Militarist Devletler ve Kürdistan’in Dogum Sancisi
Birinci Dünya Savasi sirasinda Rusya’da meydana gelen ‘Bolsevik Devrimi’ savas öncesi yapilmasi planlanan paylasimlari suya düsürdü. Sömürgelestirme planlamasinda ayni cephede yer alan Ingiltere ve Rusya’nin farklilasmasi yeni tutumlarin sergilenmesine neden oldu. Türkiye, Iran ve Afganistan çizgisinde daha önce sömürgelestirilmeleri düsünülen alanlarda zorunluluk geregi bagimsiz devletlerin kurulmasina göz yumuldu. Ancak bir farkla, bu alanlarda kurulan devletlerin Militarist ve monist anlayisa dayali olmalari esas alindi.
Normalde sömürgelestirmesi düsünülen bu devletlerin sinirlari içinde kalan farkli etnik kökenlilere ait topraklar esas alinarak -sinir kabul edilerek- farkli devletlerarasinda paylastirilmisti. Oysa ortaya çikan yeni durum bu paylasimi sekteye ugratti. Bu nedenle söz konusu alanlarin ileride sorunlu kalmasi ve istenilen anda sorunun islevsellestirilebilmesi (etkinlik kurabilmek) için bu alanlarda kurulmasina izin verilen militarist anlayisa dayali devletlerarasinda paylasilmasina ses çikarilmadi.
Kürdistan topraklarinin bu çerçeve ve mantiga dayali olarak Türkiye ve Iran arasinda paylasilmasina (Irak ve Suriye sömürgelestirilen alanlardi ve sömürgelikleri resmen son bulunca onlarinda Militarist nitelige bürümelerine dikkat edilmelidir.) göz yumuldu. Esasinda normal paylasimda ne Osmanli ne de Pers bakiyelerine devlet olma izni verilmeyecekti. Ancak hesaplar ‘Bolsevik Devrimi’ ile ortada kalinca yeni hesap geregi buna izin verilmek durumunda kalindi. (Istanbul isgal edilmis olmasina ragmen, isgali gerçeklestiren Ingilizler tarafindan isgalin sessiz sedasiz sonlandirilmasi bunun bariz örnegidir.)
Ancak sömürgelestirilmeyen bu alanlarda kurulmasina göz yumulan devletlerin militarist bir anlayisi esas almasi öncelikli hedef olarak benimsenmisti. Çünkü militarist anlayisa dayali devletler farkli etnik kökenliler için sürekli rahatsizliga sebep olacak unsurlari barindirmaktaydilar. Farkli nitelikleri üzerinden toplumun bir kesimini sürekli rahatsiz edilerek tetikte olmasini saglayacak militarist devlet yapilanmasi ileride uygulanmasi muhtemel projeler için zorunluydu. Çünkü amaçlanan projeye ileride geçilmesi için içeride baski unsuru gerekmekteydi.
Bu nedenle militarist ve monist ‘tekçi- anlayisla kurulan devletler, temel felsefeleri geregi esasen hiçbir sekilde iç barisi saglayabilme kabiliyetine sahip olamazlar. Simdi suna dikkat edelim. Militarist anlayisi temel alan devletlerin varliklarini koruma yolu sürekli olarak iç ve dis düsman olgusunu canli tutmalaridir. Böylece kamuoyunu mesgul edilerek devletin militarist eylemlerine hem haklilik kazandirilacak hem de kamuoyu destegi saglanarak, devletin varligina yönelik mesruiyet kisvesi temin edilmis olunacaktir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin doksan yili asan uygulamalarina bakildiginda söz konusu tutumu sergilemekten hiçbir zaman vazgeçmedigi görülür. Içeride var kilinan düsman olgusu zaman zaman degisse de hep toplumun huzuruna kast eden düsmanlarin var kalmasi saglanmistir. Var edilen düsmanin tek olmasi bazen militarist anlayisa sahip devletin asil amacinin seffaflasmasina yol açacagi varsayilarak buna karsitlik arz edecek ikinci bir düsman olgusu daha var edilme zorunlulugu duyulmustur.
Türkiye Cumhuriyeti açisindan süreç içinde degisen iç düsmanlardan birisinin düsünsel temelli olmasi önemlidir. Çünkü militarist ve tekçi anlayisin farkli kesimlerce benimsenmesi ancak bu sekilde saglanabilmistir. Örnegin AKP iktidarina kadar Islami ‘Islamci düsünenler- anlayisa sahip olanlar devletle pek barisik olmadiklari halde AKP iktidari üzerinden hem devletle baristilar hem de statükonun savunucusu haline geldiler. Doksan yillik süreçte buna dair örnekler çesitlendirilebilir. Mesela DP iktidari ile Osmanli döneminden kalan esrafla devletin uzlastirilmasi gibi. Yetmisli yillarda CHP üzerinden solun buna yönlendirilmek istenmesi de bir baska örnektir.
