|
Tolerans-Hoşgörü
|
2013-09-22 20:59
|
Hüseyin Kızılocak
|
|
Bir toplumun, birlikte, ahenk içinde yaşayabilmesi için, o toplumda kişiler arasında ve toplumu oluşturan gruplar arasında tolerans-hoşgörü olması lazım, bu olmazsa, kişilerin ve grupların bir arada yaşama şansı ya olmaz, ya da günün birinde patlak verir.
Elbette birlikte yaşamanın diğer bir şeklide birlikte yaşamaya zorlamaktır ama o da günün birinde yine patlar ve dağılır.
Bir toplumda, kişiler arasında anlayış, tolerans varsa, biri diğerini zorla değiştirmeye çalışmadan, diğerinin varlığını kabulleniyorsa, onun varlığına ve hakkı, hukukuna saygı gösteriyorsa, o zaman, o bireyler, bir harmoni içinde, birlikte veya yan yana yaşayabilir. Bu olmazsa günün birinde bu önce anlaşmazlıklara, sonra da kavga ve döğüşe döner ve bireyler birbirlerinden nefret eder, birbirlerini yok etmeye çalışırlar.
Elbette her birey farklıdır ve farklı düşünür. Düşündüklerini ve yaptıklarını doğru bildiği için, bunları diğer bireylere anlatmaya, kabul ettirmeye çalışır. Yada, diğer bireylerin düşündüklerini ve yaptıklarını doğru bulmadığı için, onları eleştirebilir ve değiştirmeye çalışır. Bunu zorla değil ama konuşarak, medeni bir halde tartışarak yapmaya çalışırsa, diğerini ikna etme şansı vardır ama bunu zorla yapmaya kalkarsa, sonu yine kavga gürültü olur ve sonuçta yapıcı olacağına, yıkıcı olur.
Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır, sözü her şeyi açıklıyor. Yılanı bile deliğinden çıkaran tatlı dil, bireylerin birbirlerini etkilemesinin, değiştirmesinin en iyi yöntemidir.
Bireyler arasındaki hoşgörü, toplumdaki hoşgörüye yansır ve bu hoşgörü gruplar arasındaki hoşgörüye ve giderek, aileler, komşular, din ve mezhepler, politik partiler ve giderek uluslar ve devletler arasındaki hoşgörüye yansır ve dünya barış içinde yaşanılacak bir hale döner.
Elbette hoşgörü demekle, Mevlana’nın tekkesi gibi, ne olursan ol, gel, demek yada, İsa’nın dediği gibi; Biri bir yanağına bir tokat attığında, öbür yanağını uzat, demek istemiyorum.
Hoşgörü, karşılıklı olmalı ve karşılıklı olarak, çıkar ve hakları gözeterek olmalıdır.
Bir an, herkesin birbirinin hak ve hukukuna saygılı, kendini düşündüğü kadar, diğerlerini de düşünen bireyler, topluluklar, gruplar, uluslar ve hatta devletlerden oluşan bir dünyada yaşadığımızı düşünelim! Böylesine bir dünyada yaşamak ne kadar güzel olurdu.
Bunu okuyanlar, oturmuş hayal kuruyorsun, böyle bir dünya olur mu? Olsa bile, herhalde yüzlerce nesil sonra olur, dediklerini duyar gibiyim.
Hayır, hayal kurmuyorum ama bir gerçeği görmeye çalışıyorum.
Niye bazı ülkelerde, iki veya üç ulus barış içinde, birbirlerinin haklarına saygı göstererek, birlikte yaşıyor da, bizde niye olmuyor, diye düşünüyorum!
Niye, dünyanın bir kesiminde, farklı dinler birbirlerinden nefret etmeden, birlikte yaşayabiliyorlar da, bizde niye olmuyor, diye düşünüyorum!
Niye, bazı yerler de sorunlar demokrasi ve seçimle, insanlar tercihlerini yapabiliyorlar da, niye bizde, Suriye ve benzeri yerlerde, insanlar birbirlerini boğazlıyor, diye düşünüyorum!
Niye, dünyanın diğer yerlerinde ulusal kurtuluş için birlikler oluşturuluyor da, bizde niye olmuyor, diye düşünüyorum! Hadi bazıları güdümlü diyelim, peki güdümlülerin dışındakiler niye bir araya gelmiyor!
Niye, dünyanın başka yerlerinde, derneklerde, partilerde demokratik tartışma ve seçimden sonra, herkes seçim sonucunu kabul eder ve kaldığı yerden çalışmaya devam ederken, niye bizde seçimden sonrada, insanlar birbirlerinin, altını oymaya devam ediyor, diye düşünüyorum!
Niye, dünyanın başka yerlerinde aşiret kavgaları veya aile içi sorunlar kan gölüne dönmüyor da, bizde yumruklar bile değil ama kurşunlar konuşuyor, diye düşünüyorum!
Niye, dünyanın başka yerlerinde insanlar konuşarak, dillerini kullanarak, sorunlarını çözüyorlar da, bizde insanlar, konuşma yerine, sopa ve kavga ile sorunlarını çözmeye çalışıyorlar, diye düşünüyorum!
Hayır, hayal kurmuyorum ama yıllar sonra, geldiğim memlekette kin ve nefretten başka bir şey göremedim.
Bunun nedeninin, toplumda olmayan tolerans ve hoşgörü olduğunu, düşündüm ve bunun olması için hayal kurmak yerine, herkesin kendisinden başlayarak, etrafındakilere karşı adaletli ve hoşgörü göstererek başlayabileceğini, düşündüm.
Bunun için yüz yıllar geçmesi gerekmiyor. Herkes bu işe kendinden başlarsa, bu suda dalga gibi hızla yayılabilir!
Bizim Kürtler, Avrupa’da pizzacılığı İtalyalılardan aldılar ve artık Avrupa’da pizza deyince, Kürtler akla geliyor. İşte, o Kürtlerden biri, Avrupa’da ölüyor ve gökyüzüne yükseldiğinde, İsa’nın kapısını çalıyor. İsa’nın yardımcısı kapıyı açınca, bizim Kürt İsa ile görüşmek istediğini, söylüyor. Yardımcısı bunu gidip İsa’ya anlatınca, İsa, yardımcısına;
Acayip bir şey, biz onun Avrupa’da Müslümanlık yapmasını hoş gördük, İtalyanlardan pizzayı almalarını da hoş gördük, hadi burada da pizzasını satsın, bir diyeceğim yok ama ben pizza da ısmarlamadım, peki Kürt benimle niye görüşmek istiyor ki, diyor.
|
|
|
|