Çikarlarin acimasizligi ve Güney Kürdistan
ABD, 11. Paylasim Savasindan hem Atlantik ötesi ülke olmasi hem de savasa sonradan katilmasi gibi nedenlerle savasin yarattigi tahribatlardan en az etkilenen ülke olarak çikmistir. Bu özelligi ile zamanla hemen her alanda hizla geliserek ve Ingiltere’nin 1970’li yillarda dünyaya ayar veren ülke konumundan geri adim atmasi ile onun aleyhinde ve onun yerini alarak dünyaya hükmeden ülke oldugu bilinmektedir. Bu özelligi ile ABD ‘ dünyanin jandarmasi’ olma misyonunu elde etmistir. Bu misyonu ile ABD, dünyanin en önemli sömürgeci gücü olmus ve birçok ülkenin iç islerine karisarak bu ülkelerde kendisine itaat eden yöneticileri is basina getirmistir. Dünya ,halkina zulmeden ancak ABD’ye itaat eden birçok diktatör örnegi ile doludur. Böylesi bir ülkenin dünyanin en önemli enerji kaynaklarina sahip Ortadogu’ya el atmamasi ve bölgeye kendi çikarlari dogrultusunda ayar vermemesi düsünülemezdi.
Nitekim ABD, önce Ingiltere ve Fransa’nin Ortadogu’da at kosusturduklari dönemlerde olusturduklari yapay devletlerin baslarinda bulunan krallar, emirler ve sahlar ile iliski kurarak onlar üzerinden bölgeyi kendi etki alanina çekti. Böylece hem bölgedeki enerji kaynaklarin ele geçirdi hem de bu kaynaklarin dünya pazarlarina akmasini saglayan yollari denetim altina aldi. Ayrica bölge ülkelerinin birçogunun tepkisini çekmesine ragmen 1948’de kurulan Israil’i her sartta koruyarak hem ileri bir karakolu elinde tuttu hem de bölgedeki kontrol gücünü pekistirdi.
1950- 1960’li yillarda Arap ulusalciligi sol asisi yapilmis Baas ideolojisi ile kismen modernist ama daha çok milliyetçi diktatörler dogurmus ve bu durum ABD’nin bölgedeki çikarlarini riske etmeye baslamistir. Baas milliyetçiliginin atesli söylemleri ile motive olan bir çok Arap ülkesi Israil’e saldirdi ancak sonu Araplar için hüsran oldu. Savastan sonra Misir’a verilen bazi tavizlerle birlikte bu ülke Arap koalisyonundan kopartilmis ve ABD’nin müttefiki durumuna getirilmistir. Böylece ABD bir mevzi kazandigi gibi Israil’in güvenligini de saglamis oldu. Irak ve Suriye’nin durumu malumunuz gözler önünde. Bu arada Kore Savasi sonrasinda Türkiye Nato’ya üye oldu. Bu durum Sovyetler Birligi’ni güneyden çevrelemenin bir geregi idi. Kisacasi Soguk Savas sirasinda her sey ABD ve müttefiklerinin lehine gelisiyordu denebilir.
1979’da dünyada beklenmedik iki gelisme oldu. Bunlardan birincisi Sovyetler Birligi’nin Afganistan’i isgal etmesidir. Bu durum Sovyetler Birligi’nin Hint Okyanusu’na inebilecegi ve Basra Körfezindeki petrol kaynaklari için tehdit olusturabilecegi anlamina geliyordu. Bu da ABD’nin bölgedeki siyasal ve ekonomik çikarlarinin riske girecegi anlamina geliyordu. Bu nedenle ABD bölgeye yakin bazi ülkelerde askeri üsler kurmaya basladi. Bir yandan da Taliban ve El- Kaide gibi örgütler desteklenerek Sovyetler Birligi’nin siddetli bir direnis ile karsilasmasi saglandi. Nitekim bu direnis karsisinda Sovyetler Birligi Afganistan’dan çekilmek zorunda kaldi. Ancak Taliban ve özellikle de El ‘ Kaide giderek radikallesmeye ve ABD ile müttefikleri için korkulu bir rüya olmaya basladi. Özellikle ikiz kulelerin El-Kaide militanlari tarafindan yikilmasi üzerine Bush dünya devletlerine ‘ya bizden yanasiniz ya da teröristlerden yana’ diyerek olusturdugu koalisyon ile Afganistan’da askeri üsler kurdu ve zamanla El-Kaide’nin lideri öldürüldü. Bu örgütün günümüzde etkinligi azalmakla birlikte bagrindan ISID adinda yeni bir radikal Islam örgütü dogurdu.
