Makale

Çözüm sürecinde yoldurumu

[email protected]

Önce su ‘çözüm süreci’ kavramina kendi açimdan bir netlik kazandirmak istiyorum. Bu kavram ya da nitelendirmenin geçmiste hükümetin basvurdugu ‘milli birlik ve kardeslik projesi’ gibi ifadelerden daha kullanisli oldugunu düsünüyorum. Hükümet Kürt sorunundan ve onun çözümünden ne anliyor, bu ayri konu. Ancak hükümetin de ‘çözüm süreci’nden kastettigi seyin ‘o cenahtan gelen çeliskili açiklamalara karsin- Kürt sorununun çözümü oldugu biliniyor. Öte yandan kendim ve HAK-PAR olarak Kürt sorununun çözümünün bir süreç sorunu oldugunu her firsatta ifade ediyoruz. Ve ayrica baslatilan yeni sürecin Kürt sorununun çözüm potansiyelini içermedigini iddia etmek mümkün degil. Bu açidan hükümetin son alti ayda isleyen süreçle ilgili kullandigi ‘çözüm süreci’ kavramini kullanmakta her hangi bir sakinca görmüyorum.

Simdi esas konuya geleyim.

Basta isler yolunda gitti

Hükümetin MIT üzerinden Öcalan ile baslattigi ve Kürt sorununun barisçil çözüm potansiyelini içeren çözüm sürecinin üzerinden alti aydan fazla bir zaman geçti.

Su geçen alti aylik süreçte elle tutulur en önemli gelisme silahlarin susmasi oldu. Böylece toplumun canini yakan silahli çatismalar durdu, can kayiplari ve onun yol açtigi yikici etkiler yasanmaz oldu. PKK’nin silahli güçlerini Türkiye’nin disina çekme karari ise söz konusu çatismasizlik sürecinin pekismesi ve çözüm sürecinin saglikli ilerletilmesi bakimindan gerekli zeminin olusmasina katki sunan önemli bir adimdi. Pes pese gelen bu iki adim kangrenlesmis yüzyillik Kürt sorununun barisçil çözümü için büyük umut yaratti ve yarattigi umut oraninda da toplumdan destek gördü. Ancak henüz bu bir baslangiçti. Silahlarin susmasi, ölümlerin durmasi, savastan kaynaklanan gerilimin düsmesi son derece önemliydi. Esas yapilmasi gereken ise Kürt sorununa yol açan tarihsel haksizliklarin giderilmesi, Kürt halkina gasp edilen ulusal demokratik haklarinin iade edilmesiydi. Bu çerçeveden bakinca silahlarin susmasi ve PKK’nin sinir disina çekilmesi ne tek basina kalici bir baris ne de Kürt sorununun çözümü anlamina geliyordu. Ama söz konusu gelismelerin her iki tarihi hedefe ulasmak için büyük imkanlar ortaya çikarttigi açikti.

Hükümet tarihi bir gelismeye imza atmisti. Ancak sürecin ilerleyebilmesi için daha kapsamli ve yaygin bir toplumsal uzlasiya ihtiyaç oldugu ortadaydi. Sürece iliskin kamuoyunda var olan kaygilari gidermek, yanlis ve yersiz algilari olumlu yönde degistirmek amaciyla 63 kisilik bir Akil Insanlar Heyeti olusturuldu. Olusumunda yeterince katilimci bir yöntem izlenmezse de Akil Insanlar Heyeti projesi oldukça isabetli bir fikirdi.

63 kisilik Akil Insanlar Türkiye’nin dört bir yanina dagilarak hükümetin baslattigi sürecin toplum tarafindan anlasilmasi için önemli bir etkilesim sürecini islettiler. Akil Adamlar üstlendikleri misyonu yerine getirirken öyle görünüyor ki hem birbirlerinden hem de sahada bulustuklari kesimlerden etkilenerek kendileri de dönüstüler. Yaptiklari is sadece toplumun birçok kesimiyle bulusup tartismak, sürece iliskin kaygi ve tepkilerini gidermekle kalmadi. Ayni zamanda söz konusu tarama sürecinde farkli toplumsal kesimleri bir araya getirip onlari bulusturmayi da basardilar. Bu durum karsilikli konusma kültürünü gelistirdi, uçlari törpüledi, siyaset gibi toplumun da normallesmesine katkida bulundu.

Akil Insanlar’in yogun görüsme trafigi sonucunda sürece verilen destek Türkiye genelinde % 70, Kürdistan da ise % 100’e ulasti.

