Makale

Atatürk ile Erdogan Arasinda Türkiye

Bu yaziyi, tarifeli uçak ile, büyüleyici ve insani kusatici bir kent olan Istanbul’dan ayrilmadan önce yaziyorum. Zaman, bir Istanbul sabahi. Gökyüzü, Altin Boynuz (Haliç) suyu renginde, parlak mavi. Istanbul’un kartpostallarda yer alan ünlü silueti – Aya Sofya, Sultan Ahmet, Süleymaniye Camisi ‘ insanin yüreginde hüzünlü bir ayrilik acisi birakiyor. Bu kentte geçirdigim günlerde görüp, tanik oldugum seylerin kaydini almakta hayli zorlandim.

Irak Kürdistan’inda, iki büyük sehir olan Süleymaniye ve Erbil/Hewlêr’den sonra Istanbul’a geldim. Kürdistan’a bir seyahat düzenlemek ve Istanbul’da bir mola vermeyi programlamistim. Istanbul’da tam tersi bir ruh hali yasadim. Kürdistan’da huzur vardi. Alis veris magazalari, Hewlêr’deki lüks oteller, insani büyüleyici Süleymaniye sehri. Bu kent, insani, albenisi içine dalip kaybolmasi için elinde gelen en içten davetinde bulunmakta kusur etmiyor. Bu sehir, Kürtlerin kentlesme adina, hangi seviyeye ulastigini göstermek üzere, adeta hareket ediyor: Bir zamanlar Saddam rejiminin korku salan kalesinin bulundugu yerde, simdilerde, Kürt çocuklarina bir oyun alani ve Hewlêr halkina açik havada yemek yeme mekâni ile birlikte, Azadî (Özgürlük) Parki düzenlenmistir.

Süleymaniye’de eskiden önlü bir iskence merkezi olarak bilinen Kirmizi Hapishane binasi simdi Müze olarak restore edilmistir. Hapishanenin bogucu hücrelerinin bulundugu katin üstündeki kat Kürt kültürüne ait nesnelerin sergilenmesi ve ekranda gösterilmesi için tanzim edilmistir: Kürt kadinin göz alici ve renkli giyim objeleri, Kürtlerin eskiden kullandiklari tüfekler, gündelik yasamin seyrinde kullanmak üzere yeniden ürettikleri aletler. Günümüz Kürdistan kadini ve erkegi Hewlêr’de, yesil tabiatina hayat vermis ve hizmet veren restoranlarin çevre düzenlemesini yapmistir. Gülümsemeleri ve içten sohbetleri yildizlar altinda serilmis sofra masalarina can katmaktadir.

Hewlêr’deki bu sakinlikten sonra, Istanbul’da kendimi sosyal bir kargasanin içinde buldum. Istanbullu bir dostum, ben Kürdistan’da iken, gelisen olaylardan uzak kalma ögüdü veren bir mesaj göndermisti. Bir yerden baska bir yere geçmenin zor oldugunu söylemisti (en güzel dönemde ulasim sorunu- Istanbul trafigi adeta bir kâbus) ve Taksim Meydani etrafinda tarihi mekânlarin bulundugu bölgelerin benim gezmek istedigim güzergâhlar oldugunu biliyordu. Güç bela Istanbul’daki gezi programimi tamamladim.

Taksimdeki protesto eylemleri bir tür devrim havasi yayiyordu. Dostumun ögüdünde hakli oldugunu anladim. Polis güçleri ile göstericiler arasindaki çatismalar sirasinda baski uygulamasi yasandi. Taksim Meydani civarlarindaki kaldirim taslari söküldü, barikatlar kuruldu, arabalar atese verildi veya ters düz edildi. Bütün bu kargasa bir Cuma günü meydana geldi. Esimle birlikte Pazartesi Istanbul’a varmistik. Sakin bir yasantinin her zaman çekici gücü vardir; kisinin sosyal gelismelerine asina olmadigi bir yerden yasamaya alisik oldugu yere geri dönme arzusu. Hemen zaman kaybetmeden, Istanbul Bogazina nazir, lüks bir semt olan Bebek’e dogru yola koyuldum.

Bebek’te lüks magazalar açikti, genç ve modayi yakinda izleyen anneler Bebek Parkinda çocuklariyla vakit geçiriyordu. Istanbul’da olup bitenlere ragmen çok daha sakindiler. Devrim atmosferi burada yoktu. Bogaz buradan çok daha büyüleyiciydi. Bogaz sularinda, ahsap platformlara çok yakin seyreden büyük gemilerin hasmeti hiç eksik olmuyordu. Genç ve havali müsteri kitlesi olan bir açik hava kafesinin hemen yaninda küçük bir Camii vardi. Müezzin müminlerin öglen namazini eda etmeleri için ezan okuyordu. Alisilagelmis gündelik faaliyetleri, Türk Islam’inin hosgörüsüne göre devam ediyordu. Hiç kimse Camii cemaatine yönelik herhangi bir davranista bulunmadi. Islam, bu semtte, modernitenin kusatmasi altindaydi.