1979’da beklenmeyen ikinci olay, Iran’da sahin devrilmesi ve yerine A. Humeyni tarafindan sii teokratik bir devletin kurulmasi oldu. Bu durum sah zamaninda ABD’nin bir numarali müttefiklerinden olan Iran ile ABD iliskilerinin kopmasina neden oldu. Çünkü Humeyni ABD’yi ‘büyük seytan’ olarak tanimliyordu. Böylece hem ABD’nin Sovyetler Birligini güneyden çevrelemesinde sorun çikti hem de Iran’in rejim ihraç etme süreci basladi. Bunlar yetmezmis gibi ABD’nin Ortadogu’daki ileri karakolu olan Israil için bir tehdit unsuru ortaya çikti. Tam da bu süreçte 1991’de Sovyetler Birligi dagildi ve iki kutuplu dünya kimine göre tek kutuplu kimine göre çok kutuplu hale geldi. Ancak hangi durumda olursa olsun ABD’nin Ortadogu’daki hareket kabiliyeti artti. ABD, Rusya’nin toparlanmasina firsat vermeden Büyük Ortadogu Projesi’ni dillendirmeye basladi. Bu proje 2010’da Tunus’ta baslayan kimine göre Arap Bahari kimine göre Arap Karakisi olan gelismelerin tüm Ortadogu’yu sarmasina neden olan süreci beraberinde getrdi ki bu süreç hala devam etmektedir. Proje genel olarak anti Amerikanci olmayan ilimli Islam’in diktatörlerin yerine is basina getirilmesi esasina dayaniyordu. 2002’de Erdogan ve ekibinin is basina getirilmesi esasen bu projenin ürünüdür. Nitekim iki ülke arasinda uzunca bir süre uyumlu bir ortamin varligi projenin uygulanabilirligi bakimindan ABD’ye umut vermistir. Ancak zamanla ABD sanirim yanildigini anlamis bir pozisyona gelmis durumdadir.
Arap Bahari 1010’da Tunus’ta baslayip tüm Kuzey Afrika ülkelerini sardi ve giderek Ortadogu’ya dogru hizla yayildi. Bu ortamda radikal Islam’in boy vermemesi mümkün degildi. Nitekim 2013’te Bagdadi, Irak ve Suriye’yi içine alan bir Islam devleti kurdugunu açikladi. Böylece bölgede hem amansiz bir savas alani olustu hem de terörist faaliyetler bas göstermeye basladi. ISID terörü sadece bölgeyi degil neredeyse tüm dünyayi esir almaya basladi. Günümüzdeki süreç bu belayi bertaraf etme sürecidir. Ancak bilinmelidir ki bu örgüt askeri olarak etkisiz hale getirilse bile siyasal etkinligi bir süre devam edecektir.
Ortadogu’da Israil devletini kuran Yahudilerin 2. Dünya Savasinda çektikleri acilari bilmeyen yok. Ancak ayni Israil’in Filistin halkina çektirdiklerini de bilmeyen yok gibidir. Bu devlet Ortadogu’nun ekonomik ve askeri olarak en güçlüsü olma konumundadir. Bu konumunu da devam ettirmek istemektedir. Bunun için çevre ülkelerden müttefik arayisi stratejisi gütmektedir Irak Kürdistan’ina destegini bu amaçli görmek gerekir. Çünkü Iran’in Irak Sii Yönetimi, Suriye ve Hizbullah üzerinden Akdeniz’e inmek istedigini ve nükleer baslikli uzun menzilli füzeler üretme yolunda oldugunu iyi bilmektedir. Hal böyle oluna bazi komplo teoricilerinin ifade ettigi gibi Tevrat’ta ‘vaat edilen’ Firat-Nil arasi topraklari isgal etmek Israil’in amaci degildir. Böylesi bir durum Ortadogu’da kiyametin kopmasi ve terörist faaliyetlerin önünün alinamamasi ve bugün Israil’i destekleyen birçok ülkenin bile bu ülkeye karsi tavir almasi demektir. Bu tip teoriler olsa olsa Israil’in Filistinlilere yaptigini Islam aleminde diri tutmak ama dört devlet tarafindan sömürgelestirilen Kürdistan halkinin çektigi acilar üzerine kamuflaj çekmektir.