Öte yandan Akil Insanlar Heyetleri’nin yaptiklari en önemli islerden birisi de iki aylik tarama ve görüsmelerin sonuçlarini hem yüz yüze görüsmelerinde hem de rapor haline getirerek basbakana sunmalari oldu. Söz konusu çalisma, hükümetin elini güçlendirdi ve süreci ileriye tasimasi için ona önemli bir alan açti

Çözüm süreci baglaminda hükümetin attigi ikinci önemli adim ise Meclis’te ‘Çözüm Sürecini Degerlendirme Komisyonu’nun kurulusuna ön ayak olmasi oldu. CHP ve MHP’nin yer almadigi bu komisyon agilikli olarak AKP milletvekillerinden olustu, BDP ise bir üye ile bu komisyonda yer aliyor. Ancak aradan geçen zaman içinde bu komisyonun çalismalari ve sürece katkilari ile ilgili kamuoyuna yansimis somut bir çalismasi olmadi ya da olduysa da benim haberim yok. Oysa bu komisyon, çözüm sürecinin gerektirdigi yakici konulari hem parlamentonun hem de toplumun gündemine tasimak için daha islevsel olabilirdi ya da hala bu mümkün.

Bu arada Imrali ile kandil arasinda yürüyen yogun trafigin de etkisiyle PKK cenahinda süreç sorunsuz islemeye devam ediyordu.

Sürecin tekledigi yer

Çözüm süreci baglaminda kisa bir zaman dilimi içinde önemli bir yol alindi, derin badireler atlatildi ve süreç gelip Gezi Parki’na takildi.

Hükümetin, daha somut olarak güvenlik güçlerinin 29 Mayis2013 tarihinde Taksim Gezi Parki’daki eylemcilere karsi basvurdugu asiri ve hoyratça siddet bir anda bütün Türkiye’yi ayaga kaldirdi. Aslinda Gezi Parki tek basina bu denli etkiye yol açacak nitelikte bir olay degildi. Tersine o bardagi tasiran son damla misali hükümetin ve daha çok da Basbakan Erdogan’in izledigi buyurgan ve otoriter tutumunun yol açtigi birikimin bir patlamasiydi. Basbakan’in geçen dönemde izledigi tepeden inmeci ve buyurgan yaklasim toplumu patlatti. Ancak bu durum Basbakan’in tutumunu degistirmek yerine daha da sertlestirdi ve taraflarin inatlasmasi gerilimi artiran bir kisir döngüye dönüstürdü. Gerçi Basbakan Gezi Parki somutunda geri adim atti fakat ayni zamanda yaptigini bir zafiyet olarak yansitmamak için de gerilim çizgisini sürdürdü. Böylece Gezi Parki bir anda Türkiye’nin siyasal yasaminda önemli bir fay hattina dönüstü. Ve öyle görülüyor ki ondan kaynakli sarsintilar etkisini sürdürmeye devam edecek.

Bu arada Gezi Parki eylemleri önemli bir gündem kaymasina yol açarak çözüm sürecine yönelik odaklanmayi zayiflatti. Dahasi Akil Insanlar Heyetleri toplumsal kutuplasmalari törpüleme yönünde önemli çalismalar yürütmüs ve çözüm süreci ekseninde önemli bir toplumsal payda ve uzlasinin yakalanmasina önemli bir katkida bulunmuslardi. Oysa Gezi Parki’ndan sonra toplumsal kutuplasma yeniden hortlayarak geri döndü. Hükümetin Gezi Parki yaklasimi AKP’nin demokratlik sinirini bir kez daha tartisma konusu haline getirdi ve bu da onun çözüm yönündeki samimiyeti bakimindan yeni kuskular üretti.

Oysa Kürt sorununun çözümünün ilk kosulu silahlarin susmasi ise diger bir olmazsa olmazi da genis bir toplumsal uzlasi ve mutabakat zeminiydi. Gezi Parki’ndaki tutumuyla hükümet böylesi bir toplumsal uzlasi zeminine kendi eliyle büyük bir darbe vurmus oldu.

