Atatürkçülük yeni taraftarlar kazanirken
70 seneyi askin hayatimda, 10 Kasim Kutsal Matem günü merasimleri, bu güne kadar karsilasmadigim ölçüde coskulu katilimlarla gerçeklestirildi. Tabii bazi tartismalara da vesile oldu.
Türk solu içerisinde hâkim olan ana egilim, hala Stalinizme sadik oldugu için, Atatürkçülük bu cenahta zaten öteden beri itibarliydi. Ama asil gerçek, Atatürk’ün memleket ve millet için ne büyük bir deger oldugu da, ölümünden ancak 79 sene sonra, ‘muhafazakâr Islamci’ bir lider olan Tayyip Erdogan’in nihayet bunu fark etmesiyle anlasildi.
Yillarca oturup kalkip, Atatürk’ün ve Atatürkçülerin hilafeti kaldirdiklarini, camileri kapattiklarini, ibadeti yasakladiklarini, ezani Türkçe okutturduklarini vb. mazeretler ileri sürerek, neredeyse 20. asrin en büyük magduriyetine ugradiklarina kendilerini inandiran Islamcilarin Atatürkçülüge bu kadar hizla meyletmeleri, pek çok insani sasirtmis görünüyor.
Atatürkçü dünyada kendilerine yer verilmemesi, mesru görülmemeleri, defalarca partilerinin kapatilmasi ve siyaseten yasaklanmalarina ragmen, artik Atatürkçülerin de kendilerini bir tehdit veya tehlike olarak görmedikleri bir döneme gelinmis bulunuyor. Herhalde senelerdir Islamcilarin Kemalizm, Kemalistlerin de Islamci karsiti olmalarinin, sistemdeki bazi yanlis anlama/anlasilma meselelerinden kaynakli bir protokol uygulamasindan kaynaklandigi, meselenin yeterince ele alinmamasi sonucu ortaya çikmis oldugu kanaatine varilmis olmali.
1988’de PKK Önderi Abdullah Öcalan, rahmetli Mehmet Ali Birand ile yaptigi söyleside, Ankara Ulus’taki Atatürk heykelini ilk gördügünde ne denli etkilendigini söylemis ve hatirladigim kadariyla da, 23 veya 24 Aralik 1996’da MED TV’de, ‘Diyalog kurabilecegimiz devlet yetkilisi bulmakta zorluk çekiyoruz. Mustafa Kemal olsaydi sorun bu sekilde olmazdi. Bir sekilde mutlaka çözülürdü” demisti. 1999 sonrasinda ise, avukatlariyla yaptigi haftalik olagan görüsmelerinde defalarca Mustafa Kemal’in prensiplerine gereken bagliligin gösterilmesi için çirpindi, ama Kürtlere bu kanaatlerini kabul ettiremedi. Erdogan’in dönüsümüyle birlikte emeklerinin hiçte bosa gitmedigine sahit oldu. Muhtemelen ‘ama önce ben farkina varmistim’ diye kiskanmis olmasi bile mümkündür.
Ne var ki, Erdogan’in Atatürkçülüge yakinlasmasi, Öcalan’in israrla karsi çiktigi ulus-devletin reddi yönündeki bir tercihi degil, tersine, güçlendirilmesi yönündeki yeni ittifaklarinin bir geregidir. Aslinda sasiracak bir durum da yok. Türk ulus-devletini güçlendirmek için, anti-Kürt cephede yer almak ve bu cephedekilerle ittifaki gerektirirdi. Erdogan da, önce Türkiye, ardindan da bölge politikalarinda açik ve net olarak bunu yapti. Yakin geçmiste Kürtlere yönelik yaklasimindaki ulus devletten ve Kemalizm’den bir sapma olarak görülen politikalarindan uzaklasti ve telafisi yönünde epey mesafe de aldi.
Tabii varildigi sanilan mutlu beraberlik görüntülerinden ve sonuçlarindan pek de itibarli sayilmayan bir gazetenin Erdogan hayrani yayin yönetmeninin bir TV programinda vecde gelip, Izmir Marsi okumasinin gülünç bulunup, Twitter’da büyük ilgi görmesine ragmen, gerek Atatürkçü çevrelerde, gerekse de muhafazakâr Islamci çevrelerde mutluluk yarattigini söylemek dogru olmaz.