Rusya; Sovyetler Birligi’nin dagilmasi üzerine yasadigi krizi Putin ile asma yolunda hizla ilerlemektedir. Putin’in bir diktatör olmasi ayri bir konu su an ülkesini ABD karsisinda direngen tutmak istemesi ayri bir konudur. Her iki devlet de aralarinda bir savasin çikmayacagini, bunun neye mal olabilecegini iyi bilmektedirler. Iki devlet arasindaki asil mesele dünya arenasinda birbirlerini ekonomik, siyasi ve askeri alanlarda yipratma meselesidir. Nitekim Rusya, Iran ile olan yakinlasmasini bu ülkenin ABD ile olan gerginligi üzerinden gerçeklestirmektedir. Ancak bir yandan da Iran’in Akdeniz’e ulasma arzusundan rahatsizlik duymaktadir. Keza Rusya’nin Türkiye ile iliskileri bu ülkenin dogalgaz ihtiyaci ve ABD ile son zamanlarda yasadigi gerginlikten kaynaklanmaktadir. Rusya’nin Suriye’deki varligi ABD’ye ‘bende varim’ anlaminda bir denge politikasidir. Nitekim Besar Esat’in ülkesindeki iç savastan dolayi Rusya’yi müdahaleye çagirmasi üzerine Rusya, hem Suriye pazarini kaptirmamak hem de Akdeniz’de bulunan Tartus askeri limanini askeri üs olarak kullanmaya devam etmek için bu teklifi kabul etmistir. Anlasilan Suriye’de ABD ile Rusya arasindaki bilek güresi bir süre daha devam edecektir.
Türkiye’de AKP’nin is basina gelmesinden sonra zamanla eski Osmanli hinterlandi üzerinde ekonomik ve siyasi güç olma istegi depresmeye basladi. Bu anlamda ilk yaptigi Israil’e tepkisel davranmak ve Arap ülkelerini hosnut tutmak içindir. Gazze ablukasina tepkiler, Hamas lideri Mesal’in sik sik Türkiye’ye davet edilmesi , Körfez ülkelerine yapilan ziyaretler vs. hem bu amaçli hem de yatirim amaçlidir. Dogrusunu isterseniz iki ülke arasi iliskiler her zaman tepkisel degildir. Yapilan çogu zaman görüntüyü kurtarmaktir. Ayrica Esat’a bir zamanlar ‘kardesim’ denilmesi hem bu ülkede büyük yatirimlar yapmak hem de Arabistan yarimadasina ulasmak için köprü olarak kullanmakti. Ancak Suriye’de iç savasin çikmasi üzerine Türkiye, S. Arabistan ve Katar gibi ülkeler rejimin kisa sürede yikilacagini düsünerek ISID dahil neredeyse tüm radikal Islam örgütlerini desteklediler. Ancak bu radikal örgütlerin basarili olamamasi , Kuzey Suriye’de de Kürtlerin önemli basarilar kazanmasi Türkiye için tam bir açmaz olusturdu. Körfez ülkelerinin Katar’a uyguladigi ambargoya karsi bu ülkeyi desteklemesi, Irak Kürdistan’inda yapilan referandumu destekleyecek yerde en siddetli tepkiyi vermesi Türkiye’nin Ortadogu’yu okuyamamasi anlamina gelir.
Türkiye’nin Osmanli hinterlandi üzerinde en etkili ülke olmasi iki nedenden dolayi olasi degildir. Birincisi, Türkiye bunu basarabilecek askeri, siyasi, ekonomik kapasiteye sahip degildir. Ikincisi küresel ve bölgesel etkili güçler bu duruma göz yumacak degillerdir.
Söz konusu devletlerin Ortadogu politikalari özet olarak kaleme alinmis olup denizde bir damla kadardir.
