Makale

Çözüm süreci tutarsizligin kurbani

Bu yilin basinda büyük umutlarla baslatilan ve tarihi anlamlar yükletilen çözüm süreci, aradan bir yil geçmeden çökme esigine geldi. Esasen mayis ayindan bu yana pamuk ipligi ile ayakta tutulan süreç, PKK’nin eylül ayi basinda çekilmeyi durdurmasi ile birlikte fiilen durdu. Gelinen asamada ise yerini savas tamtamlarina birakmakta.

Evet, ateskes durumu devam ediyor, bu önemli ve dileyelim devam etsin. Ama artik sadece buna bakarak bir çözüm sürecinden söz edilebilir mi? Ateskes ortami, üzerinden çözüm yönünde yol alindigi oranda bir anlam tasir. Degilse bundan önce de PKK bir çok kez tek yanli ya da devlettin girisimleri sonucu ateskes ilan etmis, ama bunlardan hiçbiri ne çözüme yol açmis ne de yeniden çatisma ortamina dönüsün önüne geçebilmisti.

Oysa bu yil baslatilan çözüm sürecinde yalnizca ateskesle yetinilmemis, bu adim daha kapsamli bir çözümün bir parçasi olarak yansitilmisti. PKK’nin silahli gücünü sinir disina çekerek kalici çözüm yönünde yol alinacagi yönünde mesajlar verilmis ve bu durum toplumdan anlamli bir destek bulmustu. Akil Adamlar Heyeti’nin devreye girmesinden sonra sözkonusu destegin Bati’da % 70’lere, Kürdistan’da ise % 100’lere vardigini hatirlatmak yeterli.

Toplumun bunca destek verdigi bir sürecin gelip tükenisin esigine gelmesi, o halde nasil açiklanabilir? Söz konusu olan sadece sürecin dogasindan kaynaklanan zorluklardan mi kaynakli? Ya da süreçle ilgili öngörülmeyen bir yol kazasinin sonucu mu bu durum? Basta her sey dogru dürüst ve samimi bir sekilde planlanmisti da süreç bir tedbirsizlige mi kurban gitti? Kuskusuz hiç biri…

Esas sorun bu süreci baslatanlarin isin gerektirdigi tutarliliktan yoksun olmasi.

Bir kere AK Parti, baslattigi çözüm sürecinden tam olarak ne anladigini açik yüreklilikle ve tam bir netlikle kamauoyuna hiçbir zaman açiklamadi ya da denilebilir ki açiklayacagi bir sey yoktu zaten. Oysa dün oldugu gibi bu gün de yakici bir biçimde çözüm bekleyen bir Kürt sorunu var. Ne var ki AK Parti, bu güne kadar Kürt sorununun dogasini anladigina dair net bir tutum ortaya koymus degil. Hükümet, Kürt sorununu bütün boyutlari ve tarihsel derinligi ile kavramadigi için, ona uygun bütünlüklü ve kapsamli bir çözüm perspektifi de gelistiremedi. Kürt sorunu gibi bir ulusal sorunda alinmasi gereken ilkesel ve demokrat bir tutumu olmadi hükümetin.

Böyle olmadigi ve soruna faydaci ve günü kurtarma anlayisiyla yaklasildigi için de çözüm süreci ile ilgili bir çözüm plani, izlenecek açik ve belirgin bir yol haritasi ortaya konulmadi. PKK sözcüleri Imrali görüsmeleri ve sürecin asamalari hakkinda her gün farkli degerlendirmelerde bulunurken, bir gün bir hükümet yetkilisi çikip söz konusu görüsmeler konusunda kamuoyuna ikna edici bir açiklamada bulanmadi. Imrali’da Öcalan ile tam olarak ne konusuldu, nasil bir yol haritasi öngörüldü ve kim kime ne vaatlerde bulundu? Imrali’da salt PKK ile ilgili konular konusulduysa buna kimsenin diyecegi yok, peki ama ülkenin demokratiklesmesi ve Kürt sorununun çözümü gibiyasamsal sorunlari götürüp gizli kapakli pazarlik konusu yapmaya ne demeli?