Bu süreçte bir de, Kemalizm ve Atatürkçülük arasinda bir fark var mi, yok mu üzerine bir tartisma baslatildi. Bunca yildan sonra dilleri Kemalizm demeye varmayan birilerinin Atatürkçü demeyi daha hafifletilmis bir kavram olarak kendilerine yakistirmalari gibi bir sey. Bir insanin düsünce ve prensiplerini soy isminden mülhem Atatürkçülük olarak ifade ettiginizde bir anlam, isminden mülhem olarak Kemalizm olarak ifade ettiginizde farkli bir anlam çikarmanin bir manasi yok.
Kimse Karl Marks’in düsüncelerini Karlist diyerek, Marksist veya Marksçi olarak bilinen manasindan farkli manalara çekilecek bir sey olduguna kalkismiyor. Atatürkçülük neyse Kemalizm’in de farkli bir manasi yoktur ve yeni yeni manalar uydurmanin da manasi yoktur.
Hitler’in Nasyonal Sosyalist Partisi bir suç örgütü olarak görüldükten sonra, önemlice bir kisim Türk solcusu ve Kemalist’i de, Nasyonalist’in karsiligi olan Milliyetçilik yerine kendileri için Ulusalci demeyi uygun buldular. Tipki ‘ne olur ne olmaz’ diyerek bir yanlis uygulamaya muhatap olmamak için sosyalizm yerine toplumculuk demeyi uygun gördükleri gibi.
Hani çocukluk zamanlarimizda bazi sözleri kullanmak istemedigimiz zaman bir gerekçe uydurur ve aslinda söylemedigimiz sözlerden daha agir anlama gelen, ‘Simdi bir sey söylemek isterdim, ama aile terbiyem buna müsait degil’ gibi bir laf ederdik. Ben de burada bir insan ve bir Kürt olarak bir seyler söylemek isterdim, ne var ki, ‘Atatürk’ü Koruma Kanunu’ olarak bilinen, 1951’de Demokrat Parti (DP) iktidarinda çikarilan ve halen yürürlükte olan 5816 sayili ‘Atatürk Aleyhine Islenen Suçlar Hakkinda Kanun’ nedeniyle ahval ve seraitin müsait olmadigini düsünüyorum. Yalniz yine de düsündüklerime tercüman olan Halil Berktay’dan bir alintiya yer vermek istiyorum:
‘Evet, Kemalist Devrim ilerletti Türkiye’yi. Bazi kapilari açti – ama baska bazi kapilari kapatti ayni zamanda. Ilerlemeyi moderniteye, ‘muasir medeniyet seviyesi’ne yetismeye indirgedi. Baska bir deyisle, modernizasyon kapisini açti, demokrasi kapisini kapatti. Nesini özleyecek misim? Tek Parti rejimini mi? Takrir-i Sükûn kanununu mu? Istiklâl Mahkemelerini mi? Vicdan özgürlügü diye bir sey birakmayan, Müslümanlari kamusal alanin disina iten otoriter laikligi mi? Türk Tarih Tezini mi? Günes-Dil Teorisini mi? Öztürkçeciligi mi? Dersim ‘Kürt tedibi’ni mi? Jandarma ve tahsildar zulmünü mü? Derece derece ‘halaskâr Gazi’lesmesi, ‘Büyük Kurtarici’lasmasi, ‘Ulu Önder’lesmesini mi?
Baskalari özlüyorsa, bunlari özlüyor korkarim. Bende ise hayir, böyle makro bir Stockholm Sendromu yok maalesef; kesinlikle özlemiyorum, kendisini de, dönemini de. Kemalizme de, neo-Kemalizme de, Kemalistlesmeye de, baska her türlü tek adamciliga da karsiyim. Bütün kisi kültlerine karsi oldugum gibi. (Yasarken ve Okurken, Serbestiyet, 12.11.2017)
Hali Berktay’in saydigi icraat listesine, 24 Eylül 1925 tarihli ‘Sark Islahat Plani Kararnamesi’ni, 14 Haziran 1934 tarih ve 2510 sayili ‘Iskân Kanunu’ nu, 25 Aralik 1935 tarihli ‘Tunceli Kanunu’ nu da ben ilave etmek isterim. Ancak yine de söylemek istediklerimi yeterince aktaramadigimi ifade etmek ve Kürtler disinda bu memlekette Atatürkçülük ile pek de önemli bir meselesi olan yokmus diyerek yazimi bitirmek istiyorum.
—————————————————-
Basnews-20 Kasim 2017
Ümit Firat