Anayasa konusunda eriyen umutlar

Yeni anayasa yapim konusu uzun yillardan beri bütün toplumsal kesimlerin ortak beklentisi. Öte yandan Kürt sorununun kalici ve esitlikçi çözümünün son tahlilde yeni bir anayasa konusu oldugu her firsatta vurgulandi. Çözüm süreci gündeme girdiginde yeni anayasa konusunun önemi bir kat daha artti. Çünkü çözüm sürecinden somut ve kalici sonuçlar elde edilmek isteniyorsa bunun için en basta ihtiyaç duyulacak seyin yeni bir anayasa oldugu ortadaydi. Yapilacak yeni anayasanin en azindan Kürt sorununun çözümü bakimindan uygun bir zemin yaratmasi bekleniyordu. Ancak gelinen asamada birakalim arzulanan bir anayasa yapmayi, formel anlamda bile yeni bir anayasa yapiminin imkanlarinin her geçen gün ortadan kalktigi ortada. Bir yildan fazla bir zamandan beri Anayasa Uzlasma Komisyonu’nun üzerinde uzlastigi medde sayisi 48’de kaldi ve bu maddeler de Türkiye’nin temel sorunlarinin hiçbirine çözüm getirecek içerikte degiller. Basbakan son günlerde söz konusu 48 maddenin Meclise getirilmesi çagrisinda bulundu. Oysa böyle bir yaklasim ipe un serpmek ve köklü ve demokratik anayasa talebini ötelemekten baska bir ise yaramaz. Yeni anayasa baglaminda gelinen noktanin çözüm sürecinin gelecegi bakimindan umut vermedigini söylemek abarti sayilmaz.

PKK cephesi huzursuz

PKK, geçen dönem içinde Öcalan ve MIT arasinda öngörülen takvime göre davraniyor olsa da ve Adalet Bakani Sadullah Ergin 24 Haziran 2013 tarihinde ‘çözüm süreci sorunsuz ilerliyor’ dese de, çözüm sürecinin belli bir sikisma yasadigini yok saymak mümkün degil. Öcalan’in etkisiyle ama daha çok kerhen sürece onay veren PKK’nin yasadigi huzursuzlugun tezahürleri son dönemde daha çok görünür olmaya basladi. 20 Haziran 2013 Persembe günü içinde Jandarma Asayis Kolordu Komutani ile 3’üncü Tümen Komutanini tasiyan helikoptere Yüksekova dolaylarinda PKK’liler tarafinda ates açildi. Bu haber ilk duyuldugunda soguk bir dus etkisi yaratti. PKK’nin Cizre’de ‘Asayis birimi’ kurdugu yönünde basina yansiyan haberler sürece yönelik bir sabotaj olarak nitelendirildi. Daha sonra degisik bölgelerde santiyelerin basildigi, kaçirilma olaylarinin arttigi, fidye istendigi iddialari ile ilgili gelismeler PKK’nin sürece ayak direttigine iliskin algilari güçlendirdi. Daha da önemlisi son dönemde Öcalan, sürecin tek yanli sürdürülemeyecegi yönündeki rahatsizliklarini daha çok dillendirir oldu. Buna Kandil’den gelen dozu ayarlamis huzursuzluk belirtileri eklenince ‘acaba süreç tikaniyor mu’ endiseleri hakli olarak bir kez daha gündemin bas sirasina oturdu. Sürecin kirilganligi üzerinden yeni bir tartisma alevlendi.

Böylece dikkatler bir kez daha çözüm sürecine odaklandi ve çözüm süreci etrafinda kenetlenme yönünde bir hareketlilik göze çarpmaya basladi.

Sonuçta bu hayirli bir gelisme.

Ve simdi daha çok sürecin seyrinin, kim ‘ikinci asama’dan ne anliyor? eksenli bir tartisma etrafinda sekillenecegi anlasilmakta.

Öncellikle hükümetin söz konusu ikinci asamaya iliskin tutumu çözüm sürecinin yönü ve kaderini belirleyecek nitelikte olacak.

Ikincisi, çözüm süreci Türkiye için olmazsa olmaz bir siyaset degisikligi mi yoksa hükümete nefes aldiracak bir taktik adim olarak mi gündeme geldi?

Üçüncüsü, sürecin ileriye tasinmasi tek basina hükümete birakilacak bir konu mu dur? Eger degilse baska kime ne tür görevler düser?

Öcalan’in basbakana atfen ‘artik silahlar sussun, fikirler ve siyaset konussun’ çagrisina ragmen silahli çatisma bakimindan geri dönülmez bir noktada miyiz?

Bu ve benzer sorular üzerinden çözüm sürecinin yol durumu üzerinde durmaya devam edecegim.
16.07.2013

Back to top button