Baraj ya da kimin oyu makbul?
O muhtesem ‘Seçim barajini biz mi getirdik ki, biz kaldiralim’ özdeyisi bugünlerde tabii ki yeniden gündeme geldi. Bu konuda bol miktarda ironi yapildi. Normaldir; ironi yapilmayacak gibi degil çünkü. ‘Basörtü yasagini biz mi getirdik ki, biz kaldiralim’, ‘Kürtlere baskiyi biz mi getirdik ki, biz kaldiralim’ gibi çesitli versiyonlari olabilir böyle bir özdeyisin. Biraz Demirel usulü bir tarz. Isine böyle geldigi zaman, ‘bizimle alakasi yok’; isine baska türlü geldigi zaman ‘bu bizim isimiz, biz yapariz’ minvalinde süren ve de ‘sorumluluk etigi’ ile pek alakasi olmayan bir insanlik hali, daha dogrusu kurnazca bir ‘siyasetçilik’ hâli
Tarih boyunca o kadar çok örnegi var ki, heyecanlanmaya gerek yok. Ama bugünlerde bir yandan toplumun içinde çok ciddi bir sekilde süren ve seçim barajini düsürmek için mücadele eden toplumsal ve kültürel gruplarin, özellikle Kürtlerin yani sira, Anayasa Mahkemesi’nin de devreye girmesi, meselenin bir anda gündeme oturmasina sebep oldu.
12 Eylül darbecileri toplumun derinliklerinden çikma ugrasi veren talep, hissiyat ve renklerden tabii ki korkacak ve de onlari ‘bozguncu marjinaller’ olarak görecekti. Bu yüzden baraji getirdi ve bu korkuyu kutsal ‘istikrar’ kavrami arkasina sakladi. D’Hondt sistemiyle de güçlü partilere bir avantaj daha verildi. Ancak ‘istikrar’ adina atilan bütün bu adimlar, memlekette hiçbir zaman ‘istikrar’ getirmedi. Çünkü toplumun ‘temsili’ hiçbir zaman adil bir sekilde gerçeklesmedi. Bu yüzden siyasal kültürümüz bagris, çagris, siddet dili, kibir ve kifayetsiz ihtiraslarla yeniden üredi.
Simdi bugün geldigimiz asamada barajin kaldirilmasi yönünde çok güçlü bir talep var. Ancak bu talep, ‘milli irade’nin tecelli ettigi TBMM’de bir türlü karsilik bulamadi simdiye kadar. Çünkü baraji ‘asan’ necip Türk partilerinin isine gelmedi bu adaletsiz yapiyi ortadan kaldirmak
Ve mevzuu mecliste degil, Anayasa Mahkemesi’nde açildi. Tam da ‘yetmez ama evetçiler’in dünya kadar küfür yemelerine neden olan Anayasa referandumuyla gelen ‘bireysel basvuru hakki’nin sagladigi bir imkân sayesinde yeniden gündemimize girdi.
Ancak, meselenin iki veçhesi var. Bir tanesi ‘soguk’ bir veçhe. Bir memlekette palavradan degil, gerçekten ‘milli irade’den bahsedecekseniz, milli iradenin bütün çesitliliklerinin yansiyacagi bir seçim sistemi getirmek zorundasiniz.
Seçmenlerin fitratlarinda esitlik olmadigi varsayimini birakip, oylarda esitligi saglamak zorundasiniz.
Bir çobanla bir profesörün oyunun ayni olmasi gerektigi gibi, A partisine ya da B partisine oy verme egilimi tasiyan seçmenlerin oylarinin esit degerde olmasini saglamak zorundasiniz.
Gerçekten ‘milli irade’den bahsedecekseniz, birakin baraji, d’Hondt falan gibi taklalara bile tevessül etmemeniz gerekir
Bunlar isin soguk tarafi Yani ‘aklî olan yol’, Anayasa Mahkemesi’ne birakmadan ‘milli irade’yi temsil ettigini iddia edenlerin sorunu Meclis’te çözmeleri
‘Çok objektif ve uzak görüslü’ bir takim aparatçikler olaya ‘Mesele baraj degil, sen hala anlamadin mi?’ diyerek hemen topa dalmislar. ‘Toplumsal’i anlamaktan ziyade, siyaset koridorlarinda ‘ikbal’ ve ‘network’ pesinde kosan, ‘çogunluk’ tarafindan sevilmek için yanip tutusanlarin ‘toplumun azinliklarini’ anlamasi beklenemez kuskusuz.
Ve iste meselenin ‘kalbî’ tarafi da burada yatiyor.
Birakin anayasa, hukuki gereklilikler, istikrar, temsil vb. agir kavram ve çerçeveleri; çok daha basit bir boyutu var baraj meselesinin.
Söyle soralim: Insanlar oylarinin esit sayilmasini arzularken ve talep ederken, aldiginiz oydan daha fazla temsil edilmek ‘adalet’ anlayisinizin neresine tekabül ediyor? Hani o ‘hizmet etmek için’ yanip tutustugunuz milletvekilligini garantilemek için mi vicdaninizi rafa kaldiriyorsunuz?
En nihayetinde, bir zamanlar ‘benim oyum çobaninkiyle ayni mi?’ diyen mankenden ne farkiniz var?
—————————————————-
11 Aralik
Ferhat Kentel