Türkiye bunlari neden yasiyor?

Son günlerde Hükümet ile Fethullah Gülen Hoca’nin önderlik ettigi ‘Cemaat’ arasinda ortaya çikan gerginlik ülke gündeminin baslica konusu haline geldi.
Sürtüsmenin bazi bakimlardan daha önceki olaylara uzandigi anlasiliyor. Bir süre önce Hükümet’in dershaneleri kapama ya da ‘dönüstürme’ girisimi Cemaat’in tepkilerine yol açti. Kimi bakanlara ve onlarin çocuklarina, Halk Bankasi’na ve bazi isadamlarina uzanan son yolsuzluk ve rüsvet sorusturmasinin arkasinda Gülen Hareketi’nin oldugu ileri sürüldü. Buna karsilik Hükümet bürokrasiye sizmis bir ‘çete’den, paralel devletten söz ediyor. Yolsuzluk operasyonunu hükümete karsi bir darbe olarak niteliyor. Bu gerekçe ile emniyette kümelenmis oldugu ileri sürülen kadrolara yönelik genis bir operasyon baslatildi, Istanbul Emniyet Müdürü ile birlikte 50’ye yakin kisi görevden alindi. Adli kollugun yetkilerini sinirlayan ve bu tür operasyonlar öncesinde mülki amirlere bilgi vermeyi sart kosan bir yönetmelik çikarildi.
Bu gelismeler nedeniyle, muhalefetin ve AK Parti karsiti diger çevrelerin de devreye girmesiyle siyasal arenada ve medyada kiyasiya bir tartisma, bundan da öte hesaplasma yasaniyor. Karsilikli hamleler birbirini izliyor.
Gülen cemaatinin medyada, özel egitim kurumlarinda ve is çevrelerindeki etkisi öteden beri bilinen, hatta politik çevrelerde olagan karsilanan bir seydi. Cemaatin bürokrasiye, bu arada yargi ve emniyete sizdigi, kovusturma ve yargi sürecini etkiledigi iddiasi da yeni degil. Özellikle Ergenekon ve öteki darbe davalarinin kovusturmalari sirasinda bu iddia sanik kesimi tarafindan yogun biçimde dile getirildi. Bu ne ölçüde dogruydu veya degildi ayri bir konu. Ama o dönemde AK Parti hükümeti ile Cemaat arasinda herhangi bir sorun yoktu; tam tersine, askeri vesayetin geriletilmesi ve darbeci egilimlerin tasfiyesi bakimindan bir dayanismadan söz edilebilirdi. Ama sonradan su veya bu nedenle belli ki yollar ayristi ve dayanismanin yerini çatisma aldi.
Bu çatismanin her iki tarafi da daha simdiden yiprattigi açik. Elbet bu gelismeler salt Hükümet’i ve Cemaati degil, tüm toplumu ilgilendiriyor.
Isin bir yani baslatilmis olan yolsuzluk operasyonudur ve kim hangi nedenle baslatmis olursa olsun önemlidir. Ülke bu itham ve iddialarla çalkalaniyor. Ithamlar ve iddialar ne ölçüde dogru veya degil, bunu ancak ciddi bir sorusturma ve yargilama süreci ortaya çikarir. Daha isin basindayiz. Ithamlar asilsizsa, buna iliskin ciddi deliller yoksa, zaten bu yargi süreci içinde ortaya çikacak ve itham edilenler aklanacaktir. Degilse, söz konusu iddialarla ilgili yeterince belge ve kanit varsa, o zaman da suçlananlar kim olursa olsunlar cezalarini çekmeliler. Eger suça bulasmis olanlar bakanlar ve ogullari ise o zaman durum daha da ciddidir. Bu bakimdan, itham ve iddialarin dogru olmadigini, ‘devlet içinde örgütlenmis bir çete’ tarafindan kendisine karsi darbe yapilmak istendigini ileri süren hükümet, fevri davranislardan, sorusturmayi engellemeye yönelik tutumlardan kaçinmalidir. Böylesine öfkeli ve engelleyici bir tutum onu bir bütün olarak zan altinda birakir. Basbakan’in ve bir bütün olarak hükümetin bu konuda simdiye kadar iyi imtihan verdigi söylenemez. Suçlanan bakanlar pekâlâ istifa edebilirlerdi; bu hem kendileri, hem de hükümet bakimindan iyi olurdu, güven verirdi. Ama bunun yerine, operasyonu yürüten polis müdürlerinin, hem de oglu zanlilar arasinda olan Içisleri Bakani tarafindan görevden alinmasi ve adli kolluga iliskin alinan son karar, hükümete karsi önyargili olmayan insanlari da rahatsiz etti.
Öte yandan, ‘devlet içinde paralel devlet’ veya hükümete tuzak kurabilecek, darbe girisiminde bulunabilecek düzeyde çeteler olustugu iddiasi bizzat hükümetten geliyorsa bu da elbet arastirilmali, ortaya konmali. Bu kapsamda bir suç varsa o da yarginin konusudur.
Gerçi Türkiye’de devlet içinde bu tür olusumlarin ortaya çikmasi yeni bir olay degil. Kontrgerilla denen CIA güdümlü suç ve provokasyon örgütü, 1950’li yillardan baslayarak, tüm NATO ülkeleri gibi Türkiye’de de yaygin biçimde örgütlenmis, polise ve orduya, medyaya, üniversitelere, siyasi partilere sizmisti. Ergenekon Örgütü onun 1990’li yillardaki devamidir. Bu örgüt soguk savas sonrasi dönemde diger NATO ülkelerinde tasfiye edilirken, Türkiye’de ad degistirerek, hedeflerini revize ederek varligini sürdürdü. Örgüt son dönemde önemli darbeler alip etkisizlesse de henüz tümden devlet ve toplum hayatindan temizlenmis degil.
Bunun yani sira, devletlerin hemen tümünün kamuoyundan gizli isleri ve buna uygun örgütlenmeleri vardir. Buna ‘derin devlet’ diyoruz. Bazan bu yapilar çok kirli, karanlik operasyonlar gerçeklestirirler. Devlet ve toplum demokratiklestigi, seffaflastigi oranda, özellikle de iç ve dis barisini saglamis ülkelerde, bu tür derin yapilarin rolü, islevi azalir.
Yine devlet yeterince demokratik degilse, hele hele, düsünce ve örgütlenme özgürlügü basta olmak üzere, temel hak ve özgürlükler yok ya da yetersizse orada illegal örgütlenmeler, devlete sizmalar da kendini gösterir. Rüsvet, yolsuzluk gibi toplumu çürüten, kokusturan durumlar da kapali toplumlarda daha yaygindir. Ülke demokratiklestigi, devlet isleri seffaflastigi ölçüde ise hem bu türden illegal yapilanmalara gerek kalmaz, hem de rüsvet ve yolsuzluk zorlasir, yapandan hesap sorulur.
Ne yazik ki Türkiye henüz bundan uzak. Yeterince demokratiklesmis, iç ve dis barisini saglamis bir ülke degil. Öyle olunca yeterince seffaf da degil.
Bu nedenle, Türkiye, Kürt sorunu basta olmak üzere sorunlarini adalet temelinde çözerek, demokratiklesmelidir. Bu, ülkeyi iç ve dis barisa ulastiracak, seffaflasmasini ve uygar ülkelere yakismayan bu tür hastaliklardan kurtulmasini saglayacaktir.
24 Aralik 2013
Kemal Burkay