Makale

2014 yilina girerken…

Diyarbekirli terzi rahmetli Niyazi Usta ‘Ortadogu’da bilimin, diyalektik degisim ve gelismenin degil, Allah’in dedigi olur’ derdi. Öyle midir, bilmiyorum. Ama bölgemizde yasanan siyasal hareketliligin hizina yetismek mümkün degil. Herhangi bir gelismeyi anlamaya çalisirken, bakiyorsunuz bir yenisi patlak vermis…

Bir dönem birlikte olan, can ciger kuzu sarmasi güçlerin, herhangi bir olay karsisinda sasirtici bir biçimde karsi saflarda yer aldiklari yasanan deneylerden bilinen, bölgemizin bir baska gerçegidir.

Ortadogu dinamik oldugu kadar kaygan olan, irkçi-soven diktatörlüklerin onlarca yil iktidarda kaldiklari, halka kan kusturduklari bir bölge. Bu durumun temel nedeni, defalarca dile gitirildigi gibi bölgedeki sinirlarin halklarin iradesi hilafina emperyalistler ve yerli isbirlikçilerinin çikarlari dogrultusunda çizilmesidir. Emperyalist devletlerin bölgede bulunan zengin petrol ve dogal gaz yataklarini kontrol etmek amaciyla tutustuklari hegemonya savaslaridir. Bu nedenle Ortadogu’daki degisimler çok sancili, çatismali ve kanlidir, asiri derecede dis etkilere açiktir.

Bölgenin bu ve benzeri tarihsel özellikleri dikkate alinmadan, bölgedeki degisimleri anlamak bir hayli zordur.

Ortadogu bölgesinde siyasal gelismeleri sekillendiren, yön veren faktörlerden birisi Sii-Sunni eksenleri arasindaki çatisma ve gerginlikler ile bunlarin uluslararasi destekçilerinin kendi arasindaki iliskileridir.

Taraflar arasinda bazi geçici uzlasmalar yasansa da çatisma olanca hiziyla devam ediyor.

Sünni eksenin iki önemli unsuru olan Katar ve Suudi Arabistan’in Misir’daki askeri darbeye yönelik farkli tavir almalari, Suudi Arabistan darbeyi desteklerken Katar’in karsi çikmasi, bu eksende küçük çapta bir kriz yaratti.

ABD ile birlikte askeri darbeyi destekleyen Suudi Arabistan, ABD’nin Iran ile ‘sicak iliskisi’ne tepki göstermek amaciyla BM Güvenlik konseyi Gecici üyeligini reddetmekle kalmadi, ABD ile yaptigi silah anlasmalarini gözden geçirecegini söyleyerek tehditler savurdu.

Elbette Sünni cephede yasanan bu küçük çapli krizin büyüyüp basta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkelerinin ABD’nin yörüngesinden çikip Rusya ve Çin’in periferisine girmesine yol açmayacak. Ama kisa dönemde bazi önemli sonuçlari olacaktir. Çünkü ‘Arap Bahari’nin önemli dinamiklerinden birisi olan Müslüman Kardeslerin durumunu zayiflatacak, Sii cephesinin elini güçlendirecek, manevra alanini genisletecektir.

Misir’daki askeri darbe ayni zamanda bölgedeki Müslüman Kardeslere de vuruldu. Misir gibi Arap aleminde güçlü bir ülkeyi yöneten Müslüman Kardeslerin iktidardan uzaklastirilmasi, diger ülkelerdeki Müslüman Kardesler örgütlerinin pozisyonlarini zayiflatti. Ki bunlarin basinda Suriye geliyor. Müslüman Kardeslerin bölgede mevzi kaybetmesinden en çok kazançli çikan ise Suriye BAAS rejimi.

