Misir’daki askeri darbe ve olasi sonuçlari üzerine…
Türkiye’de, Gezi Parki ve Taksim olaylariyla Lice’de, Cizre’de yasananlar ve benzeri gelismeler, MIT-Imrali diyaloguyla baslayan süreci kesintiye ugratir mi diye tartisilirken, Misir’daki askeri darbe gelip gündemin basina oturdu. Bu, bir bakima dogal ve baslica nedeni ise Misir’in Arap ve Islam alemindeki konumu…
Arap milliyetçiliginin vatani olan Misir, ayni zamanda Arap aleminin siyasi merkezi olarak da biliniyor. Misir, Asya ile Kuzey Afrika arasinda bir köprü. Ayrica Süveys kanali O’nu, dünya ticareti, bölge petrolü ve dogal gazinin uluslararasi pazara akitilmasi gibi konularda önemli bir ülke haline getiriyor.
Bunlarin yanisira Misir, Israil’in komsusu oldugu gibi, Israil ile ciddi bir savasa tutusan, O’nunla Camp David gibi Islam ve Arap aleminde büyük sarsintilara neden olan anlasmayi imzalayan bir devlettir. Bir baska Müslüman ülkede, örnegin Endenozya’da Israil düsmani, radikal bir rejimin iktidara gelmesi, Israil için önem arz etmeyebilir ama, burnunun dibinde bulunan Misir’daki rejim degisiklikleri için ayni seyleri söylemek mümkün degildir. Misir’da olumlu ya da olumsuz en küçük degisiklik, Israil’in güvenligini dogrudan etkiliyor. Bu nedenle Misir, Israil’in güvenligi açisindan çok önemlidir ve Israil devletinin varligi ve güvenligi de, basta ABD olmak üzere Batili ülkelerin bölgeye yönelik politikalarinin temel unsurlarindan biridir…
Misir, bölgede ve Islam aleminde genis ve köklü bir toplumsal tabana sahip olan Müslüman Kardesler Örgütü’nün merkezidir. Keza, Islam dünyasi için önemli egitim merkezlerin biri olan El Ezher Üniversitesi de Kahire’dedir.
Misir, 5 bir yillik bir kültürün mirasçisi ve hafizam beni yaniltmiyorsa eger, Arap ülkeleri içinde en fazla gayrimüslim nüfusun yasadigi bir ülkedir ki tüm bunlar, Misir’daki siyasal ve toplumsal gelismeleri etkileyen önemli etmenlerin basinda geliyorlar.
Diger yandan Misir ordusu ABD’ye bagimli olan, ülke ekonomisi, idaresi ve siyasetindeki ayricalikli durumu anayasal güvenceye kavusturulan bir ordudur ve Cemal Abdulnasir döneminden günümüze kadar bu konumunu güçlendirerek korumustur.
Ve tüm bunlar Misir’daki askeri darbenin, kaynayan bir kazandan farksiz olan Ortadogu’ya etkisinin büyük olacagini göstermektedir.
Bazi tespitler
Askeri darbenin bölgeye etkilerine iliskin görüslerimi aktarmadan önce, konuya iliskin degerlendirmelerde yardimci olacagina inandigim bazi tespitlerin altini, tekrar da olsa çizmek gerekir.
Mübarek karsiti gösterilere bir haftalik gecikmeyle katilan, sonuna kadar meydanlarda kalmayan ve bu nedenle de ‘devrimi çalmakla’ itham edilen Müslüman kardeslerin, Mursi yönetimindeki seçilmis hükümetinin mesruiyetini sorgulamak abesle istigaldir.
Mursi’nin dünya görüsü, ideolojisi, yönetiminin hatalari, yaptiklari ya da yapmadiklari askeri darbeye gerekçe olmaz, onu hakli kilmaz, darbeye maruz kalmanin, otomatik olarak Mursi’yi bir anda demokrat yapmaya yetmedigi gibi…
Misir ordusunun, seçilmis bir baskani görevden almasi, hükümeti dagitmasi tam bir askeri darbedir ve amasiz, lakinsiz, fakatsiz darbeye karsi çikmak gerekir.
Mursi karsiti milyonlarin katildigi gösteriler ve sonrasinda yasanan gelismeler bir kez daha ortaya koymustur ki, sokak eylemleri steril degil ve bazen eylemcilerin istemedigi sonuçlara da yol açiyor. Çünkü Tahrir Meydani’ni dolduranlarin ezici çogunlugunun amaci orduyu iktidara getirmek degildi. Ama bu kez de en örgütlü güç olan ordu ‘devrimi çaldi.’