Öte yandan çözüm sürecinin tikanmasinda belirleyici faktörün yeni anayasa yapiminda yasanan tikanma olduguna kusku yok. Türkiyenin esas olarak tikandigi yer bu noktadir. Çünkü toplumun ezici çogunlugu, yasadigimiz bunca sorunun kaynaginda cumhuriyetin tekçi, irkçi, otoriter ve anti demokratik kurucu zihniyeti oldugu konusunda hemfikir. Söz konusu zihniyetin ürünü olan 12 Eylül Anayasasi ise hala bir utanç abidesi olarak orta yerde duruyor. Gelinen asamada, 12 Eylül Anayasasi ve temsil ettigi tekçi-soven zihniyet asilmadan ülkenin temel sorunlarinin hiçbirini çözmek mümkün görünmüyor. Bu arada her gün 12 Eylül anayasindan sikayet edenlerin, gerektiginde statükonun yol açtigi magduriyetlerden güç devsirenlerin, darbe rejiminin hukukuna ve kurumlarina dayanarak yillar yili iktidar keyfi çikarmalari ilginç degil mi? Böyle bir anlayisin demokratlikla bir ilgisi olabilir mi?

Surasi bir gerçek ki Kürt sorununun çözümüyle ilgili her inisiyatifin gidip dayanacagi yer yeni bir anayasa sorunudur. Kürt halkinin temel haklarini iade edecek ve güvence altina alacak, Türk halkiyla esit kosullarda yasamasini saglayacak evrensel standartlarda demokratik bir anayasa… Bu yapilmadan ya da bu perspektife dayandirilmadan, her hangi bir girisimden sonuç almak oldukça zor.

Su gerçegin alti çizilmeli; çözüm sürecinin bu noktaya gelinmesinde artisiyla eksisiyle asil sorumluluk hükümetin. Bu süreci baslatma cesaretini göstermenin payesi de, sürecin bu kadar kisa süre içinde tikanmasinda sergiledigi pejmürdeligin ahlaki ve siyasi sorumlulugu da ona ait.

Ne varki böyle bir tespit, bu sürecin aktörlerinden biri olan PKK’nin sorumlulugunu ortadan kaldirmiyor. Sürecin baslatilmasinda Öcalan’nin silahlarin susturulmasi ve çekilmesi yönündeki çagrisi ve PKK’nin de bu çagriya uymasinin etkisi az olmadi ve bu tutum takdir edildi. Dahasi, Öcalan 21 mart tarihli çagrisinda; ‘Artik silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konussun’… ‘artik yeni bir dönem basliyor, silah degil, siyaset öne çikiyor’ diyerek PKK açisindan yeni bir mücadele biçimine isaret etmisti. PKK kesimi ise Öcalan’in çagrisini kendileri açisindan yeni bir strateji degisikligi olarak nitelendirmisti.

Simdi hakli olarak sorulmasi gereken soru su; Öcalan’nin ‘yeni siyaset vizyonu’nun hükmü buraya kadar mi? Yoksa barisçi siyaset çagrisi da bir taktikti de biz mi yanlislikla onu strateji degisikligi olarak anlamistik? Bu strateji denilen sey mevsimden mevsime tüketilip atilan kullanimlik bir malzeme mi?

PKK yetkilileri bir süredir gerilimin dozunu artirarak isi tekrar savasi telefuz eder bir noktaya vardirdilar. Oysa savas dedigimiz bir oyun olmasa gerek. Bu saatten sonra savas tehdidiyle siyasete dizayn vermenin kimseye bir yarari yok. Savasin artik ne Kürt toplumunda ne siyasal könjoktürde bir karsiligi var. Ayrica günlük iliskilerde oldugu gibi siyasal yasamda da tutarlilik denen bir ilke var. Tutarlilik ise sadece AK Parti’den beklenecek bir sey degil. Ayni oranda PKK için de geçerli.

Son çözüm sürecinden bagimsiz olarak ve yillardan beri dile getirdigim bir önerimi bir kez daha yinelemek isterim. PKK, Imrali görüsmlerinden ve pazarliklarindan bagimsiz olarak bütün silahli güçlerini sinir disina çekerek barisçil ve siyasi çözüme sans tanimali. Kürtler bakimindan siyasal sürece katilim için gerekli ve özgür kosullar saglandiktan sonra da silahlari birakarak gelip demokratik siyaset yapmali.

Savasin tarif edilmez yikici etkisi bir yana, savas dilinin kendisi bile fazlasiyla tahrip edici. Savasin ve savas dilinin PKK’nin isine yaradigi iddia ediliyor, ben bundan emin degilim. Ama benim bildigim bir sey var, o da savasin artik Kürt halkina bir sey kazandirmadigidir. 26.10.2013

[email protected]

Balkêş e ?
Close
Back to top button