Makale

Ne kaybedildigini ah bir bilseniz

Önce bir fikra: Adamin biri iki kolunu da beline hilal gibi dayamis yürüyor. Dalgin, hayaller içinde…

Bu durum genç bir delikanlinin dikkatini çekiyor, adami takip ediyor. Nereye gitse ayni hâlde. Adam otobüse biniyor ama pozisyonunu degistirmiyor. Genç, nihayet merak içinde yaklasip soruyor: ‘Abi kollarini neden böyle tutuyorsun?’ Adam derin bir uykudan uyanmisçasina sag koluna bakiyor ve hayretini su kelimelere döküveriyor: ‘Yahu bu karpuz ne zaman düstü koltugumun altindan?’ Bir de sol koluna bakiyor ve söyle diyor: ‘Eee? Kol kola yürüdügüm dostlar nerede?’ Türkiye’nin son birkaç yillik serencamesi aynen yukaridaki fikra gibidir. Koltugumuzun altindan düsen nimetler ve kaybedilen dostlar…

Üç bes yil geriye gidin lütfen. Türkiye, sadece kendi bölgesinde degil, yeryüzünde parlayan bir yildiz görüntüsü veriyordu. O isiltinin sebepleri vardi kuskusuz: Temel insan haklarinin genisletilmesi, demokratik standartlarin yükseltilmesi, evrensel hukuk çitasinin ülke ufkuna yayilmasi, hür tesebbüsün içerden ve disardan garanti altina alinmasi… Türkiye’yi büyük bir devlet olmaya namzet kilan bu tür süreçlerdi.

Sosyal hayatin her kesiminde demokratik bir ittifak vardi. Hatta öteden beri ‘Milli Görüs gömlegi’nden çekinen ve tereddüt geçiren en uç noktadaki kitleler bile demokrasi yürüyüsüne katilmisti. Ne var ki 2010’dan bu yana çok belirgin bir sekilde toplumun neredeyse bütün kesimleri ile bir kavgaya tutusuldu. Azarlamalar, küçümsemeler, dislamalar, ötekilestirmeler… ‘Milli Görüs gömlegini’ çikarmaya gerek yoktu. Önemli olan, gömlegin üzerine yeni giysiler giymekti. Her yeni kostüm bedene oturdukça disardan katilmalar oldu ve Türkiye her alanda mesafe kat etti.

Heyhat! Tarihî tekerrürlerin ibret dolu levhalari bir kez daha karsimiza çikti ve sirtini millete dayamak ya da kutsanmis devletin bir parçasi olmak arasinda pek hazin bir sinav yasandi. Ve maalesef devlet gücünün getirdigi hükümranlik en uzaktan en yakina kadar herkesi tedirgin etti. Zor zamanda var gücüyle destek çikanlar bile gelinen noktada endise duymaya basladi. Liberaller, demokratlar, solcular, sagcilar, Aleviler, etnik gruplar, tarikatlar, cemaatler, sivil toplum kuruluslari… Hepsi de ülkemizin içe kapanan ve güce tapinan bir çizgiye savrulmasindan korktu. Herkesi kucaklayan, herkesin temel hak ve özgürlüklerini garanti altina almaya çalisan ilk dönem özlenmeye basladi. Anayasa basta olmak üzere hiçbir temel reform yapilamadi, Türkiye içine kapandi, hatta parti içinde bile çelik çekirdekler olustu…

Sikintilar sadece ülke içinde yasansaydi Türkiye kendi iç dinamizmiyle, sabir ve tahammül gücüyle bu zorluklarin üstesinden gelirdi. Maalesef Avrupa Birligi’nden (AB) kopus Türkiye’yi radikal bir noktaya savurdu. AB üyesi bazi ülkelerin de suçu büyük bu savrulmada. Suriye için yapilan diplomatik hesaplar hem büyük bir hayal kirikligina dönüstü, hem de Türkiye’nin basina büyük gaileler açti. ‘Üç gün, bilemedin, bes gün içinde devrilir…’ diye bakilan Bessar Esed üç senedir yüz bini askin insani katletti, iki milyondan fazla insani yurdundan yuvasindan ederek muhacir hale getirdi. Üstelik Rusya, Iran ve Çin ile diplomatik iliskilerini bir baraja dönüstürdü ve Türkiye’nin karizmasini defalarca çizdi. Esed gitmedikçe atilan her adim karsi adimlarla bertaraf edildi ve acziyet gizlenemez hale geldi. Misir’da da yanlis yapildi. Elimizde olmayan imkanlar varmisçasina, uluslararasi etkinligimiz sinirsizmisçasina üst perdeden seslendirilen tavir Türkiye’yi yalnizlastirdi, içine kapanmaya mecbur etti.