Cami’ye yakim bir yerde, parkin çimenliklerinde güneslenen, bikinili iki kadin vardi. Bebek semti sanki Türkiye’ye ait bir semt degildi, kendine özgü bir bölge gibiydi. Bebek sakinleri Cumhuriyete bagimliliklarini gizlemiyorlardi: Türk bayraklari – parlak bir kirmizi, ay ve yildizli ‘ parki süslemekteydi. Bayraklarin üstüne ayrica basinda kalpagiyla bir Atatürk portresi baskisi yapilmisti. Bu zarif topluluk, Atatürkçü düsünceyle yetismis ve egitilmis bir kusaktir. Atatürk bu kusagin, Türkiye’nin güneyinde ve dogusunda bulunan Islami âlem ile baglarini kesmis ve kurtulusun batiya dogru yönelmesinde oldugunu söylemistir. Geriye dönüp, geçmiste kalabilecek bir kusak degildir.

Bebekten tekrar Taksim Meydanina dönüsümde bir kez daha uyarilmistim. Soförümüz elinden gelen her türlü çabayi göstermesine ragmen, yöneldigi her güzergâhta engelleniyor, çikilmasi imkânsizmis gibi görünen dik ve daracik yokuslari tirmaniyor, sürekli hafriyat kazma yiginlari ve bloke edilmis sokak girisleriyle karsilasiyordu. Araba sürme isinde pes etti ve bizi kendi halimize birakti. Taksim Meydanina gidecek yolu kendimiz bulduk. Girdigimiz yolda herhangi bir tehdit unsursu yoktu, hatta bazi gençler yol göstermeye gayret ediyorlardi. Öyle ki, aralarindan birçogu çöp yiginlarini kaldiriyor, bir gün önceden arkadaslariyla birlikte kurduklari barikatlardan kullanilan metalleri ayiriyor ve yolu açmak üzere temizlik yapiyordu. Bu durum, belki de, Türklerin içtenlikli yani ve düzenli olma mizacini gösteren bir yorum olabilir.

Sayet, Kahire’deki Tahrir Meydani ile Taksim Meydaninda meydana gelen olaylar arasinda bir mukayese yapiliyorsa ‘bu konuda devam ermekte olan bir tartisma var ‘ Taksim Meydani olaylari kendine özgü, çok daha farkli bir olguydu. Tahrir Meydaninda yapilan gösteriler de 850 kisi öldürülmüs; at ve deve sirtinda gelen holiganlar göstericilere saldirmis, keskin nisanci bir polis, adeta uzmanligini kanitlarcasina, nisan aldigi kurbanini gözünden vurmustur.

Taksimde böylesi bir olay yasanmamistir. Kirmizi elbiseli, sik bir kadin, adeta ikon olabilecek tarzda bir fotograf vermistir: Bir polis bu kadina biber gazi sikmis, bu kadin yüzünü çevirdiginde, uzun ve siyah saçlarinin yatay bir sekilde havalanmis bir tablo olmustur. Türk Devleti ve Basbakan Recep Tayyip Erdogan’in göstericilere tolerans taninmamasi hakkinda bir seyler söylenmesi gerekiyorsa, bu durum, vatandasina zara verici nefret niteliginden olup, yöneten ile yönetilenler arasinda yabancilasma yaratan Arap âlemine benzememektedir. Basbakan Erdogan inatçi bir insan, iç dünyasinda otoriter, modern bir topluma göre muhafazakâr bir kisi olabilir, ancak, oyunun hangi kurallara göre oynanacagi sandiktan çikan sonuca göre belirlenmistir.

Erdogan, protesto eylemlerine tepeden bakarak karsi çikarken, ‘azinlik, çogunlugu yönetemez’ seklinde beyanat vermistir. Ülkesinin kültürel degerleri konusunda akillica yorumlar yapan birisi, taninmis bir köse yazari olan Cengiz Çandar’dan gözleyebildigim kadariyla ‘Erdogan’in inandigi tek sey oy sandigindan çikan sonuçtur’. Erdogan ve basinda bulundugu partisi 2002 yilindan beri üç kez seçim kazanmis ve elde etigi seçim basarisi ona siyasi bir yetki donanimi saglamistir. Erdogan, seçim zaferinden dolayi, büyük kitlenin kendisine destek verdigine inanmaktadir. Türk siyasetinde askeri güce kisitlama getirebilme yetkisini veren yine seçim sandigi olmustur. Uzun zamandan beri Türkiye’de egemenlik sahibi, ekonomik ve sosyal elitler sinifi olan ‘Beyaz Türklerin’ iktidarini kirabilme yetkisini de seçim sandigindan almistir.

