Haber

PSK: Kürt halkiyla baris, onun ulusal demokratik haklarinin teslimiyle mümkündür!

Deklerasyon

Kürt halkiyla baris, onun ulusal demokratik haklarinin teslimiyle mümkündür!

Kürtler Ortadogu’nun kadim halklarindan biridir.

Yaklasik olarak 40 milyon bir nüfusla Türkiye, Iran, Irak ve Suriye devletleri arasinda paylasilmis olan ülkeleri Kürdistan’da yasamaktadirlar.

Bu gün çokça tartisilan Kürt sorunu esasen, Kürdistan’in parçalanmasindan ve Kürt ulusunun sömürgeci boyunduruk altinda, temel hak ve özgürlüklerinden mahrum birakilarak kendi kendisini yönetmesinin engellenmesinden kaynaklanmaktadir.

Kürdistan, ilk önce dönemin büyük devletleri olan Osmanli ve Safevi (Iran) Devletleri arasinda, 17 Mayis 1639 yilinda imzalanan Kasr-i Sirin antlasmasiyla ikiye bölünmüs, daha sonra, Birinci Dünya Savasi sonucunda, çöken Osmanli Devletinin egemenligi altinda kalan topraklarinin bir kismi yeni kurulan Türkiye-Irak ve Suriye devletlerine birakilmistir.

Osmanli devletinin sinirlari içinde kalan Kürdistan’da devletin son 200 yil içinde izledigi merkezilesme politikasina paralel olarak, yerel özerk Kürt beyliklerinin asama asama kaldirilmasi Kürt isyanlarinin da kesintisiz olarak bir birini izlemesine neden olmustur.

Osmanli devleti 1.Dünya savasi sonrasinda çökerken arta kalan topraklarda Türkiye Cumhuriyeti kurulmustur.

Kürdistan sorunu Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulus sürecinde ‘Kurtulus Savasi’nda kurulan ittifakin geregi olarak ‘özerklik’ tarzinda çözüme kavusturulacagi vaat edilmis, Lozan antlasmasiyla kendisini garanti altina alan Kemalist kadro tarafindan bu vaatlere sirt çevrilerek ret inkar ve imha politikalarina yönelmis böylece günümüze dek devam eden kanli bir süreç baslamistir.

Kürt halkinin ulus olmaktan kaynaklanan haklarini gasp eden Kemalist rejim, izledigi akil almaz baski politikalariyla Kürdistan’i cehenneme çevirmis. Osmanli Devleti’nin son yillarinda Ittihat Ve Terakki Partisi’nin yürürlüge koydugu ve soykirimlar esliginde sürdürdügü Türklestirme politikasini devam ettirerek, Kürdistan’i Kürtsüzlestirmeye, çok ülkeli, çok uluslu, çok kültürlü cografyada zorla tek ulus yaratma çabasina girismistir.

Agir baski ve asimilasyon politikalarina Kürt halki boyun egmemis. Direnmistir.

Bir birini izleyen baskaldirilar günümüze dek sürmüstür.

Bu gün de Kürt/Kürdistan sorunu Türkiye’nin en önemli sorunu olmayi sürdürüyor.

12 Eylül 1980 askeri darbesi Türkiye’de militarist fasist bir rejim insa ederken, görece kimi demokratik kanallari da tikadi. Toplumda, özellikle Kürdistan’da estirilen devlet terörü, bir bütün olarak illegaliteye ittigi Kürt hareketini siddete de yöneltti.

1980 öncesinde illegalitede örgütlenmekle birlikte barisçil ve kitlesel bir sekilde gelisen Kürt hareketinin tirpanlanmasi, toplumun siddet temelinde kutuplasmasina ve Kürtlerin önemli bir kesiminin PKK’ye yönelmesine neden oldu.

PKK, ayrintili bir degerlendirme ile ortaya çikacak getirileri, götürüleri ve nedenleri bir yana, günümüze dek sürdürdügü silahli mücadele ile kuzey Kürdistan’da etkili bir güce ulasmis, Devlet de PKK’nin silahli mücadelesini gerekçe yaparak demokratiklesmeyi ötelemis, statükoyu, askeri vesayeti tahkim etmis, toplumda irkçiligi, sovenizmi derinlestirmistir.