Iç savasin tüm hizi ve vahsetiyle devam ettigi Suriye’de beklentilerin aksine BAAS diktatörlügü yikilmadigi gibi, dis destekçilerinin yardimiyla giderek güçleniyor. ABD ve Rusya’nin Suriye BAAS rejimi elindeki kimyasal silahlarin BM gözetiminde imhasinda uzlasmalari ve bu dogrultuda çalismalarin baslamasi, Suriye’ye yönelik dis müdahale seçenegini kisa sayilmayacak bir dönem için gündemden düsürdü. Kimyasal silahlarin imhasi konusunda varilan uzlasmanin BAAS rejiminin ömrünü uzattigi, Besar Esad’in muhalifleri karsisinda elini güçlendirdigi bir gerçek.

BAAS’in kazanç hanesine yazilacak bir diger gelisme ise, önümüzdeki yilin ilk günlerinde yapilmasi planlanan Cenevre-2 toplatisinda BAAS diktötörlügünün egemen bir güç olarak ve kayitsiz sartsiz yer almasinin gündemde olmasidir.

Kimyasal silahlarin imhasi konusunda Rusya ile ABD arasinda varilan uzlasmanin BAAS rejiminin ömrünü uzattigi, Besar Esad’in muhalifleri karsisinda elini güçlendirdigi bir gerçek. Ama BAAS’in kazandigi bu ‘basari’ geçici ve uzun dönemde BAAS rejimi aleyhine olacaktir. Çünkü, BAAS’in kendini BM’nin denetimine açmasi, diktatörlük için sonun baslangicidir.

BAAS rejimin isini kolaylastiran bir baska etmen ise Suriye muhalefetinin zayif ve parçali yapisidir. Radikal Islami güçlerin giderek güç kazanmasidir.

Bölgede Müslüman Kardeslerin güç yitirmesinden ve Sünni cephede yasanan görüs ayriliklari ve farkli tavirlardan olumsuz yönde etkilenenlerden birisi de Suriye muhalefetidir. Çünkü Müslüman Kardesler bu muhalefetinin omurgasini olusturmaktadir.

BAAS karsiti muhalefeti zayiflatan bir baska önemli etmen ise, Kürd sorunu konusundaki tavri nedeniyle Kürdlerin güvenini kazanamamasidir. Öyle ki Suriye muhalefeti içinde yer alan bazi güçler sövenlik konusunda BAAS ile yarisiyorlar.

Muhalefetin bu yapisi sadece BAAS’in isine gelmiyor, ayni zamanda radikal Islami güçlerin daha etkili olmalarina yol açiyor. Kelle kesen, insan kalbini çikartip yiyen, Hiristiyanlara ait dini mekanlari yakip yikan Radikal Islami guruplarin güçlenmesi ise, Suriye’ye uluslararasi müdahale konusunda kaygisi bulunan Batililarin çekimserligini daha da artiriyor. Arap ve müslüman olmayan toplumsal guruplari BAAS’a daha çok yakinlastiriyor, Batililarin Suriye’ye yönelik politik suskunluklarina gerekçe olusturuyor ve dolayli yoldan BAAS rejiminin elini güçlendiriyor.

Bölgede dikkat çeken bir baska önemli gelisme ise, Iran’in bölgedeki pozisyonunu güçlendirmek amaciyla ataga kalktigidir.

Iran Pasdarlarinin Suriye’nin önemli stratejik yerlerinde konuslanmasi ve çatismalara katilmasinin yani sira, Iran’in yönlendirmesi ve kontrolü altinda bulunan Lübnan Hizbullah’i da önemli oranda Suriye’ye güç yigdi. Özellikle Suriye-Lübnan sinirinda Hizbullah ile radikal Islami guruplar arasinda büyük vekalet çatismalari yasaniyor.

Iran’in bölgedeki faaliyetleri sadece bunlar degil. Iran, PKK-PYD ile Maliki’yi bir arada getirdi ve böylece Suriye’ye yönelik Iran-Maliki Bagdat’i, PKK-PYD, BAAS ve Lübnan Hizbullah’indan olusan zincir tamamlanmis oldu. Bu zincirin ilk eylemi, ilk basarisi ise Suriye-Irak arasindaki Til Koçer-Rabia kapisinin PYD’nin eline geçmesidir. PYD-PKK propagandalarinin aksine, PYD söz konusu kapiyi kendi gücü ile ele geçirmedi. Bagdat yönetimi ile iyi iliski içinde olan Sünni Semmer asireti, Irak ve Suriye ordusunun yardimiyla ele geçirdi.