Misir’da son yasananlar, Arap aleminde, bölgedeki gelismeleri etkilemeye aday yeni bir yarilmanin uç verdigini gösteriyor. Yarilma Müslüman Kardesler Örgütü’ne soguk ve Selefi hareketinin baslica destekçisi olan Suudi Arabistan ile Misir’da Müslüman Kardesler’den yana tavir koyan Katar Emirligi arasinda yasaniyor. Oysa bu iki Arap ülkesi bölgesel gelismeler üzerinde etkili olan Sünni cephesinin ileri gelen ve bugüne kadar Iran’in basini çektigi Sii cephesine karsi ortak tavir alan iki devlet.
Sii-Sünni savasi (mi)?
Misir’daki gelismelerin hangi yöne evrilecegini söylemek için zaman henüz erken. Ama darbe sonrasi yasananlar ülkenin hizla bir iç savasa dogru seyrettigini gösteriyor. Hiç kusku yok ki Misir gibi Arap aleminin önemli bir ülkesinde olasi bir iç savas, sadece bu ülke ile sinirli kalmayacak, ABD, Rusya ve öteki Batili ülkelerin de dogrudan taraf olacagi bölgesel savasi tetikleyecektir.
Misir’da yasananlar ilk elden Filistin, Lübnan ve Suriye’yi etkiliyor. Sadece Filistin’in parçali yönetimini birlestirmek için yürütülen görüsmeleri olumsuz yönde etkilemekle kalmiyor, Filistin-Israil baris görüsmelerinde de Filistin’in elini zayiflatiyor.
Misir’daki darbenin, Suriye’deki savas nedeniyle mezhep çatismalarinin yeniden basladigi Lübnan’da iç savas tehlikesini artirdigi fikri, genel kabul görüyor.
Hiç kuskusuz, Misir’daki askeri darbe ve yol açtigi sonuçlar en fazla Suriye BAAS diktatörlügüne yariyor. Suriye muhalefetinin omurgasini Müslüman Kardesler olusturuyor ve Selefiler de muhalefetin önemli bir unsuru. Müslüman Kardeslerin iktidardan uzaklastirilmasi, Müslüman Kardeslerle Selefilerin arasinin limonilesmesi ve Misir gibi önemli bir ülkenin içine kapanip kendisini tüketecek bir iç savas ile yüzyüze gelmesi, BAAS rejimine gökte ararken yerde buldugu firsatlar sunuyor.
Müslüman Kardesler yönetimindeki Misir’in, Suriye muhalefetinin birligini saglama konusunda kayda deger isler yaptigi bir sir degil. Öyle anlasiliyor ki askeri darbe sonrasi Misir’in ayni seyleri yapmasi zor ve zaten pamuk ipligine bagli olan Suriye muhalefetinin birligini korumasi, bundan böyle daha da zorlasacak. Bahsettigimiz gelismeler ve Lübnan Hizbullahi’nin Suriye ordusunun yaninda çatismalara katilmasi, Esad rejimini muhalefeti karsisinda güçlü kiliyor ve bu ülkedeki iç savasi sürekli hale getiriyor.
Irak’in durumu ise malum. Iran Islam Cumhuriyeti’nin bu ülkedeki Sii kesimler üzerindeki etkisi devam ediyor ve Irakli Siiler tam anlamiyla iktidarda olmasalar bile, hükümette çogunlugu olusturuyorlar. Iran’in destegini de arkalayan Maliki, kendisini iktidara tasiyan anlasma ve uzlasmalara uygun hareket etmiyor, bir diktatör gibi davranarak önemli askeri ve ekonomik makamlari kontrolü altina aliyor. Maliki’nin federal Irak’i ayakta tutan uzlasmanin prensiplerine uymamasi, varilan anlasma hükümlerini hayata geçirmekten kaçinmasi, basta Kürdler olmak üzere öteki kesimlerin tepkisine yol açiyor.
Maliki’nin söz konusu tavri nedeniyle bir dönem kopan Bagdat-Hewlêr iliskilerinin, ABD ve Tahran’in taraflara baskisi sonucu yeniden kurulmasina ragmen, iki merkez arasindaki sorunlar çözüme kavusturulmus degil. Bunun yani sira Maliki’nin Sünni bölgelerde yapilan gösterilere karsi orduyu harekete geçirmesi bu ülkedeki gerginligi tirmandiriyor. Siilere yönelik gerçeklestirilen intihar saldirilarinin sayisi artiyor.