Devlet, binlerce köyün yakilip yikilmasi ve halkin sürülmesi, faili meçhul cinayetlerle Kürdistan’in Kürtsüzlestirilmesi politikasini sürdürmüs, Yürüttügü bu kirli savas nedeniyle olusacak iç ve dis-uluslararasi baskilarin hafifletilmesi için PKK’nin silahli mücadelesini ‘terör’ olarak nitelemis ve ‘mesru’ zemin olarak kullanmistir.

Devlet terörü PKK’yi büyütmüs, PKK’nin silahli mücadelesi ise devletin militarist çarkini güçlendirmistir.

Ancak, geçmisin iç ve dis dengeleri üzerinde sekillenen bu politikalar artik sürdürülemez olmustur.

Bu gün artik iki kutuplu dünya yok.

SSCB ve sosyalist sistemin çökmesinin ardindan baslayan degisim rüzgarlari, orta Avrupa’dan sonra Afrika ve Ortadogu’da firtinalara dönüsmekte, statüko çökmektedir.

Türkiye’nin Avrupa birligi ile baslattigi süreç AK Parti iktidari ile hizli bir reform sürecine dönüsürken, Irak’ta Saddam rejimi çökmüs, Suriye iç savasa sürüklenmis, Iran ise uluslararasi tecridin yani sira degisim firtinasinin semalarinda patlamasini bekler olmustur.

Gelinen asamada Türk devletinin ret inkar ve asimilasyon politikalarinin sonuç vermeyecegi, Kürt halkinin özgürlük taleplerini bastirmanin, bu cografyada zorla tek ulus yaratma projesinin gerçeklestirilmesinin mümkün olmayacagi anlasilmis ve Türkiye politikalarini esnetmek zorunda kalmistir.

Bu degisikligin en önemli nedeni Kuzey Kürdistan’da yürütülen direnisin yani sira, Güney Kürdistan federe bölgesi gerçekligi olmustur.

Kürtler Güney Kürdistan’da kendi öz yönetimlerini olusturmus, Kerkük gibi Kürdistan’in geri kalan bölgesi ile ilgili sorunlar devam etmekle birlikte, ülkemizin bu parçasinda hemen her alanda gurur verici yeniden insa süreci baslamistir. Kürdistan bayragi ülkenin her yaninda özgürce dalgalanmakta, parlamentosu, pêsmerge gücü, diplomasisi, ekonomik gelisimi ile egitim ve kültür alanindaki atilimlariyla bir cazibe merkezi olarak tüm dünyanin ilgisini hak eder noktaya gelmistir.

Gerek küresellesme süreci ve gelisen teknolojinin yarattigi olanaklar, Ortadogu’da esen degisim rüzgarlarinin emredici gücü, gerekse Kürt halkinin bu güne dek yürüttügü mücadele, statükoyu sürdürmenin, eski, ret, inkar ve imha politikasinin sürdürülebilmesini olanaksizlastirmis, Türkiye bunu kavramak zorunda kalmistir.

Nitekim AK Parti iktidari, 2005 yilinda Basbakan Recep Tayip Erdogan’in agzindan Kürt sorununu tanidigini ifade etmis, yeni bir sürecin basladiginin isaretlerini vermistir.

Basbakan Erdogan, Agustos 2005 tarihinde Diyarbakir’da, Kürt sorununun demokrasiden geri adim atilmadan çözülecegini ifade diyor ve ‘Kürt sorunu bu milletin bir parçasinin degil, hepsinin sorunudur. Benim de sorunumdur’ diyordu.

Bu konusmanin ardindan Kürt sorunu hemen her boyutuyla tartisilir oldu.

Bir devlet kanali (TRT 6) 24 saat Kürtçe yayin yapmaya basladi.

Bunu 29 Temmuz 2009 tarihinde Içisleri Bakani Besir Atalay’in açikladigi ‘Kürt açilimi’ izledi.

Kimi üniversitelerde Kürtçe bölümler açildi.

Devletin geleneksel inkar politikasi asindi, Kürt meselesi tartisilir oldu, farkli farkli çözüm önerileri konusulmaya baslandi.

Türkiye’de iktidar kutuplasmasinin sertlesmesi dönemi…

90’li yillarda Türk ekonomisi ve siyasetinin içine girdigi bunalim ve çürüme, degisim ve yenilik arayislarini gün yüzüne çikardi.