Türkiye bu badireleri asabilir mi? Elbette asar. Yeter ki ortak akla, ortak vicdana yeniden basvursun. Herkesi kucaklayan, her farkli fikre deger veren, her elestiriden hikmet devsiren o ilk zamanlardaki dinamizme dönsün.

Demokratik çogulculuk, hukukun üstünlügü, insan haklari gibi degerler bugünkü iktidari büyük kitlelere sevdirmis, dünyaya da örnek hale getirmisti. Simdi herkes o günleri de özlüyor, o günlerdeki özgürlükçü ve kucaklayici Basbakan Erdogan’i da. Demokratik standartlari yükseltmek, hukuku esit yurttaslarin güvencesi halinde yasatmak, burnunun ucunu bile görmeyen içerdeki goygoycularin dar çerçevesiyle degil, çaglari asan ufuk ötesi bir perspektifle meselelere yeniden yaklasmak gerekiyor. Aksine tercih edilen yol sürdürülemez, dünyaca kabul edilemez, toplumca benimsenemez. Sonra bir gün kolunuzdaki karpuzlarin tek tek düsüp kirildigini, kol kola yürüdügümüz dostlarimizin tek tek ayrildigini görür hüzne bogulursunuz. Ve maalesef o hüzün sadece bir partiye, bir camiaya, bir ideolojiye, bir kitleye münhasir kalmaz, güzelim Türkiye zarar görür…

‘Paralel devlet’e de hayir, ‘Parti devleti’ne de

Birileri sabahtan aksama tezvirat yaparak ‘paralel devlet’ten bahsediyor. Devlet hizmetinde çalisan insanlarin kültürel kimliginden hareketle ya da ideolojilerini bahane ederek böyle yaftalamalari kabul edilebilir degil. Insanlar Alevi’dir, Sünni’dir, cemaate sempati duyar, tarikata katilir, sagci olur, solcu olur… Önemli olan isyerine girdiginde amirlerinin verdigi isi dogru yapmasidir. Görevini ihmal ederse kanuni süreç bellidir; inceleme yapilir, sorusturma açilir… Sen su görüse sempati duyuyormussun diye insanlari fislerseniz anayasal suç islemis, insanlara zulmetmis olursunuz. 28 Subatçilarin yaptigi zulüm de tastamam bu idi. Bugün benzer bir metodun kullanilmasi asla kabul edilemez. Bir kisi devlet hiyerarsisini asiyor, baska yerlerden talimat aliyorsa bunu ispat eder ceza verirsiniz. Somut bir delil olmaksizin atilan her adim cadi avidir ve tarih bunun hesabini mutlaka sorar.

Çok ilginç; paralel devlet diye suçlamalar yapanlari dinlediginizde yeni bir paralel devlet projesi ile karsi karsiya kaldiginizi anliyorsunuz. Bu resmen parti devletidir. Aynen tek parti yönetiminde oldugu gibi her seyi partiye havale etmek, il ve ilçe teskilatlari, kadin ve gençlik kollarinin karar mekanizmasinda etkin rol oynamasini saglamak, bir çesit parti devleti özlemini çagristiriyor. Konusmalardan çikan sonuç bu! Eminim AK Parti tabani da Ismet Pasa zamanindan kalma 1940’larin parti devlet modeline razi olmaz, olmayacaktir.

Türkiye’nin ne paralel devlete, ne de parti devletine ihtiyaci var. Alelacele uydurulmus kavramlarin istikbale yansiyan mahzurlarini anlamak için ‘Aynstayn’ olmaya gerek yok. Türkiye’nin daha çok demokrasiye, daha çok özgürlüge ihtiyaci var; gerisi palavra…

Devlet tagut mu, mabud mu?

