Terk, Itiraz, Biat
Albert Hirschman’in 1970 tarihli Exit, Voice and Loyalty: Responses to Decline in Firms, Organizations, and States (Terk, Itiraz ve Biat: Sirketler, Örgütler ve Devletlerin gerilemesine tepkiler) baslikli temel eseri Türkiyelilerin önündeki seçenekleri mükemmel ortaya koyar. Üstelik simdi 24 Haziran sonrasinda degil, bu 200 yildir böyle!
Biat mâlum, ezici çogunlugun ruh ve suur hâli. Rejimin dagittigi ihaleden, sadakadan, tüketim olanaklarindan, itibardan, milliyetçi hamasetten, kin ve intikam ruhundan, kavruk muhafazakârliktan gayet memnun, özgüvenli bir kitle var. Onlarin terk etmek veya itiraz etmek gibi bir dertleri yok. Hayatlarini yasiyorlar, yasayabildikleri kadar.
24 Haziran sonrasinda bu kitleye ayak uydurmaya çalisan sayisi ise azalmiyor, artiyor; haberimiz olsun.
Terk, digerlerinden önce Kürdlerin toprakla ayrilmasi demek; bu muazzam bir siddete gebe. Daha sinirli boyutlarda, dogdugu, büyüdügü, yasadigi, atalarinin gömülü oldugu topragi terk etmeye mecbur kalmis ve bunun yaratacagi travmayi göze almis bireylerin gitmesi demek.
200 yildir göç veren ve bu yüzden sürekli beyin ve beceri kaybeden topraklarin yeni göçlere maruz kalmasi demek. Bu süreç 1 Kasim sonrasinda basladi, ama 15 Temmuz sonrasinda ciddî boyutlara eristi. Kovuldu Türkiyelilerin bir kismi memleketlerinden. 24 Haziran sonrasinda bu süreç yapisal bir hâl almistir.
Gitmek/kalmak ikileminde somutlasan ruh hali kisir bir tartismanin da mevzuu. Esasen tartisma bile yok, giden gitti veya gidiyor, konusmuyor artik. Zira terk karari kitlesel degil kisisel! Yine de, kalinmasi gerektigini savunanlar muhalefet örgütlemek arzusunda olduklarindan magdur insanlara bol keseden umut dagitmaya devam ediyorlar. Umumiyetle tuzlari kuru. ‘Güzel günler görecegiz’ masallarina itibar etmeyip yollara düsenler ise Ege’de veya Meriç’te bogulup gidiyor
Gelelim itiraza. Önce biraz ütopya Itiraz hukukun üstünlügü, siyaset alaninin olabildigince açilmasi ve ufukta, ciliz da olsa, bir isik demek Türkiye’nin modernlik serüveni yeniden ve gerçekten simdi baslayacak demek. Tektip dayatmalarin karsisinda çalisanin, kadinin, çocugun, doganin, hayvanin, farkli cinsel egilimlinin, etnik ve dinî farklilarin esit hakkini arayan kavgalar simdi baslayacak demek.
Cinin siseden çiktigi, insanlarin rejimin biçtigi Selefî marka deli gömlegini giymeyecegi bir Türkiye ve küresel vicdandan kimsenin azade olmadigi bir dünya o kavgalarin sigortalari olacak demek. Iktidarin karsisinda, geçmis dönemlerden farkli olarak mesruiyet kazanmis, itiraz etmesini ögrenmis ve sesi gittikçe gür çikan bir toplum demek.
Var mi böyle seyler Türkiye’de bugün? Tam aksine söz konusu olan bir distopya. Üstelik adi bile tam manasiyla koyulamamis bir distopya. 1947 tarihli Aydinlanmanin Diyalektigi kitaplarinda Adorno ile Horkheimer ‘Aslinda amacimiz, insanligin gerçekten insanî bir duruma ulasmak yerine neden yeni bir tür barbarliga battigini anlamaktan fazlasi degildi’ derler. Türkiye’de, birakin anlamayi, daha üzerimize çöken heyulânin ne oldugu konusunda bile bir ortak tani yok. Oysa barbarligin dibindeyiz
Rejimin ise, icraatindan anlasilacagi üzere kendi adinin ne oldugu konusunda bir tereddüdü yok. 24 Haziran sonrasindaki bir ayda gemi aziya almis durumda. Yeni Fasist Türkiye’yi tepeden tirnaga insa ediyor.