Bir rastlanti sonucu kendimi, Taksim’den Istiklal caddesine dogru yönelen siddetli bir çatisma sahnesi ortasinda bulmustum. Kitleyi olusturan insanlar, sandigim kadar, pek de genç degillerdi. Bu kitle orta yasli kadin ve erkeklerden ve ayni zamanda gençlik kesiminden meydana geliyordu. Ellerinde, Atatürk portesi olan bayraklari tasiyorlardi. Bu kitle, ayni zamanda, yürütülmekte olan mücadelenin fay hatlarinin neler oldugunu da gösteriyordu: Türkiye cografyasi üzerinde – kimligi, diger milletler arasindaki yeri, sürmekte oldugu siyasal yasami ‘ birisinin efsanevi kurucu lider olup, 1938’de öldügü, digerinin ise, Istanbul’da, geleneksel halk katmanlari arasindan liderlik mertebesine yükselip, kendisini Cumhuriyet tarihinin ikinci en büyük iktidar sahibi pozisyonunda konumlandiran iki adamin temsil ettigi degerler arasinda egemenlik kavgasi veriliyordu. En iyi bir ihtimalle, bu her iki rakip dünya görüsü arasinda bir uzlasma yolu bulunacaktir. Ancak, Basbakan Erdogan ülkesinde kutuplasma yaratmaya yol açmistir.

Türk toplumunda Atatürk, her sekilde, Erdogan’in temsil ettigi degerler sisteminin karsitidir. Erdogan’in bir içki alinmasina ve alkol tüketimine karsi dururken, Atatürk ise raki, anason aromali likör tiryakisiydi. Atatürk 57 yasinda, karaciger sirozu hastaligindan vefat etmistir. Askeri bir pasa ve cephe kazanmis bir komutandi. Genellikle ayricalikli bir adam sifatiyla içkisini alirdi. Erdogan, Atatürk’ün ayyas oldugunu ima etmis ve bu tarzdaki hitap sekli, kurucu baba gelenegine göre yetismis kitle tarafindan hos karsilanmamistir.

Atatürk, hatirlanacagi üzere, modern Türkiye’de eski kültürel düzenin yikilmasinda herhangi bir beis görmemistir: Osmanli düzeni feshedilmis ve Cumhuriyeti ilam edilmis, hilafeti kaldirilmis, fes ve türban giyimini yasaklanmis, Islami takvim olan hicri takvim yerine Hiristiyanlik çagina göre tarih baslangici olan miladi takvim uygulamasina geçilmistir. Arap alfabesi yerine Latin karakterli alfabeye geçilmistir. Islam dininin devlet dini oldugu hükmünü geçersiz ilan edilmistir. Batililasma yolunda hiç bir program bu derece ihtirasli olamazdi. Atatürk kendisini aydinlanma adami olarak görmüs ve Türkiye Bati kültürünün bir parçasi haline gelmistir. Demokrat bir lider degildi. Otoriter bir ögretiye göre hayatini idame etmistir: ‘Halka ragmen, halk için’ siarini izlemistir.

Hiçbir kültürün toptan tasfiye edilmesi mümkün degildir. Atatürk 1938’de, ögretisinin yükseliste oldugu bir dönemde vefat etmis, ancak, sonraki dönemlerde, bu diyarlarda Islami degerler asla ayni seviyeyi yakalamis, belirli mekânlarla sinirli kalmis ve 1990’lardan sonra yeniden bir ivme kazanmistir. Askeri birlikler, Kemalist düsünce sistemi bekçileri, buna izin vermemistir. Siyasal Islamcilar her zaman varliklarini hissettirmis, ancak, 1997’de askeri bir darbeyle amaçlarina ulasmalarina engel olunmustur.

Bes yil sonra, Recep Tayyip Erdogan ve basinda bulundugu siyasi parti seçim kazanma marifetiyle iktidara gelmistir. Bu seçimden sonra iki büyük seçim zaferi daha kazanmistir. Erdogan ülkesinde egemenlik kazanma hazirligi yapmistir: 1990’larda Istanbul Belediye Baskani sifatiyla büyük basari elde etmis, lafini esirgemeyip, cesurca davranmis, kamuoyuna hitap etmesi sirasinda, açikça siyasal Islam’i savunmasindan dolayi askerler tarafindan hapis cezasi verilmistir. Bir konusmasi sirasinda ‘minareler süngümüz, kubbeler migferimiz ve camiler de kislamiz olacaktir’ seklinde hitap etmistir. Bu durumda, Kemalizm Cumhuriyetin sivil dini ise, bu tutkulu adam Osmanli geçmisini yüceltmeye kararli demektir.