Misirdaki askeri darbe sonrasi yasanan karmasa, Lübnan’daki mezhep çatismalari, Suriye’deki iç savas ve Irak’ta yasananlar, bölgedeki istikrarsizligi derinlestiriyor, güvensizlik tohumlari ekiyor. Ve eger gerekli önlemler alinmazsa Ortadogu’da genis bir Sii-Sünni çatismasinin kapida oldugunu gösteriyor.
Türkiye’nin tavri
Kendisine Ortadogu’da hak etmedigi ve altindan kalkamayacagi roller biçen AK Parti Hükümeti, dis politikasiyla bölgede yanan atese benzin döküyor. Sii-Sünni ayriliginda Sünni cephede yer aliyor.
BAAS diktatörlügü ve katliamlarina karsi çikarak dogru bir tavir sergileyen AK Parti hükümeti, Katar ve Suudi Arabistan ile birlikte BAAS’i aratmayan eylemlerde bulunan radikal Sünni gruplara her türlü destegi sunmaktan geri kalmiyor.
AK Parti hükümeti, ‘ustalik dönemi’nde, kendisinden önceki hükümetleri aratmiyor. ‘Ileri demokrasi’ terimini agzindan düsürmeyen AK Parti, bunun için AB sürecini gelistirmek amaciyla gerekli yasal ve idari degisiklikleri yapmak, hak ve özgürlüklerin sinirlarini genisletmek yerine, AB’yi küçümsüyor, karsi tavir aliyor. Hak talepleri karsisinda güvenlikçi politikalara sariliyor. Roboski katliaminin sorumlularini koruma altina aliyor. Hrant Dink katliamini planlayan devlet görevlilerini, iskence yaptiklari mahkeme kararlariyla tescil edilen polis seflerini terfi ettiriyor. Hak isteyen ve bu amaçla meydanlara çikan kitlelerin üzerine gaz bombalari yagdiriyor, üzerlerine zirhli araçlari sürüyor, gözaltina aliyor, tutukluyor…
Basbakan Erdogan, ‘ustalik döneminde’, buyurgan, hakaretamiz, karsisindakini küçük düsürücü ve özel yasama müdahale eden söylemleriyle, var olan toplumsal kamplasmayi derinlestiriyor, toplumun bir bölümünü ötekilestirerek meydanlara topladigi kitlesine hedef gösteriyor.
MIT-Imrali diyalogunu baslatma cesaretini göstererek önemli bir ise imza atan AK Parti hükümeti, süreci kazasiz belasiz ilerletecek, süreci engellemeye yönelik provokasyonlari açiga çikartacak ve Kürd sorununun çözülmesine yardimci olacak adimlari atmiyor; onlari PKK’nin silahsizlandirilmasi sartina bagliyor.
AK Parti Hükümeti, din ve inanç özgürlügünü güvence altina alacak degisiklikleri yapmak yerine, Aleviler ve öteki dini guruplarin haklari konusunda, bir dönem kendisine de zulmeden Kemalist devletin tavirlarini gösteriyor. Alevilerin inkari ve asimile edilmesini amaçlayan devlet politikasini sürdürüyor. Cemevlerini bagimsiz bir mabet olarak kabul etmiyor, Alevi inancini devlet dininin bir parçasi haline getirmeyi amaçliyor.
Basbakan, kendisine karsi çikan Alevi kurum ve kuruluslarin yöneticilerine, toplumda öne çikmis Alevi sahsiyetlere karsi hakaretamiz bir dil kullaniyor, onlari düzenledigi mitinglere katilanlara sik sik yuhalatiyor. ‘Reyhanli saldirisinda benim 53 Sünni vatandasim öldü’ diyerek Alevi-Sünni kamplasmasini derinlestiriyor. Bu ve benzeri söylemleriyle Türkiye’de var olan Alevi ve öteki dini inançlara düsmanligi körüklüyor. Ki, AK Parti hükümeti bu tavirlariyla ne ‘ileri demokrasi’yi kurabilir, ne de bölgede kendisine biçtigi rolü oynayabilir.