Halk, yapilan seçimlerde statükocu tüm eski partileri sandiga gömdü, neredeyse sildi.

2002 seçimlerinde ilk kez seçmen önüne çikan AK Parti’nin yüzde 35’e yakin bir oy alarak iktidara gelmesi statükocu militarist kesimi harekete geçirdi.

Iktidari paylasmaya yanasmayan statükocu Militarist ‘Kemalist kesim ile, AK Parti arasinda baslayan mücadele bir dizi ‘darbe’ tehdidi ile devam etse de sonuçta disarida ABD-AB ve içeride degisim özlemi içinde olan halk destegini alan AK Parti iktidarinin basarisiyla sonuçlandi.

Bu arada, Öcalan 1999 yilinda yakalanarak Imrali adasina konmustur. Ateskes yürürlüktedir ancak Kürt sorununun çözümünde hiçbir ilerleme saglanmamistir.

Bu dönemde Türkiye’de henüz militarist-Kemalist kesim gücünü koruyor Imrali ile iliskileri ise askerler sagliyordu.

Militarist kesimin AK Parti iktidarini devirme planlarini yaptigi 2004 ve sonrasinda ise PKK yeniden çatisma sürecini baslatiyordu…

Statükocu militarist kesimlerle AK Parti iktidari arasinda bas gösteren iktidar kapismasi tirmaniyordu..

Derin devlet olarak adlandirilan, statükocu militarist Kemalist kesimin hazirladigi ‘Kaos plani’ çerçevesinde arttirilan siddet eylemleri, saibeli karakol baskinlari, artan sokak eylemleri, PKK basini tarafindan ‘AKP fasizmi’ni, ‘soykirimci AKP’ yi devirme çabasi olarak açiklaniyor, hükümetin açilim politikalari kapsaminda attigi her olumlu adimi bosa çikaran, sert söylemler gelistiriliyordu.

Bu durum devam ederken hükümetin baslattigi ve giderek derinlestirdigi, Ergenekon ve JITEM-davalari, darbe planlarinin desifre edilmesi ve sorumlularinin tek tek tutuklanmasi, nihayetinde eski genel kurmay baskanlari dahil çok sayida generalin tutuklanmasi ile yeni bir süreç basliyor, yapilan yasal – anayasal düzenlemeler ve 12 eylül referandumu ile statükocularin temel dayanagi olan adli ve askeri vesayet geriletiliyordu…

Imrali Cezaevinin yönetimi de artik askerin degil, sivil idarenin, yani hükümetin denetimine geçiyordu.

Oslo Süreci ve ‘alan hakimiyeti’ stratejisi;

Türkiye Cumhuriyeti Haziran 2011 seçimlerini geride birakiyor AK Parti yüzde 50 oyla birinci parti oluyor, ancak seçimde CHP Ergenekon tutuklularindan, BDP ise Hatip Dicle’nin de içinde bulundugu kimi KCK tutuklularini aday gösterilmesi yeni bir kriz olarak siyaseti kilitliyordu.

CHP ve BDP seçilen tutuklu vekiller saliverilinceye kadar ‘yemin’ etmeyerek parlamentoyu kilitleyeceklerini ifade ediyor ortam yeniden geriliyordu.

Ancak kisa bir süre sonra CHP geri adim atiyor, bunu 6 Temmuz 2011 de avukatlariyla görüsen Öcalan’in talimatlarina uyan BDP izliyordu.

Öcalan yaptigi açiklamada, bir dizi görüsmenin yapildigini, heyetlerle yapilan görüsmelerde pek çok konuda mutabakata varildigini aktariyor ‘konusma, tartisma asamasini’ bitirmis olduklarini artik ‘pratik adimlarin atilmasi’ asamasinda olduklarini belirtiyor ve 15 Temmuz’u isaret ediyordu ‘ 15 Temmuz’a kadar benimle tekrar görüsmeye gelecekler. Bu görüsmede pratik adimlari hayata geçiremeyeceklerini beyan ederlerse ondan sonrasi devrimci halk savasi devreye girer. Fakat 15 Temmuz’a kadar benimle görüsüp ‘biz bu pratik asamaya geçecegiz, pratik adimlari atacagiz, demokratik çözüm gelisecek’ derlerse o zaman ben de elimden geleni yapar, rolümü oynarim.” diyordu.

