yere kaydirilir.
Ve bu bes-alti günlük cephe savasi, Stockholm’ün tarihine, yurttaslarin lehine arti olarak yazilir.
Unutmadan ekleyelim: Metro çikisindan vazgeçmekle bitmez. Çünkü Palme’nin aldigi mesaj, ‘kentsel dönüsümle ilgili demokratik karar süreçlerine kent sakinlerinin katiliminin da kurumsallasmasi gerektigi’dir. Isveç hükümeti, böyle bir karari da alarak, kent demokrasisinin, adem-i merkeziyetçi bir zihniyetin önünü iyice açar. Isveç’in uzlasarak çözme gelenegi basarili bir sinavi daha hanesine ekler.
Karagaçlari geçen gün bu ‘mutlu son’ öyküsünü hatirlayarak ziyaret ettim. Tabii ki aklimda Gezi Parki’ni kusatan siyasi akil tutulmasi ve derin bir sikinti da vardi.
Agaçlar gayet zindeydi. Gövdelerine bir bir dokundum. Birinde duran testere izlerine baktim. Birer gurur abidesi gibiydiler.
Umutlandim. Belki akil ve vicdan bizim oralara da ugrar diye. Acaba?
T24 sitesi-13 Haziran
Yavuz Baydar