Misir’daki darbeye hakli olarak karsi çikan AK Parti Hükümeti, Müslüman Kardeslerin bir yil gibi kisa iktidar döneminden dersler çikarmali, ‘çogunlukçu’ politikayi, toplumu kendi dogrulari dogrultusunda sekillendirmeyi bir kenara birakarak, ‘çogulculugu’ ve katilimi temel alan bir politikaya yönelmelidir. AB üyelik sürecinin gerektirdigi reformlari yapmali, MIT-Imrali diyalogu ile baslayan sürecin basarisi için gerekli adimlari atmali, ‘yol temizligi’ yapmalidir. Uluslararasi sözlesmelerde yer alan hak ve özgürlükleri içeren, Türkiye’nin çok kültürlü yapisina uygun, dini ve etnik guruplarin varligini kabul eden ve haklarini güvence altina alan bir anayasa yapilmasi için çaba sarf etmeli, Alevilerin hakli taleplerini kabul edip tam bir din ve inanç özgürlügü saglamalidir. ‘Ileri demokrasi’ hedefi ancak böyle gerçeklesir.
‘AK Parti hükümeti bunlari gerçeklestirecek kapasite ve yapida midir?’ sorusu hakli bir sorudur. Ama su anda, ondan daha ileri bir alternatifin olmadigi gerçegi, bu sorunun cevabindan daha önemlidir.
Kanimca bu durumda yapilacak olan AK Parti hükümetinin anti demokratik, baskici uygulamalarina karsi çikmak, taleplerimizi siddete basvurmadan, demokratik yollardan dile getirmek ve hükümetin ileriye yönelik adimlari destekleyip onu daha ileri adimlar atmaya tesvik etmektir.
Biz Kürdlere gelince…
Ülkemizin üç parçasinda yürütülen özgürlük mücadelesi ile Güney Kürdistan’da ulusal kazanimlari koruyup gelistirme çabasi, giderek istikrarsizlasan ve kartlarin yeniden karildigi Ortadogu’da, bölgeyi viran edecek Sii-Sünni çatismasi tehlikesinin giderek görünür hale geldigi bir ortamda yürütülüyor.
Bana göre verili sartlarda yapilacak olanlarin basinda, her parçadaki özgürlük mücadelesini o parçanin sartlarinda, dünyayi etkisi altina alan degisim sürecini iyi okuyarak, çagdas degerleri temel hedeflerimizin arasina alip yürütmek ve mücadelenin barisçil yol ve yöntemlerle yürütülmesinde kararli olmak, dilimizi, eylem ve söylemlerimizi buna göre yeniden belirlemek geliyor.
Kürd sorununun ulusal bir sorun oldugunu, çözümünün Kürd toplumunun tüm sinif ve katmanlarinin her alandaki katilimlarina bagli oldugunu unutmamali, birbirimizin varligini, farkliliklarimizla kabul etmeli, disimizdakileri yaptiklarimizi onaylayan noter olarak görmemeliyiz.
Içinde bulundugumuz durumda, özellikle Kuzey, Güney ve Bati Kürdistan’daki gelismelerin birbirine bagli oldugu, karsilikli olarak birbirilerini tetikledigi gerçegini görmeliyiz. Ama bu gerçek bize, diger parçalarin iç islerine müdahale etme hakkini vermez, aksine, istisare etmemiz ve dayanismada bulunmamiz gerektigini söyler. Bati Kürdistan’da yasanan çatismalarin baslica nedeni, parçalarin iç islerine müdahale etmek, PYD’nin yaptigi gibi kendini disindaki güçlere dayatmak ve onlarin iradesini hiçe saymaktir. Bu politika, sadece Kürd örgütleri arasindaki iliskileri daha da kötü hale getirmekle kalmiyor, ayni zamanda bölgeyi yabanci güçlerin, özellikle de sömürgeci devletlerin etkisine daha açik bir hale getiriyor.
Kürdistan ulusal kurtulus mücadelesi her zaman mayinli bir tarlada kendine yol açarak ilerledi. Günümüzde de asfaltta degil, mayinlarla dolu bir bölgede kendine yol açarak ilerliyor.
Dogru bir yön tespiti, dostu düsmani ayirmak ve herseyden önemlisi kendi aramizda hak ve hukuku koruyarak kardesçe iliskiler kurmak, bu yürüyüsümüzde bizi tehlikelerden korur, haklarimizi elde etmemizi saglar, zaferimizi yakinlastirir.
11 Tem. 2013
Deng Dergisi’nin 92. Sayisinda yayinlandi.
Mesud Tek