Türkiye’de bu siralarda yasanmakta olan kriz, Erdogan’in, Taksim’de, Gezi Parkindaki agaçlari kesecegini, yerine (Osmanli dönemine ait) Topçu Kislasi insa edecegini kamuoyuna ilan ettigi zaman patlak vermistir. 1923 yilinda Cumhuriyetin ilanindan beri kurumlasmis olan Kemalist yapilarina cepheden saldiri yeni-Osmanlicilik seklinde olmustur.

Erdogan’in, Kemalist doktrinin baska bir merkeziyle bir kez daha yolu ayrilmistir. Atatürk Arap devletleriyle baglarini koparmisti. Arap Âleminde kendisine cazip gelen bir uygulama yoktu. Erdogan, siyasal üstünlük sagladigi birkaç yillik süre zarfinda, Arap Âlemi siyaset sahnesine cesur bir adim atmis, Suriye diktatörünü elestirmekte lafini esirgememistir. Ülkesi topraklarini Suriye’den gelen büyük siginmaci topluguna açmistir. Türkiye’yi, ayni zamanda Islami bir ülke ve güçlü ekonomisi olmasi sifatiyla, Misir, Tunus ve Libya’ya bir model olarak sunmustur. Erdogan’in Pan-Islamizm düsüncesinde gerçek anlamda bir cosku vardir.

Geçen Mayis ayinda, Türkiye’nin, ulus bir devletin sinirlarinin ötesine geçen, dünya düzenindeki yerinden bahsetmistir: ‘Biz diger devletlere benzemeyiz. Yalnizca kendi basit çikarlarini korumakla yetinip, sessiz kalan bir devlet degiliz. Bölgedeki dost diger devletlerin vatandaslari Gazze’de, Beyrut’ta ve Mekke’de bizim için dua ediyorlar. Bu, bizim omuzlarimizda olan büyük bir sorumluluktur.’

Erdogan, bu konusmasindan birkaç gün sonra, 11 Mayis tarihinde, Türkiye’nin güneyinde bulunan Hatay vilayetine bagli Reyhanli ilçesinde, 51 Türk vatandasinin ölümüyle sonuçlanan bomba yüklü iki araba patlatilmistir. Bu kadar kisinin canina kiyilmasi yazik olmustur. Beyrut’ta, Bagdat’ta ve Sam’da tanik oldugumuz üzüntü verici sahneler. Oysa Türkiye için yeni bir durum yasaniyordu. Türkiye halkini olusturan çogunlugunun bilinçaltinda Arap Âleminden kaynakli huzursuzluk ve öfkesinden uzak durma arzusu kalmistir. Yeni-Osmanlicilik siari, yaygin halk katmanlari arasinda arzu edilen bir hedef degildir.

Erdogan’in Suriye politikasi Türkiye halki arasinda kabul görmemistir. Son zamanlarda yapilan bir ankete göre, görüsü alinan kitlenin % 54’ü karsi oy verirken, yalnizca 26’si hükümetin Suriye politikasina destek vermistir. Erdogan’in, Baskan Obama’yi Suriye savasi içine çekmede basarisiz olmasi, siyaset açisinda dezavantajli olmustur. Obama ile olan baglarina çok güvenmistir. Amerikan politikasinin degiskenligi, Erdogan’i, Araplar ile olan kavgasindan dolayi, Türkiye halkinin nefretiyle karsi karsiya birakmistir.

Merhum Samuel P.Huntington, Medeniyetlerin Çatismasi ve Yeni Dünya Düzeni (1996) adli referans niteligindeki eserinde Türkiye’yi hafizalarda yer alacak sekilde ‘yalniz ülke’ olarak tanimlamistir. ‘Türkiye kendine has ayri bir ülkedir. Hâkim, tek bir kültüre sahip oldugunda, bu özelligi onu baska bir uygarligin önüne koymaktadir. Ancak Türkiye’yi yönetenler, bu ülkenin yönünü baska uygarliklar yönüne dogru degistirmektedir’ seklinde devam etmistir. Kimliginin yeniden tanimlanma süreci hiçbir zaman kolay olmadiginin altini çizmistir. Türkiye halki, kimliginin yeniden tanimlanmasi çabasinda riza göstermeye taraftar ve Bati medeniyetinin dönüstürülmesi sürecinde istekli de olacaktir.

Kemalist Türkiye kendini yeniden tanimlama sürecine girmistir. Ancak, Erdogan’in iktidarda olmasiyla birlikte, Avrupa’nin kendine has sorunlari olan bir kita oldugu yönündeki inanci, Osmanli geçmisine olan özlemi ona,’yalniz ülkelerin’ yörüngelerinin hiçbir zaman bu kadar basit ve mesafe olmada o kadar kolay olmayacagina dair deliller sinmaktadir.

Kaynak: http://www.hoover.org/publications/defining-ideas/article/150116

Ingilizceden çeviren: Nizamettin Karabenk

Fouad Ajami

Back to top button