Öcalan 6 Temmuz’da yapilan bir sonraki görüsmesinde heyetle yapilacak görüsmenin erken gerçeklestigini aktariyor ‘ artik benim için 15 Temmuz’un bir hükmü ve bir anlami kalmamistir.’ diyor; heyetle yapilan görüsmelerde ‘baris Konseyi’nin , ‘Anayasa Konseyi’nin kurulmasi gibi pek çok konuda anlasmaya varildigini ifade ediyordu.

Daha sonra saibeli bir sekilde basina servis edilen bilgilerden anlasildigi kadariyla sadece MIT yetkilileri ile Öcalan arasinda degil, Kandil ve Avrupa’da PKK ileri gelenleri ile de çesitli defalar görüsmeler yapilmis nihayetinde protokoller hazirlanmisti.

Ancak 14 Temmuz 2011 tarihinde PKK Silvan saldirisini gerçeklestiriyor ve ayni anda Demokratik Toplum Kongresi’nde ‘demokratik özerklik’ ilan ediliyor, KCK yürütme kurulu üyesi Duran Kalkan’in ifadesiyle ‘devrimci halk savasi’ denilen yeni bir süreç baslatiliyordu. Kürt sorununun savasla çözümünün esas alindigi ‘ alan hakimiyeti’ stratejisiyle yeniden çatismalarin baslatildigi ilan ediliyordu.

Öcalan ise ‘Her iki tarafin beni taseron olarak kullanmasina son veriyorum. Bugün itibariyle buna son veriyorum. Benim yapacaklarim bitti. Bundan sonra benim rolümü sürdürmem için saglik, güvenlik ve özgür hareket alaninin saglanmasi gerekiyor.’ diyerek tepkisini ifade ediyordu.

Anlasilan ‘baris’ görüsmeleri yapan Öcalan’in 13 askerin öldürüldügü Silvan olayiyla baypas edilmis, siddet yeniden tirmanmisti…

Ayni dönemde Suriye’de tirmanan iç savas, Iran, Suriye ve Irak’ta Maliki yönetiminin AK Parti iktidarinin izledigi dis politikasinin geriletilmesine yönelik çabalari da gün isigina çikmisti.

Bir yandan Türkiye, Suudi Arabistan, Katar, Ürdün ABD ve müttefikleri, NATO ve Avrupa ülkelerinin olusturdugu eksen, öte yandan Iran, Suriye, Lübnan Hizbullah’i ve kismen Maliki hükümeti Çin, Rusya ve Venezüella gibi ülkelerin olusturdugu eksen Suriye’de kiran kirana çatismaktadir.

Suriye’de baslayan iç savasin su yüzüne çikardigi bu kutuplasma ile PKK’nin bölge devletleriyle olan iliskileri tekrar savas pozisyonuna geçmesinin nedenlerinden biri olmustur.

Içeride statükocu militarist kesim, disarida ise Iran, Irak’ta Maliki yönetimi ve Suriye’de Esat Rejimi AK Partiyi geriletme çabasi içindeyken, PKK’nin Öcalan’a ragmen siddeti tirmandirmasinin nedenleri KCK Yürütme konseyi üyesi Duran Kalkan tarafindan su sekilde ifade edilmistir; ‘Kuskusuz içinde bulundugumuz süreç bir çözüm sürecidir. Fakat geçmiste oldugu gibi siyasi çözüm süreci degil, askeri çözüm sürecidir. Biz iki yil önce stratejik degisiklik yaptik. Artik mevcut AKP yönetimi devam ettikçe Kürt sorununun siyasi çözümünün gerçeklesemeyecegi kanaatine vardik. Dolayisiyla da AKP’yi siyasi yenilgiye ugratacak aktif bir mücadele konumuna geçtik, strateji degistirdik.’

Bu döneme, yogun askeri operasyonlar, gerilla ve asker cenazeleri, tutuklamalar, bombali saldirilar, linç girisimleri, artan irkçi, soven saldirilar, basin önünde BDP milletvekillerinin gerillalarla kucaklasmasi üzerine koparilan firtina, BDP’nin kapatilabilecegine yönelik tehditler ve Idam cezasinin yeniden tartismaya baslanmasi gibi iç karartan gelismelere ceza evlerindeki tutuklularin baslattigi açlik grevlerinin yarattigi gerilim ekleniyordu…

Fakat, Öcalan’in tecrit kosullarinin düzeltilmesi, ana dilde savunma ve egitim gibi taleplerle 68 gün devam eden ve ölüm orucuna dönüstürülen eylemler uzun zamandir görüsme yapmayan Öcalan’in kardesi ile görüsüp ‘eylemi bitirin’ sözleri ile sonlandirildi.