Bazi Kürd illerini emaneten PYD’nin kontrolüne veren BAAS diktatörlügü, defalarca Suriye Kürdlerine otonomi verilebilecegini söyledi. Iran ve Maliki Bagdat’i da PKK-PYD’nin Suriye politikasini destekliyorlar. Iran, Maliki ve BAAS rejimi, bu desteklerine karsilik olarak MIT-Imrali diyalogu ile baslayan sürecin durdurulmasini, PKK’nin yeniden fabrika ayarlarina dönmesini istiyorlar.

PKK içinde Iran’a en yakin kisi olarak bilinen Cemil Bayik’in KCK Esbaskani olmasi, Iran ve müttefiklerinin isini kolaylastiran, hedeflerine varmasina yarayan bir unsur olarak düsünmek mümkün ama bu konudaki son kararin Öcalan tarafindan verilecegini unutmamak gerekir.

Öcalan ise su anda örgütünü Sii cephesinden kopartmayi, onu Sünni cephesi ile uyumlu hale getirmeyi hedefliyor. Newroz mesajinda Islam ümmetinden bahsetmesi, son olarak Islam kongresi önermesinin nedenlerinden biri de budur.

Su anda Öcalan örgütüne hakim görünüyor. Ama MIT-Imrali süreci ilerlemez, Suriye’de BAAS, PYD, Iran ve Maliki ittifaki basari kazanirsa, Iran’in etkisi giderek güçlenir ve Türkiye’de çatismalarin yeniden baslama riski giderek artar.

Iran’in bölgede baslattigi atak sadece bunlarla sinirli degil. Iran, Güney Kürdistanli siyasi yapilarla olan iliskilerini de kullanarak Güney’deki siyasal hayata, yeni hükümetin olusturulmasina müdahalede bulunuyor. Ne yazik ki bu müdahalesini gizleme geregi duymuyor, pervasizca, el alemin gözü önünde yapiyor. Iran, Güney Kürdistan’da PKK-Goran ve YNK’yi de bir araya getirmek için çaba sarf ediyor.

Iran bu ve benzeri çabalariyla iki önemli hedefini gerçeklestirmek istiyor. Bunlardan birisi Iran-Güney Kürdistan sinirinda kontrolün saglanmasinda söz sahibi olmak ve böylece Güney’de bulunan Dogu Kürdistanli örgütlerin Iran’a yönelik faaliyetlerinin önüne geçmek. Ötekisi ise Türkiye ile Güney Kürdistan arasindaki ekonomik, sosyal ve siyasal iliskileri zayiflatmak.

Tüm bunlarin yanisira Iran uluslararasi arenada da ataga geçmis bulunuyor. Iran Islam Cumhuriyeti, rejimin sadik koruyucularindan birisi olan ‘Ilimli’ Ruhani’nin devlet baskanligina seçilmesi, nükleer programini uluslararasi denetime açmasi ve bu konuda 5+1 ülkeleri ile yaptigi anlasma nedeniyle uluslararasi kamuoyunda olumlu tepkiler aliyor. Kamuoyunda Iran’da reformlarin yapilacagina dair bir umut olusmus bulunuyor. Benzeri durum Hatemi Devlet Baskani seçildiginde de yasanmisti. Hatemi’nin basina neler geldigi biliniyor. Ruhani’yi de ayni akibetin bekledigini söylersem, haksizlik yapmis olmam. Çünkü Iran Islam Cumhuriyeti ‘vilayet-i feqih’ sistemince yönetilmektedir. Bu sistemde dini liderin söyledigi, her türlü kanun ve kararin üstündedir. Bir baska ifade ile devlet baskani, meclis ve hükümet ne kadar ileri ve reformcu kararlar alirlarsa alsinlar, son söz dini lidere, an itibari ile Hamaneyi’ye aittir. Ruhani ve ekibinin son ‘basarisi’ ise, Hameney’in destegini aldiklarindan dolayidir.