Recep Tayyip Erdogan, en irisinden en tâlisine kadar her konuda tek karar mercii.
Hukukdisilik yeni hukuk normu.
Kuvvetler ayriligi kalmadigi gibi Saray’dan baska bir kuvvet de kalmadi. Buna ragmen Mecliste her sey normalmis, eskisi gibiymis gibi davranan, komisyonlarda faaliyet gösteren, kimsenin dikkate almadigi soru önergeleri kaleme alan çiçegi burnunda vekillerin vatandasla alay eder bir hâli yok mu?
Bütün devlet kurumlari biat ve sadakatle isletiliyor.
Insan, hayvan, tabiat, her canli görülmemis ve cezasiz zulüm ile karsi karsiya.
Ve en vahimi, bütün bu icraat yukarida tarif edilen biatçi devasa kara kalabalik tarafindan sonuna kadar destekleniyor.
Mücadeleye niyet edenlerin, ‘hiçbir yere gitmiyoruz’, ‘burasi bizim memleketimiz’ yollu hamasî lakirdilari telaffuz ettikten sonra hangi yollari izleyebilecekleri ve bu yollarin ne derece etkin olacagi meçhûl.
‘Kalan saglar bizimdir’ dedikten sonra mücadelenin, itirazin nasil cereyan edecegi konusunda kafalar son derece karisik. Ilk refleks, mücadelenin muhalefette lider degisikligiyle olmasi gerektigi Oysa baskanin her çesidine mutlak bir beceri atfeden bu mücadele biçimi, sorumluluk almayan ve lider degistirince her sey hallolacak sanan acizlikten veya tenbellikten baska bir sey degil.
Üstelik mucizevî bir lider de bulunsa önümüzde uzayip giden ve ucu görünmeyen dönem, güçlü, karizmatik liderliklerle dahî bas edilemeyecek bir dönem. Siyaset alani 1946 sonrasinda görülmedigi kadar daralmis ve kararmis durumda. Baksaniza Selahattin Demirtas hâlâ hapiste.
Intikam sehvetiyle sürekli alan daraltan ve gözünü karartmis bir rejim ve kitlesi var artik. Her muhalifin, doga, kent ve toplumun üzerindeki baski artacak, ‘tüket ve kes sesini’ Yeni Türkiye’nin yeni slogani olarak daga tasa kazinacak.
Dolayisiyla siyaset yapmanin ya da sadece konusmaya devam edebilmenin sivil ve yeni yollara ihtiyaci var. Parlamento disi siyaset alaninda rejimin zulmüne karsi çikan, karsi çikmakla kalmayip alternatif çözümler üreten kadin, isçi, çevre, sosyal medya agirlikli itirazlar degerli.
Pasif ya da pasifik yani siddetsiz direnislerle ilerleyen bu itiraz ve direnis biçiminin gücünü küçümsememek lâzim. Eksik olan, itirazlar arasi dayanisma ve esgüdüm, bu saglanmadan sonuç almak zor gözüküyor.
Yerellik ve bölgecilik Kürt Siyasî Hareketi’nin Türkiye’ye ögrettigi bir mücadele biçimi olarak siyasette kalici. Bu da çok degerli ve itirazlarin yeni dönemdeki temel zemini olmaya aday.
Yurtdisindan muhalefet II. Abdülhamid döneminden bu yana oldugu gibi, bir baska mecra. Her ne kadar mekân sorunu olsa da iletisim imkânlari bu mecrayi da anlamli kiliyor. Kürt Siyasî Hareketi’nin onyillardir nasil Avrupa’dan yayin yaptigini hatirlamak kâfi.
Sonsuz iletisim olanaklari, hükümetin en korktugu ama engelleyemedigi sosyal medyayi itirazin en güçlü mecrasi konumuna getiriyor. Bunun önünü almak pek mümkün degil; Çin ve Iran gibi en kontrol altindaki ülkelere bakmak kâfi. Öyle anlasiliyor ki susturulan medyanin yurtdisindan yayini katlanarak artacak.
Bütün bunlar, pek iddiali demokratik muhalefetten önce mütevazi ama daha etkili bir antifasist mukavemete isaret ediyor.
——————————————————
Arti gerçek, 28 Temmuz 2018
Cengiz Aktar