Son süreç; silahlarin tekrar susmasi ve giderek birakilmasi dönemi…

Cezaevlerinde ölüm orucuna dönüsen açlik grevlerinin sonlandirilmasi ile birlikte MIT baskani Hakan Fidan baskanliginda bir heyet ile Öcalan arasinda ‘Imrali süreci’, ‘baris süreci’, ‘çözüm süreci’ gibi adlandirmalarla yürütülen yeni bir süreç baslatildi.

Bu süreci Basbakan Erdogan ‘Amacimiz PKK’ye silah biraktirmak…’ sözleriyle açikladi, sonra da adina ‘çözüm süreci’ dedi..

CHP ve MHP gibi muhalefet partilerinin sert çikislarina ragmen kamuoyu iddia edilenin aksine, büyük bir ekseriyetle sorunun çözümüne yönelik olarak hükümetin MIT kanaliyla yürüttügü ‘diyalog’ çabasini olumlu karsiladi.

PSK olarak, biz de, geçmiste oldugu gibi bugün de Kürt sorununun silahli çözümü olmadigini söyledik. PKK’nin silahli mücadeleye son vermesini, silahlari tümden birakmasini savunduk.

Elbette her türlü zulme, sömürü ve haksizliga karsi mücadele etmek en temel haklardan birisidir. Ama mücadelenin her halükarda silaha indirgenmesini dogru bulmuyoruz.

Kimi ‘hink’ deyicinin PKK’nin silahli gücünü, Kürt halki açisindan bir sigorta olarak göstermesini de anlamsiz buluyoruz.

Zira PKK nin silahli gücü; 4000 köyün yakilip yikilmasini, islenen binlerce faili meçhul cinayeti, Kürdistan cografyasinin yangin yerine çevrilmesini, yüz binlerce Kürdistanlinin metropollere sürülmesini, yaklasik 40 bin PKK militaninin yasamini yitirmesini, binlerce KCK’linin tutuklanmasini, hata Öcalan’in bile yakalanip Imrali cezaevine konmasini engelleyemedi.

PKK’nin yürüttügü silahli mücadele miyadini doldurmustur. Silahli mücadele, hem uluslararasi kosullarla, hem ülke gerçekleriyle, hem de PKK’nin önüne koydugu son programatik hedeflerle uyusmuyor. Zira silahli mücadele Türkiye’de statükocu militarist kesimin elini güçlendiren, Kürt sorununun barisçil demokratik kanallarini tikayan, sorunun tartisilmasini ve çözüm zemininin yaratilmasini dinamitleyen, Kürt siyaseti üzerindeki silahli vesayetin sürmesine neden olan, demokratiklesmeyi engelleyen bir role dönüsmüstür. Bu durum Kürd sorununun barisçil ve diyalog yoluyla çözümünü de geciktiriyor, bölgedeki statüyü koruyan gerici ittifaklarin isine yariyor.

Bu nedenle PKK’nin ateskes ilan edip güçlerini sinirlarin disina çikartmasi olumludur ve bu yöndeki çabalari destekliyoruz.

Öcalan- MIT Diyalogu;

Imrali’da yapilan MIT- Öcalan görüsmelerine, baslangiçta Ahmet Türk, Pervin Buldan ve Altan Tan sonra Sirri Süreyya Önder ve BDP es genel baskani Selahattin Demirtas’tan olusan BDP’den bir heyetin de eklenmesi ve disariya ulasan haberler yeni bir sürecin olgunlastirildigini gösterdi.

Öcalan 2013 Newroz’unda kamuoyuna okunan mesajinda, diger açiklamalari bir yana, ‘Bugün artik yeni bir Türkiye’ye, yeni bir Ortadogu’ya ve yeni bir gelecege uyaniyoruz’, ‘Artik silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konussun’ noktasina geldik. ‘Ben, bu çagrima kulak veren milyonlarin sahitliginde diyorum ki; artik yeni bir dönem basliyor, silah degil, siyaset öne çikiyor. Artik silahli unsurlarimizin sinir ötesine çekilmesi asamasina gelinmistir.’ diyordu.