Bunun yanisira, Iran’in siyasi yasaminda güçlü bir Bati ve ABD karsiti damarin bulundugunu unutmamak lazim. Bunun nedeni ise adi geçen güçlerin petrolü kamulastirmak isteyen Musaddik’i askeri darbe ile devirmeleri ve yillarca sah diktatörlügün desteklemeleridir.

Iran’in yönü Bati’ya dönük olmadigini, özellikle Humeyni’nin iktidara gelmesinden sonra Sii dünyasinin liderligine oynadigini da akilda tutmak gerekir. Ayni zamanda ülke ekonomisinde de söz ve karar sahibi olan Besiç (milis), Pasdaran (devrim muhafizlari) gibi paramiliter yapilarin, ‘radikal, sahin’ kanadi olusturduklari, dogrudan dini lidere bagli bulunduklari ve her zaman reforma karsi çikip, degisim isteyenlerin üzerine vahsice saldirdiklari da gözönünde tutulmalidir.

Tüm bu ve benzeri nedenlerden dolayi ‘Ruhani’nin ülkesinde ve uluslararasi kamuoyunda olusan beklentileri karsilamasi, köklü reformlar yapmasi mümkün degildir’ demek, elbette siyaseten dogru degil, ama beklentilerin karsilanmasi ve reformlarin hayata geçirilmesi bir hayli zordur.

Ülkemizde yasanan bir baska önemli gelisme, Güney Kürdistan’da yapilan ve her kesimin kendi kimligi ve programi ile katildigi parlamento seçimleridir. Demokrasinin galip geldigi seçimlerden Kürdistan Demokrat Partisi-PDK birinci parti olarak çikti ve yeni hükümeti kurmakla görevlendirildi.

Bölgededeki siyasal gelismeler, Bagdat-Hewlêr arasindaki sorunlar ve gerginlikler Güney Kürdistan’da genis tabanli bir hükümeti gerekli kiliyorsa da, bunun kolayca gerçeklesecegini, Kürdistan Parlamentosu’nda temsil edilen tüm siyasi yapilar hükümette yer alacaklarini açiklamalarina ragmen, söyleyemeyiz. Çünkü Güney Kürdistan’daki toplumsal ve siyasal sorunlara, bölge ülkeleri ile iliskilere, merkezi hükümetle yasanan gerginliklere, Suriye ve Suriye Kürdistani’na yönelik tavir ve benzeri önemli konulara iliskin olarak, taraflar arasinda derin görüs ayriliklari var. Özcesi, önümüzdeki dönem Güney Kürdistan’i yeni hükümeti olusturma konusunda yapilacak zorlu pazarliklar, yeni ittifaklar bekliyor.

Güney Kürdistan’daki seçim sürecinde yasanan ve bahsedilmeyi hak eden bir baska gelisme ise PKK-PÇDK’nin basarisizligidir. Bilindigi gibi daha önceki seçimlerde Öcalan’in emri dogrultusunda kurulan Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi (PÇDK) degisik nedenlerden dolayi seçimlere katilmamis, katilmasina izin verilmemisti. PKK-PÇDK çevresi bu durumu ‘basarimizdan korkuyor, bu nedenle bizi englliyorlar’ diyerek propaganda malzemesi haline getirmislerdi. PÇDK’nin 2013 Eylülünde yapilan seçimlerde aldigi 3 bin küsür oy, bu konuda yaptiklari propagandanin, hamasi söylemlerin ne kadar bos ve temelsiz oldugunu ortaya koydu.

Türkiye de bozulan iliskileri onarmak amaciyla Irak’ta ataga geçti.

Türkiye, geçmiste Irak genel seçimleriyle cumhurbaskanligi seçimine dogrudan müdahale etti, hakkinda tutuklama karari bulunan Cumhurbaskani Yardimcisi Tarik Hasimi’ye kol kanat gerdi. Suriye’de BAAS’a karsi mücadele eden Irak kökenli radikal Islami guruplara kolaylik gösterip destekleyen Türkiye, Güney Kürdistan hükümetiyle iliskilerini de üst düzeye çikartti. Tüm bu ve benzeri gelismeler, Ankara-Bagdat iliskilerini kopma noktasina getirdi. TC, simdi bu iliskileri düzeltmek için çabaliyor.