Adalet Bakani Bekir Bozdag, tarihe geçecek skandal bir cümle kullandi. ‘Allah sirk, devlet serik kabul etmez.’ deyiverdi. Hem ayip hem yanlis. Aylardir bu endise dile getiriliyor, devletin tanrilastirilmasi ile girilen yolun korkunç hatalara sebep olacagi söyleniyordu. Ne var ki tevhid akidesine yürekten inanan insanlar bu baskalasmaya ihtimal vermiyordu. Buyrun, manzara ortada.

Entelektüel birikimi ile hep takdir toplamis Disisleri Bakani Ahmet Davutoglu bile ‘devlet gelenegimiz’ oldugunu ‘devlet için evlatlarin bile feda edildigini’ ballandira ballandira anlatiyor. Hiç kimse çikip da sorgulamiyor: Degerli hocam ne diyorsunuz Allah askina! Günlerdir evlatlarin feda edilmesini, kardes katlini, ‘ürpertici devlet refleksi’ni konusuyoruz. Bu devlet gelenegi kutsamasi ile demokrasinin ne tür bir iliskisi var, derin ve kirli devletten tevarüs alinan kriterler mi devreye girdi, diye sormak gerekiyor.

Modern dünyada devlet, geçirdigi degisim ve tecrübe sürecinin tabii sonucu olarak paydaslarla yönetilen bir mekanizmadir. Halk vergi verir, devletten güvenlik, adalet ve hizmet ister. Sadece talep etmez, denetler, elestirir, alternatifler sunar, yönetime katkida bulunur. Devleti Tanri, insanlari da onun kullari gibi görürseniz Islam’in devlet anlayisina da modern devlet tecrübesine de ters düsersiniz. Devletin sahibi millettir; milletin her bir ferdi, sadece oy vererek degil, yönetimin her asamasina (kanunlar çerçevesinde) dahil olarak devletten hesap sorar. Sivil toplum da bunun içindir, medya da, yargi da. Hatta devletin kendi iç mekanizmalari da (ombudsmanlik gibi, Sayistay gibi) devleti denetler ki tekebbür ve orantisiz güç olmasin. Daha ötesi devlete uluslararasi kurum ve kuruluslar da (AB gibi, AIHM gibi) çekidüzen verir. Ve siz o kontrol sistemini kabul etmek suretiyle seffaf ve demokratik bir ülke unvanini kazanirsiniz. Hal böyleyken ‘Allah’a sirk, devlete serik kosulmaz’ denmez. Daha da ötesi, devlet soyut bir kavram, bir aygittir. Dolayisiyla bu aygitin kutsanmasi, aslinda onu kullananlarin dokunulmaz kilinmasidir.

Son sözü bin yil önce Müslüman Türk devlet geleneginin teorisyeni olan Nizamü’l Mülk’e verelim en iyisi: ‘Küfür ile belki amma, zulüm ile abad olmaz devlet.’

Gel de kahrolma…

Bazi dost ve kardes medyada yer alan ifadelere bakinca gerçekten büyük üzüntü duyuyorsunuz. Sosyal medyadaki ne idügü belirsiz saldirilardan bahsetmiyorum; gazetelere yansiyan, editör eli degmis evrak-i perisandaki vahsi tarzi kastediyorum. Bir arkadasima rica ettim; uzun zamandan beri devam eden bu hakaretamiz; hatta bazen küfürbaz gazeteciligi derlemeye basladi. Yalan haberleri de. Iftira dolu bilgileri de. Alt alta yazinca karsima korkunç bir tablo çikiyor ve bizim gazete çok beyefendi kaliyor. Kalsin n’apalim. Sarf edilen sözler tarihe geçecek, birileri bir gün mutlaka çok utanacak; hatta belki de helallesmeden öbür aleme kalacak yalan ve iftiranin hesabi kendilerinden sorulacak. Itiraf etmek zorundayim ki 28 Subat’ta da, 27 Nisan’da da, Ergenekon’da da hiç bu kadar nezaket disi ifadeler görmemistik. Adamlar bizimkilerden daha beyefendi çikti. Gel de kahrolma!

——————————————-

Zaman-13 Ocak

Ekrem Dumanli

Back to top button