Irak Kürdistan’inin bagimsizligi için ‘dogmamis çocuga don biçilmez’ diyenlere karsi ‘görünen köy kilavuz istemez’ deyimi ile karsilik vererek sunlari söylemek istiyorum. Ortadogu, dengelerin sürekli degistigi kaygan zeminde bulunan bir cografyadir. Bu anlamda Irak Kürdistan’i akilci bir dis politika izlemeli ve bugün Israil ve Rusya’nin mevcut desteginin yarin ABD ve AB’nin önemli ülkeleri tarafindan da verilebilecegini çünkü her ülkenin bu cografyada çikarlarini gözetecegini unutmamalidir. Hatta bugün Kürdistan’i sömürgelestiren ve referanduma siddetli tepki veren ülkelerin bile yarin agiz degistirebileceklerini akildan çikarmamalidir. Bu anlamda hem destek hem tepki veren hem de bugün için ikircikli davranan ülkelerin bu tavirlari iyi degerlendirilmeli diyalog ve uzlasi kapilari açik tutulmalidir. Duygusalligin ve tabiri caiz ise horozlanmanin dis siyasette yeri yoktur Referandum öncesi uygulanan siyasetin bagimsizlik sonrasinin teminati oldugu söylenebilir.
SON SÖZ
25 Eylül 2017’de Güney Kürdistan’da yapilan referandumda hem katilim oy oraninin hem de onay oy oraninin oldukça yüksek çikmasi ve referandumun kayda deger bir sorun yasanmadan gerçeklesmesi Kürdistani düsünen her Kürt gibi beni de oldukça mutlu etti. Yüzyillardir esarete mahkum edilmis halkimizin Irak’ta hakli mücadelesi sonucunda özgürlüge ve bagimsizliga giden yolda tüm engellerin yavas yavas ortadan kaldirilmasi için çaba sarf edenlere sükranlarimi sunuyorum. Bu durum diger parçalardaki halkimizin hem moral – motivasyonunu arttiracak hem de onlara yol gösterici olacaktir. Bu anlamda yazima farkli bir pencereden basladiysam da yasanan olumlu gelismelerden kaynakli iç huzurumu ‘son söz’ olarak kaleme almaktan kendimi alamadim.
Irak Kürdistan’i fazla gecikmeden ancak uygun zamanda bagimsizligini ilan etmelidir. Bunun için öncelikle referandum yapilan hiçbir bölgede Irak Sii Yönetimine taviz vermemelidir. Bazi ülkelerin dayatmasi ile Irak yönetimi ile konfederasyon tipi bir yapilanmaya gitmemelidir. Bagimsizlik sirasinda yapilacak anayasanin insan hak ve özgürlüklerine, demokrasinin evrensel normlarina uygun olmasi medeni ülkelerin ilgisini çekecek ve zamanla Kürdistan ile olan iliskilerine olumlu katki yapacaktir. Dahasi demokrasinin Kürdistan’da olabildigince solunmasi hem çevresindeki halklar hapishanesi teokratik, diktatöryal, irkçi, fasist devletlere kendilerine çeki düzen vermeleri bakimindan zorlayici unsur olacak hem bu ülkelerde zincire vurulmus halklar için örnek teskil edecek hem de en azindan insan haklari bakimindan sömürgeci güçlere medeni ülkelerin baski kurmasini saglayacaktir. Kisacasi bagimsiz Kürdistan Ortadogu’da uç veren çigdem olma potansiyeline sahiptir. Zaten bu konularda su an yapilan açiklamalar oldukça umut vericidir. Her bireyin ana diliyle egitim yapacagi, birden fazla resmi dilin olacagi, diyanette her din ve mezhebin esit sekilde temsil edilecegi gibi söylemlerin gerçeklesmesi Kürdistan’a uluslar arasi arenada sayginlik kazandiracaktir.
Ancak, Irak Kürdistan’inda asiretçi-feodal yapi ekonomik alanda giderek zemin kaybetse de sosyal iliskilerde oldukça etkilidir. Elbette bu bir kültürdür ve kültürel yapilarin degisimi oldukça zaman alir. Geçmis yüz yillarda güçlü bir asirete sahip olma istegi anlasilir bir durumdur. Ancak bu durum günümüzde tutuculugu beraberinde getirmekte ve özgür bireyin gelismesi önünde ayak bagi olusturmakta ve bireyi baskilamaktadir. Kürtlerin tarih sahnesinden çekilmeyisinin bir nedeni asiretçi yapi olabilir ancak ayni yapi günümüzde özgür düsüncenin önüne duvar örmekte ve toplumun atilim yapmasini engellemektedir. Bizlik duygusu toplumun bütününü kusatmaktan ziyade küçük birimleri kusatmakta ve bu birimlerin güç gösterisi milletin damarlarindaki kani heba etmektedir. Bu anlamda en güzel yasalari yapabilirsiniz ancak iyi bir hukuk devleti olamayabilirsiniz.
Haydar Cihaner