Diger yandan Türkiye Bagdat’in tepkisini çeken Güney Kürdistan ile iliskilerini de gelistiriyor. Kürdistan Bölge Baskani Mesud Barzani’yi Diyarbekir’de karsiliyor, Güney Kürdistan hükümeti ile gaz ve petrol anlasmasi imzaliyor. Kürdistan Bölgesi Pesmerge Bakanligi’nin NATO toplantisina çagrilmasini, en azindan veto etmiyor.

Kuskusuz Barzani’nin Diyarbakir ziyareti, imzalanan petrol gaz anlasmasi ve Pesmerge Bakanligi’nin üyesi olmadigi NATO toplantisina katilmasinin orta vadede bölgede ve Kürdistan’da önemli sonuçlari olacaktir. Bu, Güney Kürdistan’a verilen önemli bir destektir ve Hewlêr’in Bagdat’a karsi elini güçlendirecektir.

Güney Bati Kürdistan’daki (Suriye Kürdistani) gelismeler ne yazik ki iç açici degil ve Güney Kürdistanli örgütler arasindaki iliskiler basta olmak üzere, Kürdistanli güçler arasindaki iliskileri etkiliyor, gerginlikler yasanmasina yol açiyor.

Suriye Kürd Ulusal Meclisi (ENSK) ile Bati Kürdistan Halk Meclisi (EGRK) arasindaki problemler, Kürd Yüksek Konseyi-DBK’nin islevsiz kalmasi ve Hewlêr Anlasmasi’nin hayata geçirilmemesinin yol açtigi sorunlar yetmemis gibi, PYD’nin kendi çevresiyle birlikte ‘Geçici Yönetim’ ilan etmesi, gerginliklerin artmasina neden oldu.

Kuskusuz Suriye Kürdistani’nda yasanan gerginlik ve olumsuzluklardan sadece PKK-PYD’yi sorumlu tutmak haksizlik olur. Güney Bati Kürdistan’in dis müdahalelere açik olmasi, Güney Kürdistan’daki siyasi çekismelerden direkt etkilenmesi, ENSK’nin kendi iç yapisindan kaynakli karar üretemeyip nisbeten islevsiz kalmasi gibi faktörlerin etkisi inkar edilemez. Ama temel neden PKK-PYD çizgisinin kendisini dayatan, kendi disindaki güçleri yok sayan ve onlarin faaliyetlerini engelleyen tavridir.

Bazi önemli sikintilar yasansa da MIT-Imrali diyalogu ile baslayan süreç devam ediyor. Daha önce defalarca dile getirilen sikintilarin yanina bir de provokasyonlar eklendi. Gever’de ilki yasanan provokasyonlar, eger önümüzdeki dönemde ciddi tedbirler alinmazsa süreci sona erdirebilir.

Gever’de gerillalara ait mezarlari yikan ellerin kimligi ne olursa olsun, bu provokasyonun arkasinda savas yanlilarinin olduguna kusku yok. Amaç sehid, mezar gibi kutsiyeti olan konularla galeyana getirilen halki sokaga çekip güvenlik güçlerinin hedefi haline getirmek, gerginligi artirip çatismalarin baslamasini saglamaktir.

Elbette provokasyonlari önlemek herseyden önce AK parti hükümetinin vazifesi. Hükümetin mezarligi tahrip edenlerle, halka ayrim gözetmeden ates açan görevlileri tespit edip gerekli islemleri yapmasi, sonraki provokasyon çabalarini engeller. Bunun yanisira biz Kürdlere özellikle PKK çevresine düsen görevlerin de bulundugunu unutmamaliyiz. Tepkilerimizi dile getirirken, taleplerimizi haykirirken siddetten uzak durmali, siddete basvuranlari kendi içimize almamali ve tecrit etmeliyiz.