Öcalan’in mektubunda yer alan ve elestiriyi hak eden diger görüsleri üzerinde simdilik durmaya gerek yok, zira esas olan silahlarin susturulmasi ve silahli unsurlarin sinir ötesine çekilmesi yönündeki açiklamasidir.

Beklendigi gibi PKK kisa bir sürede Öcalan’in görüslerine uyacagini ve silahlari susturup güçlerini sinir disina çekecegini açikladi.

Ve kisa bir sürede PKK güçleri çekilmeye basladilar.

Bilindigi gibi Öcalan yakalandiginda da benzer bir süreç yasanmis PKK güçlerini Güney Kürdistan’a çekmisti. Ancak, O zaman Devleti yönetenler silahlarin tümden birakilmasi için atilmasi gerekli herhangi bir adim atmamisti. Nihayetinde PKK yillar sonra tekrar savas pozisyonuna geçmisti.

Hükümet Öcalan ile gelistirilen bu süreçte amaçlarinin ‘PKK ye silahlari tümden biraktirmak’ oldugunu vurguluyor. Gerçekten samimi bir gayret gösterilmesi halinde bunun mümkün oldugunu, iç ve dis kosullarin müsait oldugunu söyleyebiliriz.

PKK ise bu süreci her zamanki gibi allayip pulluyor ve özellikle, Öcalan’in baslattigina vurgu yaparak Kürd sorununu çözecek bir ‘müzakere süreci olarak propoganda ediyor.

Ortada MIT ile Öcalan arasinda bir müzakere oldugu açik ancak bu müzakere Kürt sorununun çözümüne yönelik degil, PKK nin silahli mücadelesinin sonlandirilmasina yönelik bir müzakeredir.

Zira basbakan TRT 6 ve benzeri birkaç adimin ardindan artik ‘Kürt sorunu yoktur, benim kürt vatandaslarimin sorunu vardir’ diyerek kolektif haklari düsünmedigini ortaya koymustu.

Erdogan da devletin geleneksel politikasina dönüyor ve kürt sorununu PKK ile özdeslestiriyor ve çözümü PKK nin silahsizlandirilmasi ve bireysel haklarla sinirliyor.

Öncelikli olarak Türk devletinin PKK ile diyalog yolunu seçmesi, Öcalan’i muhatap alarak görüsmesi, diyalogla sorunun çözümüne yönelmesi olumludur.

Kuskusuz silah kullanan PKK’dir ve silahlarin susturulmasi ve tümden biraktirilmasinin muhatabi da PKK’dir.

Bu sürecin PKK’nin silah birakmasi ile sonuçlanmasi, legal demokratik kanallarinin açilmasi Kürt siyasetinin normallesmesine de imkan yaratacaktir.

Bu konuda öncelikli olarak hükümet cesur olmali. Devletin geleneksel politikalarini ve söylemini bir kenara birakmali ve silahlarin birakilmasini tesvik eden adimlari hizla atmalidir.

PKK ve Öcalan’la yürütülen görüsmeler artik, kapali kapilar ardinda ve MIT eliyle yürütülmemeli, süreç seffaf hale getirilmeli ve direkt siyasi bir muhatap tarafindan sürdürülmelidir.

Hükümet ve PKK bu süreci ‘çözüm’ süreci olarak adlandirmaktadir…

Oysa Kürt sorununun çözümü esitlik esas alinmadan, Kürt halkinin temel haklari teslim edilmeden çözüme kavusturulamayacagi gibi Kürt halkinin ulus olmaktan kaynakli kolektif haklarini savunmayanlar ile varilacak bir uzlasma da hiçbir seyi çözmeyecektir.

Bu nedenle Kürt sorunun çözümünde tek basina bir kisi veya örgüt degil Kürt halkinin kendisi ve somutta tüm örgüt ve çevreleri muhataptir.

Bu kapsamda PSK kürt sorunun çözümünde bir taraftir ve muhataptir.