Ikinci düsmanin etnik kökenli olmasina dikkat edilmesi ise toplumda var olan farkliliklari minimize edilmesine araç kilinmistir. Böylece küçük çapli etnik farkliliklarin ‘Çerkezler, Gürcüler, Lazlar gibi- kendilerini tehdit altinda hissederek militarist ve monist devlet etrafinda kümelenmeleri saglanmistir. Türkiye Cumhuriyetinin etnik kökenli düsman algisini Kürdlere yöneltmesi sadece demografik niteliklere baglanilamaz. Ayni zamanda sinirlarini asan ve diger devletlerin kendisine komsu alanlarindaki varliklariyla da dogrudan dogruya baglantilidir.
Militarizmin önemli bir örnegi olan Türkiye Cumhuriyeti sikintili anlarda elindeki ipleri gevseterek farkliliklarin kendisini ifade etmelerini saglayan siyasi ortamlara kismen izin verdigi halde, elindeki iplerin kayacagini hissettigi noktalarda ise militarist kimligini öne çikararak önlemlere basvurmustur. Varligini dayandirdigi temel felsefi ideolojisini de bu sekilde doksan yildir sürdürülmektedir.
Militarist felsefeyle sekillenen örgütler ise varliklarina mesruiyet kazandirmak için devlet olanaklarindan yoksun olduklarindan, kendilerine yönelen kitleleri sürekli mobilize tutmanin gerekliligi nedeniyle günü birlik faydaya dayanan eylemlere yönelmek zorundadirlar. Buna ragmen de içinden çiktiklari toplumun genel beklentisini ve amacini günü birlik faydaci eylemlerin arkasindaki asil niyet olarak kitlelerine lanse etmekten de çekinmezler. Böylece mobilize edilen kitlenin sorgulama yapmasina imkân taninmamis olurlar.
Militarist devletler içinde gelisen örgütlerin temel mantigi militarist felsefe ile sekillendigi için tipki o devletler gibi farkliliga tahammülsüzdürler. Çünkü zihin dünyalari monist anlayisla donatildigindan kendi içlerinde muhaliflik sergileme kabiliyeti olanlari militarist devlet tutumu gibi iç düsman algisi içine sokarak ötekilestirip yok edilmelerini saglamaktadirlar. Kuzey Kürdistan’da militarist Türk devletine karsi kurulan Kürd siyasi veya örgütsel yapilarinda bunu görmek her zaman mümkün olmustur.
Bugün Kuzey Kurdistan’da egemen olan Kürd örgütsel yapisi da bu anlayistan beri olmadigi için ortamin normallesmesini kendi kitlesini denetleme açisindan sikinti olarak algilamaktadir. Dolayisiyla farkli argümanlarin rahat dillendirilmesini saglayacak ortamin olusmasini kendi alehine görmektedir. Varligini daim kilmak ve kendisini mesrulastirmak için de çatismali ortamin sürmesinden fayda ummaktadir.
Son seçimde HDP’nin sagladigi siyasi basari militarist Türk devletini endiseye sokmustur. Dolayisiyla prokvatif nitelige bürünerek saglanan siyasi basariyi toplum gözünde niteliksizlestirmeyi amaçlamistir. Ancak HDP de buna çanak tutarak siyasi basarisini militarist Türkiye Cumhuriyeti devletine kurban etmistir. ‘ seçimden hemen sonra Diyarbakir’da Hüda Par taraftarlariyla girisilen kavga ve karsilikli öldürme eylemleri bunun bariz örnegidir- Siyaset ortaminin mutlaka siyasi rakip doguracagi gerçegi HDP tarafindan kolay kabul edilecek bir durum degildir. Bu nedenle de olusan siyasi yumusama ve uygun zemini Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte yok etme yoluna basvurarak kitlelerinin mobilize kalmasini saglanmistir.
Türkiye Cumhuriyetinin Militarist karakteri ve bu karakterden etkilenerek sekillenen örgütlerin farkliliklari duyma kabiliyeti olmadigindan kendi anlayis ve bakislarini mutlak kabul etmektedirler. Olusmasi muhtemel siyasi zeminin olusmamasi için de gerektiginde müdahale etme kabiliyetini de kurumayi temel alirlar. Bunu hem militarist devlet hem de militarist örgütler kendileri açisindan vazgeçilmez durum olarak görürler.
Simdi, otuz yillik savasin gerçek anlamda haklarin teslim edildigi bir barisa neden verilmedigini daha kolay anlasilmasi mümkün degil mi? Tabi ki giriste kullanilan tarihsel baglami da unutmamak gerekiyor.
Çünkü sömürgelestirilmesi kararlastirilan Osmanli topraklarinin Anadolu kismi zorunluluk nedeniyle militarist anlayisa sahip bir devlete terk edilmesi ve bölgenin en büyük etnik yapisini olusturan Kürdlerin farkli militarist devletlerarasinda paylasilmasina göz yumulmasi bugün açisindan da manidardir.
Belki de Kürdlerin devletlesme zamani geldigi için dogum sancilarina bilerek izin verilmektedir.
————————-
20 Agustos
Yusuf Ziya DÖGER