Din ve devlet
Geçen günkü yazimda, gözlemledigim gerçekleri keskin cümlelerle söyledim diye, tetikte bekleyen muarizlarim derhâl harekete geçerek, itibarsizlastirma faaliyetine giristiler ve beni darbeci ilân ettiler.
Bunun bir tek nedeni vardi:
Din!
Çünkü ben dinin, bireyin ve toplumun yasamina bir ‘devlet siyasasi’ olarak sokulmaya çalisildiginin yogunlastigina dikkat çekiyor ve bu durumu sert bir dille elestiriyordum da ondan.
Din olgusunun, birey ve toplum açisindan sosyolojik bir gerçeklik oldugunun da bilinciyle; Kemalist devletin, bu ülkedeki insanlarin din ve vicdan özgürlüklerini, tipki diger özgürlüklerde oldugu gibi, daha düne kadar nasil baski altinda tuttugunu iyi bilirim.
O yüzden de bir demokrat olarak, itilip kakilan bu magdur insanlarin yaninda yer alir, inanç özgürlüklerini savunurum.
Ne ki o mazlumlar, yekinip iktidara tasidiklari temsilcileri marifetiyle, simdi artik ‘sira bizde’ diyerek magrurlasmaya yüz tutmuslarsa, bu sefer de onlara karsi çikarim.
Din ve vicdan özgürlüklerinden yana olmam, ‘toplumsal yasamin siyasal iliskileri’nde ‘aklin yerine vahyin kurallari’nin konmasina seyirci kalacagim anlamina gelmez.
Ben özgürlükleri savunurum, ‘bilim disi olan’i degil.
Örnegin, basörtüsünü, bir hakkin bir hürriyetin tezahürü seklinde algilarim; olmasi gereken bir kiyafet olarak degil.
Karimin ya da kizimin takmasi beni hiç mutlu etmez. Onu giyince mutlu olabilen insanlarin serbestlikleridir, beni ilgilendiren.
Din, bireylerin ve cemaatlerin, inanç ibadet ve ritüellerini gönüllerince yasayabilecekleri bir özgürlük alanidir, benim için.
Ama bunu ‘devletin siyasasi’na tasidiklari an, yokumdur yanlarinda.
Dinin oldugu yerde nötr kalmalarini beklerim, devlet çarkini döndürenlerin.
Bu sebepledir ki, dilinden dini düsürmeyen, Kur’an ayetleriyle siyaset yapan bir basbakani olsun istemem bu memleketin.
O basbakan ki, siyasal sorunlari çagdas yöntem olan demokratiklesme ile çözecek yerde, seksen yillik Kemalist rejimin iktidar gücü kucagina düstü diye, bundan sonra biraz da kendisine sagmayi seçen biri olarak, tüm darbe süreçlerinin gerçek mirasçisi sayilmaz mi bu tutumuyla?
Nitekim, bu vesayet modelinin özellikle 1960’lardan beridir yapilagelmis bulunan kurum, kural ve teamüllerini oldugu gibi muhafaza etmenin, bir ‘reddi miras’ tavri olmadigi yeterince açik degil midir ki, hiç kulak asmaz yandaslari da?
Bu mudur dürüstlük?
Bunlar tartisilmadi mi televizyonlarda on senedir, kanal kanal?
Pekiyi, ne var simdi ortalikta, nedir degisen?
O yüzden, Basbakan’in ve taraftarlarinin dil alti hapi gibi baklalardan ibaret darbecilik karsiti söylemleri ve öylesine yapilan üstünkörü isler, birer popülist propaganda malzemesi olmaktan öteye seyler degildir, benim indimde.
Iktidarda kalmanin hem araci hem de amaci hâline gelmis bulunan dinsel siyasetin sözümona entelektüelleri, azinlikta kalmaya baslayan modernlerin hayat tarzlarina ne oranda karisilmayacaginin formüllerini ve güya nasil iyi davranilacaginin güvencelerini de tartismaya basladilar ya yavas yavas, pes dogrusu.
Sonuç olarak diyecegim odur ki, kendimi Necip Fazil ve Mehmet Akif’ten ibaret bir tabldot kültürüne mahkûm etmedigimden, onlari da içeren ama çok baskalarindan da beslenerek, doyuruyorum ruhumu, doldurmak için ‘içimdeki boslugu’.
Ve ‘dinin belirleyici olmasini’ dayatanlardir bana göre, en büyük kötülügü yapacak olanlar, bu ülkeye
———————————————
Taraf-19 Temmuz
Namik Çinar