2024-10-14
Skip Navigation Links
Destpêk/Anasayfa
Pêwendî/İlişki
Lînk
Skip Navigation Links
Video
Album
Arşîv
Murat Belge
 
Açlık grevi
2012-10-31 22:00
Murat Belge
Bu yazıyı yazdığım gün pazartesi, yani Cumhuriyet’in kuruluşunun 89. yıldönümü. Gazetelerde, yıllardır görmeye alışık olduklarımızdan farklı olmayan “Cumhuriyet Bayramı klişeleri”! Aynı zamanda, gene gazete haberine göre 40 ilin hapisanelerinde 680 kişinin katıldığı açlık grevi, 48. gününe girmiş.

89. yıldönümünde bazı yurttaşlarının birtakım nedenlerle ölüm orucuna yattığı bir Cumhuriyet... “Something is rotten in the state of Denmark.”

“Açlık grevi” benim her zaman tedirgin ikircikli olduğum bir “eylem” biçimidir. Bunu dünya çapında etkili bir siyasî eylem hâline getiren Gandhi’nin kariyerini izlemeye “tevellüdüm müsait” değildi. Nâzım Hikmet için de öyle. Altı yedi yaşımda, Nâzım’dan haberim bile yoktu. İrlanda’yı izleyebilecek ve fikir edinebilecek yaştayım. Derken eylem Türkiye’nin belki gene bir “dünya rekoru” sahibi olmasına yol açacak derecede sık başvurulan davranışı hâline geldi özellikle 1980 darbesinden sonra.

Bir “köşe yazarı” olarak, şimdi sürmekte olan açlık grevi hakkında ne söyleyebilirim. “Köşe yazarı” olarak ya da olmayarak, “insan hayatı” kadar değer verdiğim bir şey yok. Dolayısıyla, bu son olay için de benim içimden doğal olarak fışkıran tavır, bunun durması, insanların ölmemesi ve aynı zamanda insanların sakat kalmaması. Ama bunun “insanî müdahale” falan gibi uyduruk adlar takılmış bir “operasyon”la sağlanması değil, söylemek istediğim.

Açlık grevinin hedefleri sayılıyor; tecrit, anadil vb. Ben zaten bunların “haklı” haklar olduğuna inananlardan biriyim. Çoktan beridir bunların gerçekleşmiş olması gerektiğini savunuyorum. 89. yıldönümünü kutladığımız Cumhuriyet, demokratik, katılımcı, çok-dilli, çok-dinli, bir “Cumhuriyet” olsa, bunu bir köşesinde kutlayan gazetenin öbür köşesinde “açlık grevi” haberi bulunmazdı.

Yani bunların 10 yıl, 15 yıl önce değil, 29 Ekim 1923’te tanınmış haklar olması gerektiğini savunuyorum.

Bunları konuşmaya başlayınca, hemen, “açlık grevi karşısında insanî tepki” gibi görece soyut bir alandan, “siyasî bir eylem biçimi olarak ‘açlık grevi’” gibi çok daha somut bir alana geçiyoruz.

Beni bu eylem biçimi karşısında “tedirgin ve ikircikli” hâle getiren de, bu eylem biçimi içinde “insanî” ve “siyasî”nin kurduğu ya da kuramadığı denge. Bu konularda işin kolayına kaçtığını düşündüğüm bazı kestirmeciler gibi, “siyasî olan zaten gayrı insanîdir” demekten yana değilim. Şimdiye kadarki doğrudan gözlemler ya da okuyarak edinilmiş bilgiler çerçevesinde, “siyasî” olanın pek çok sefer “gayrı insanî” olduğu çoğumuzun kafasına dank etti. Ama genel “gayrı insanî”den kurtulmak için “siyasî” olmayan bir yöntem ben bilmiyorum. Bilen varsa söylesin.

“İnsan hayatı” kadar değer verdiğim bir şey olmadığını söyledim. Ama bazı insanların bazı ideallere kendi hayatlarından daha fazla değer verdiğini de biliyorum. Böyle bir inançla, sözgelişi şu devam eden eyleme katılan insanlara gidip, “Sen bu işten vazgeç insan hayatı çok değerlidir” demenin bir anlamı yok. İnsanların kendi hayatlarını şöyle sürdürmek veya böyle bitirmek yolunda kendi verdikleri karara bir diyeceğim olamaz. Ama ortaya, adı, sıfatı ne olursa olsun, başka birilerinin çıkıp “Sen, sen, bir de sen. Ölüverin,” demesini “etik” bulmuyorum.

Hele bunu derken, sonucun bu olmaması için de “siyasî” bir tedbir düşünmemişlerse, bu bir “tek yol ölüm” kararıysa, bunun “resmî yetkili umursamazlığı”ndan daha soylu bir davranış olduğu kanısında değilim.

Konu, insanı tarihin bulanık sularına daldırıyor. Bu bağlamda aklımda fikrimde olan daha birçok şeyi yazmaya devam edeceğim.

30 Eki. 12, Taraf



Print