Kisaca söylemek istersek… Önümüzdeki dönemde basta Kuzey Kürdistan olmak üzere, Bati, Güney ve Dogu Kürdistani zorlu ve karmasik bir süreç bekliyor. Güney Kürdistan’da sorunsuz, güçlü yeni bir hükümet kurulabilecek mi? Kürdler Bagdat’a karsi ortak bir tavir olusturabilecekler mi? Suriye’de Kürdler, dis etkilere direnerek, PYD’nin kendini dayatan, sekter ve tekçi anlayisini asarak isbirliklerini saglayabilecekler mi? Dogu Kürdistanli örgütler Ruhani’nin seçilmesiyle birlikte uluslararasi planda sirin gözükmeye baslayan Iran’in oyunlarini bosa çikartabilecekler mi? Iran, Suriye ve Maliki Irak’i ve uluslararasi destekçilerinin tüm baski ve planlarina karsi, MIT-Imrali diyalogu ile baslayan çatismazlik devam edecek mi?

Kürdistan Ulusal Kongresi’nin olusturulmasi, tüm bu ve benzeri sorunlarin çözümünde olumlu bir rol oynabilirdi, eger olusturulsaydi.

Ulusal Kongre konusunda yapilan çalismalar, tartismalar ve engellerin önemli bir bölümü basina yansidigi için biliniyor. Onlari tekrar etmenin geregi yok.

Kongrenin toplanmasi üçüncü kez bilinmeyen bir tarihe ertelendi. Erteleme nedenlerinin basinda komsu devletlerin baskisi geliyor. Baslangiçta Kürdistanli partilerin baris taleplerini dile getirecekleri bir toplanti olarak görülen ulusal kongre hazirlik toplantilarinda, kendi kaderini tayin hakki, sinirin belirlenmesi, bayragin tesbiti, ulusal kongre baskaninin belirlenmesi gibi, milli konular da gündeme gelince sömürgeci devletlerin rahatsizliklari daha da artti.

Elbette kongrenin toplanmamasinin tek nedeni sömürgeci devletler ve onlarin engelleme çabalari degil. Suriye Kürdistan’daki gelismeler, Suriye Kürd örgütleri arasindaki gerginlikler ve bu gerginliklerin özellikle Güney Kürdistan ile olan iliskileri, Kürdistan Bölge Baskanligi ile PKK-PYD arasinda yasanan gerginlikler, sinir kapisinin kapatilmasi, kongreye katilacaklarin orani ve kongre sonrasi yapi konusundaki farkli görüsler de toplanmama konusunda etkili oldular.

Ulusal kongrenin toplanmasina mani olan sorunlar çözüme kavusturulmus degiller, bazilari oldugu gibi duruyor. Bu nedenle kisa dönemde içerigine uygun bir ulusal kongrenin toplanacagini beklemek, asiri iyimserlik olur. Ama hiç bir güce veto uygulanmadan toplanacak bir Kürdistanli Partiler Konferansi daha makul ve gerçekci olmasinin yanisira ulusal kongrenin toplanmasinin yolunu da açar.

Ulusal kongre kisa vadeli, bencil ve dar parti çikarlarina kurban edilmeyecek bir konudur. Ulusal kongrenin basariyla toplanmasi için, hamasetten uzak durmak, kendi disindaki güçlerin varligini kabul etmek, is ve güçbirligine hazir olmak, basta gelen sartlardandir.

Kolayca anlasilacagi gibi 2014 yili bizler için hiç de kolay geçmeyecek bir yil. Ama 2014’ü kazanç yili haline getirmek Kürd siyasetinin elinde. Yapilmasi gereken tek sey ise, dünyadaki ve bölgedeki gelismeleri iyi okumak, adimlarimizi gelismelere uygun hale getirmek, çagin degerlerini ön plana çikartip, çagdas yol ve yöntemlerle mücadeleyi devam ettirmektir.

17 Ara. 13

(*) Deng dergisinin 94. Sayisindan alinmistir.

Mesud Tek

Back to top button