Makale

AK Parti’den AKP’ye, devleti dönüstürmekten devleti sahiplenmeye

Osmanli’dan Türkiye’ye geçis, ‘kültürel kopus’, ‘ideolojik süreklilik’ temelinde oldu. Ideolojik süreklilik, devlet-toplum iliskisinin Osmanli’da var olan yöneten-yönetilen iliskisinin devami olarak tecelli etti.

Kültürel kopus ise, imparatorlugun farkliliklari bir düzen içinde tutan millet sisteminin ortadan kaldirilmasi homojen toplum insasi ile oldu. Imparatorlugun çogulculugunun yerini, ulus-devletin kamusal alanda herkesi esitleyen, tek tiplestirdigi vatandaslik aldi.

Devlet ve onun ötekileri

Devleti kuranlar, kurduklari sistemin siyasal mesruiyetini ise tanimladiklari ‘Türk/laik’ referansli vatandas kimligine dayandirdilar.

Bu tanim disinda kalan ya da bu kültürel kimligi benimsemeyen herkes, yeni kurulan devletin ötekisi oldu. Kürtler, muhafazakârlar, Aleviler basta olmak üzere kendi kültürel ve dinsel kimliklerini muhafaza etmek isteyenler, kamusal alanin disina itildiler.

Türkiye: Toplum degil cemaatler toplami

Bu sistem, özünde yöneten-yönetilen iliskisinin keskin biçimde devam etmesi ile ayakta kaldi. Otoriter zihniyete dayanan bu sistem, Türkiye’nin evrensel ölçülerde toplum olmasina da izin vermedi. Bunun için Türkiye, referansi farkli farkli olsa da dinsel, kültürel, kimliksel cemaatlerin birlikte degil yan yana yasadiklari bir ülke oldu. Ve bu cemaatlerin en üstünde ise mesruiyetini devletten, askeri ve sivil bürokrasiden alan Türk/laik cemaat olmustur.

Devlet, gerek tek parti döneminde gerekse çok partili hayatta hükümet/ler tarafindan degil askeri ve sivil bürokrasi vesayetiyle yönetildi. Hükümetler bir anlamda belediye hizmetlerine bakarken, temel sorunlari devlet kendi inisiyatifine aldi. Bu sistemi ayakta tutan ise devletin imkanlari ile yaratilan rantin, hükümetler üzerinden sistemi destekleyen, medya, is dünyasi, STK’lara dagitilmasina dayanan devletçilikle oldu.

Bir toplumsallasma denemesi

1980’lerle birlikte devletin ötekileri arasinda sivil toplum alaninda kurulan iletisim kanallari devletin mesru saydigi kamusal alaninin disinda yeni bir kamusallik üretmeye basladi. Devlete, rejime mesafe alan laik kesimden, muhafazakârlardan, Kürtlerden ve Alevilerden kanaat önderleri, akademisyenler ve aydinlarin farkli platformlarda bir araya gelmesi, birbirlerini tanimasi, birlikte yasama, ortak bir siyasal tasavvur insa etme konusunda epey mesafe alinmasini sagladi.Basta Kürt sorunu olmak üzere, basörtüsü, Alevilik, laiklik, farkliliklari ile birlikte yasama gibi temel sorunlar bu yeni kamusal alanda tartisilmistir.

Bu süreçte önce 1994’te, devletin yasakli çocuklarindan biri olan muhafazakâr RP’nin yerel ve genel seçimlerde iktidar olmasi, nihayet 2002’de ayni kültürel kimlikten gelen AK Parti’nin iktidari ile son yillara kadar; muhafazakârlarin kamusal görünürlügü, toplumsal baris, farkliliklarin birarda yasamasi kisaca Türkiye’nin temel sorunlarinin tartisilmasi yolunda hayli mesafe alinmasina yol açti.

Basörtüsünün siyasal sorun olmaktan çikmasi, Kürt sorununun, Aleviligin kamusal alanda tartisiliyor olmasi bu açidan önemlidir. Bu süreç, cemaatler toplumundan toplumsallasmaya bir adimdi.

Tek partinin yeniden dogusu

Bu olumlu tablo ne yazik ki, son yillarda terse döndü. AK Parti’nin Ortadogu’da demokrasi standartlarinin yükseltmesini üzerinden degil mezhep/kimlik kardesligi üzerinden model olma arayisi, önce Misir’da sonra Suriye’de ve son olarak da Irak’ta çöktü.

Bu sonuç, Türkiye’yi sadece uluslararasi alanda yalnizlastirmadi, içerde de AK Parti’nin temsil ettigi kültürel kimligin içe kapanmasina, daralmasina ve giderek yalnizlasmasina yol açti. Hatta bu yalnizlik muhafazakâr kesim de kendi içinde bölmüs ve AK Partililik kimligi iktidarin tek mesru referansi olmustur. AK Partililer disinda herkes öteki olmustur. Laik kesim basta olmak üzere Alevilere, Gülen cemaatine ve farkli dinsel cemaatlere aldigi mesafenin arkasinda sadece partinin kendini koruma istegi degil sikayet ettikleri devleti ele geçirdigi zanni da var.

1980’lerden bu yana kamusal alanda farkli kesimlerin birlikte yasama iradesi, toplumsal baris konusunda elde edilen kazanimlar, AK Parti’nin izledigi bu kimlik siyaseti neredeyse yok oldu. laik ve muhafazakâr kesim arasinda birlikte yasama yolunda alinan mesafe kayboldu. Türklerle Kürtler arasinda mesafe yeniden açildi. Aleviler muhafazakâr kesime artik daha süpheyle bakmaya basladi. Kisaca herkes iyi bildigi seye yani kendi cemaati içinde yasamaya zorlandi.

AK Parti’nin ‘tek parti’ye dönüsmesi

Bugün AK Parti’nin izledigi siyasal söylem, toplumsal gerilim ve kutuplasmayi besliyor. AK Parti bunu iradi olarak yapiyor. Çünkü AK Parti artik kendini devlet görüyor.

Ve tek parti CHP’sinin toplumu modernlestirme adina tepeden baslattigi dönüsümü; AK Parti 90 yil aradan sonra ayni yöntemle kendi vatandaslik kimligini dayatip, toplumu muhufazakârlastirmayi hedefliyor. Egtimden sanata, özel hayattan yasam tarzina, kültürel degerlerden toplumsal degerlere kendi ideallerini topluma dayatiyor.

Bu, laik tek parti anlayisinin yerine 90 yil sonra muhafazakâr tek parti olarak hayata geçirilme çabasidir.

Bu, AK Parti’nin AKP’ye, devleti dönüstürmekten devleti sahiplenmeye dönüsmesidir.

———————————————-

21 Haziran

Murat Aksoy

Back to top button