Gerçek baris, Kürt halki ile devletin barismasi…

Kürt sorunundan kaynakli olarak meydana gelen isyan-baskaldiri, düsük yogunluklu savas hali Türkiye cumhuriyetinin kurulusundan bu yana vardir. Sürekli olarak devam edegelmistir.

Bu durumun nedeni Kürdistan’in sömürge kosullarinda tutulmasi ve Kürt halkinin hak ve özgürlüklerinin gasp edilmesidir.

PKK eliyle yürütülen silahli mücadelenin sonlandiriliyor olmasi Kürt halkinin ulus-ülke gerçekligine dayali haklarinin teslim edilmesi demek degildir.

Kürt sorunu PKK’den önce de vardi, sonra da olacaktir.

Sorunu PKK’nin silahli mücadelesine indirgemek ve PKK ile barisarak ‘çözüm’ edebiyati yapmak kendi kendini kandirmaktir.

PKK’nin silahli mücadelesinin sonlanmasi olumludur, ancak silahlarin tümden devre disi kalmasi Kürt sorununun çözümü degil, kendisi de çözüm önünde engel olan bir basamagin geçilmesidir.

Bu yüzden süreci ‘baris süreci’ olarak adlandirmak gerçekleri yansitmamaktadir. Bu anlamda yapilacak ”baris” Kürt halkiyla yapilan baris degildir.

Bize göre Kürt halki ile baris ancak onun ulusal ve demokratik haklarinin teslim edilmesiyle mümkün olacaktir.

PSK olarak, Kürt halkinin ulusal demokratik haklarini; halkimizin kendi kaderini özgürce tayin etmesi ve Kürt halkinin kendi kendisini yönetmesi olarak özetliyoruz.

Kürt halkinin, Türkiye halklariyla demokratik bir birligi seçmeye karar vermesi halinde birlik esit haklara sahip federasyon biçiminde olmalidir.

Bunun için;

-Kürdistan ayri bir cumhuriyet halinde örgütlenmeli, temel ve uygulama yasalari olmalidir;

-Kürdistan’da bir parlamento olmali, üyeleri, barajsiz, demokratik ve nispi seçim sistemi ile seçilerek gelmeli ve kendi yetki alani ile ilgili yasama faaliyetini yürütmeli,

-Hükümeti ve her alanda idari birimleri olmali ve bunlar açik seffaf ve denetlenebilir idari hizmetleri yerine getirmeli,

-yargi organlari olmali ve yargisal faaliyet bu organlar eliyle yürütülmeli,

-Kürdistan’da yasayan tüm etnik ve dini grup ve halklarin tüm haklari güvenceye alinmali,

-Her bakimdan Türkiye ile esit haklara sahip bulunmalidir.

Bu bakimdan, Türkiye bugün yeniden yapilanmanin esigindedir. Kitlelerin degisim ve çözüm yönündeki talepleri güçlüdür.

Ilk kez sivil bir anayasa yapilmasi için kosullar olusmus, statükocu militarist kesim geriletilmis, askeri vesayet kirilmistir.

Bu süreç Türkiye’de yukarida izah ettigimiz biçimde Kürt sorununun kalici bir sekilde çözüme kavusturulmasi için de imkanlar sunmaktadir.

Türkiye’yi yönetenlerin cesur davranmasi halinde yeni anayasa Kürt sorununun çözümünü kapsayacak bir tarzda yapilabilir.

Bunun için;

-Anayasa, Türkiye’nin çok uluslu, çok kültürlü ve çok dilli gerçegine uygun Kürt halkinin varligi ve kimligini taniyan,

-Türkiye ve Kürdistan’da yasayan Asuri-Süryani, Ermeni, Laz, Gürcü, Alevi, Hristiyan, Musevi, Arap, Çerkez, Türkmen, Mihallemi, Ezidi, Romanlar gibi halklar ve kültürler ile Islami grup ve cemaatlerin, özce tüm etnik ve dini kesimlerin dil, kültür, egitim ve ibadet gibi tüm haklarini güvenceye alan,

-Kürtçe’yi ikinci resmi dil olarak kabul eden,

-Ve ademi merkeziyetçi, yukarida açikladigimiz Federal yapilanmayi hedefleyen bir anlayisla yapilacak bir anayasa kalici barisa götürebilir.

17 Haziran 2013

PSK-Kürdistan Sosyalist Partisi

Dengê Kurdistan

Back to top button