Neden siddet uyguluyoruz?

Saga sola bir göz atin hele, insanlarin ne kadari güleçtir, ne kadari abus suratli? Trende, otobüste, sokakta, is yerindeki insanlarin büyük bir bölümünün, gerilim içinde oldugunu hepimiz görüyoruz. Birbirleriyle dalasanin, üç laftan sonra yumruk ve kafa atanin haddi var hesabi yok. Trafikte seyrederken, lövyeyi kapan söför, digerine saldiriyor. Kisacasi, etrafimiz birbirlerine bagiran çagiran, küfreden insanlarla dolu.
Kimi; ögretmenler ögrencileri dayakla egitiyorlar. Subaylar askerleri dayakla talim ettiriyorlar. Anne ve babalar çocuklarini dayakla terbiye ediyorlar. Kocalar karilarini dayakla hizaya getiriyorlar. Atelye ustalari çiraklarina dayakla meslek ögretiyorlar. Soförler muavinlerine araba sürmesini dayakla ögretiyorlar. Kisacasi okulu, evi, fabrikayi, atelyeyi ve devleti siddetle, dayakla yönetiyoruz. Uluslararasi sorunlarimizi da savasla çözmeye çalisiyoruz.
Peki, neden birbirlerimize siddet uyguluyoruz, sorunlarimizi siddetle çözüyor, görevlerimizi siddet araciligiyla yerine getiriyoruz? Siddetin kökeninde ne var? Siddet ve savaslar, ne zamandan beri, hayatimizin bir parçasi haline gelmis bulunuyor?
Yapilan bilimsel arastirmalar, insanlarin vahsi sekilde yasadiklari dönemlerde, birbirlerine siddet uygulamadiklarini ve savasmadiklarini gösteriyor. Örnegin o dönemlerde yasayan insan kemikleri üzerinde yapilan arastirmalarda, hiç bir kirik, çikik ve darp izine rastlanilmamistir.
Yani insanlarin hayvan gibi otlayarak yasadigi, evin, elbisenin, otomobilin, kasigin, din ve mezhebin olmadigi dönemlerde, atalarimiz dogada var olan her seyi tartismadan, kavga etmeden kardesce ve yoldasca aralarinda bölüsmüsler.
Ne zaman ki insanlar, yöneten ve yönetilenler biçiminde ikiye ayrilmis, sosyal siniflar ortaya çikmis, iste o zaman yasak, baski, siddet ve savaslar, insanoglunun gündemine oturmustur.
Yönetenler sistematik bir biçimde, irk, sinif, cins, renk, dil, din, felsefi inanç kimliklerini yüceltirken; yönetilenlerinkini de olabildigince asagilamislardir. Bunun sonucunda yönetenle yönetilenler arasinda bir efendi-köle kültürü ve iliskisi sekillenmeye baslamis, sömürü çarki da bu kültür üzerine oturtulmustur.
Egemenler tarafindan asagilanip sömürülen toplumsal gruplar, bu uygulamalara karsi çiktiklarinda, her zaman siddet, yasak, baskiyla karsilasmislar. Düzen karsiti toplumsal gruplari siddete itmis, kan dökülünce de ‘Vatan elden gidiyor’ yaygaralariyla katliamlara girismislerdir.
Kisacasi siddet ve savas, statükoyu korumak, düzen karsitlarini geriletip kontrol altina almak ve gerekirse yok etmek için yürütülen politikalarin bir parçasidir. Egemenlerin, toplumsal ve sinifsal çikarlarini korumaya yönelik uygulamalaridir.
Dünyanin her yerinde uygulanan bu politikalar nedeniyle, siddet ve savas, en küçük toplumsal birim olan aileden, en büyük organizasyon olan devlete kadar sirayet etmistir. Bu salgin sonucunda, insanlar vahsi bir yaratiga dönüsmüs bulunuyor.
Ortadogu’da yasananlara bir bakalim. ‘Vur’ diyince vuruyorlar. ‘Dur’ diyince duruyorlar. Kim, kimi, niçin ve ne için öldürüyor? Kim usak, kim efendi? Kim kahraman, kim korkak? Ipler kimin elinde? Kim ne kazaniyor, kim ne kaybediyor? Kim kimi kandiriyor? Kim kimi kullaniyor? Kim kime yalan söylüyor? Kim kimi uçuruma sürüklüyor?
Allahini seven savasiyor. Silahlar, karaborsaya düstü. Sanayilesmis ülkelerin depolarinda bulunan silahlarin ne kadari satildi acaba? Kazanilan para kaç milyar dolara ulasti? Sayin kapitalistlerimizin gözü ne zaman doyacak?
Kürtlerin durumu mu dediniz? Bu konuyu bana degil, sayin (!) büyüklerimize, yani Imrali’ya, Kandil’e, Genel Kurmay’a ve MIT’e sorun. Onlar dururken, konusmak haddimize mi düsmüs?
Yilmaz Çamlibel