2024-12-03
Skip Navigation Links
Destpêk/Anasayfa
Pêwendî/İlişki
Lînk
Skip Navigation Links
Video
Album
Arşîv
MURAT SEVİNÇ
 
Öncelikle ceberutluğu, pervasızlığı ve ırkçılığı ‘yadırgamak’ gerekir…
2022-08-23 18:06
MURAT SEVİNÇ
Haberleri okuyorum…

Doğu illerinden birinde, bir belediye başkanı yanında uzun namlulu silahlar taşıyan adamlarıyla yolda yürüyor, bir yerlerde bir çatışma da olmuş sanırım, tehditler vs. Pek ilgimi çekmedi, devam ettim.

Bir son dakika haberi, filanca sayılı KHK’nin falanca ek maddesi gereğince çıkarılan, OHAL’i gönüllerince sündürme yasasının bilmem kaçıncı maddesine dayanarak, düzenlemenin geçerlilik süresi dolmadan hemen önce, binlerce kişi daha kamu görevinden ihraç edilmiş. Aileleri ve çevreleriyle birlikte on binlerce yurttaş. Allahtan pek gürültü çıkmadı, haber olmadı, ben de okuyup geçtim zaten.

İşte aynı konuda bir haber daha, İstanbul Belediyesi de imzacı KHK’lileri işten atmış, iktidar kanadından gelecek eleştirilerden korktukları için belli ki, imzacı ve KHK’lileri istihdam etmeye cesaret edemediler. Daha doğrusu önce işe aldılar, ardından “Aaa yasa varmış meğer, hay Allah, kimse de söylemedi,” diyerek işten çıkardılar. CHP’deki KHK’li vekil ve yöneticiler konuya ilişkin bir açıklama yapmadı. Haklılar, onları ilgilendirmiyor ki. Ait ve lâyık olduğumuz uygarlık dairesinde, bir KHK’linin işsiz bırakılmasından daha doğal ne olabilir. Yadırganacak bir şey yok.

Bir görüntü, pazarda çalışan biri, iktidara desteğini anlatırken, çalma çırpma konularını hiç ciddiye almadığını anlatıyor hararetle, ne var yani ben de şu kadar satış yapıp daha azını gösteriyorum, diyor ve vergi kaçırdığını açıklıkla söylediği için dürüst biri olduğunu düşünüyor. Olabilir, şaşırtıcı değil. Bu ruh halinin yalnızca bir partinin seçmenine has olduğunu düşünen var mı? Böyle işleri çok daha profesyonelce ve büyük meblağlarla yapanlara iş insanı vs. denmiyor mu ülkede? Üstelik o pazarcı bir ‘endişeli muhafazakâr’, daha fazla endişelendirmeye gerek yok.

Bir başka videoda, çocuklu bir erkek, bir aracın sürücüsüne yavaş kullanması gerektiğini söylemiş sanırım, sürücü elinde silahla baba ve çocuğu kovalamış, yanında birileri de varmış, öldürmekle tehdit etmişler. Sonuçta haber işte, münferit, bir sürücünün kendisine yavaş kullanması gerektiğini hatırlatan çocuklu birine silah doğrultmasını, tehdit etmesini, üstelik o kişinin epey kabarık sabıkalı oluşunu vs. garipsemedim, sinirliydi muhtemelen; Suriyeli olup olmadığına baktım, değilmiş, rahatladım.

Diğer bir sitede, devlet ve çevresinde yuvalanan birilerinin giriştiği iddia edilen karanlık işlerden, suikastlardan söz ediliyordu. Hatta önemli bir sermayedar ailenin çok tanınmış bir ferdi de vardı adı geçenler arasında. Olağan, günlük haberler gibi göründü bunlar da, her yerde olur böyle şeyler.

Çoğu mecrada, siyasetçilerin sosyal medyada birbirlerine yönelik ifadeleri yer almış. Nevzuhur ve uzun ömürlü olmayacağını tahmin ettiğim (dilediğim) bir partinin genel başkanı ile bir bakan arasında ve bakan ile bazı yandaş gazeteciler arasındaki sataşmaları, ithamları okudum. Siyasetçilerin tercih ettiği dilin maçoluğu ve bazen maçizmi dahi gölgede bırakacak üsluplarını olağan karşıladım, en medeni ülkelerde de siyasetçiler birbirlerine alçak, onursuz, sahtekâr, yaratık vb. der, bu nedenle ilgimi çekmedi.

Başka bir videoda, gençten bir hoca vaaz veriyor. Kadınların ‘etlerinin görünmesinden’ rahatsız olmuş vs. Devlet memuru. Sıradan bir haber gibi okudum ve ‘Takva’ adlı güzel filmi hatırladım.

Bir de yazı ilişti gözüme. Ümit Kıvanç, uzun süredir tutuklu sevgili Bircan Yorulmaz’a açık mektup yazmış Duvar’da. Bircan, cezaevinde arkadaşının annesine ve ablasına sarılmaya kalkışınca, hemen disiplin soruşturması açılmış. Kıvanç’ın satıları: “…sen açık görüşte neden tutup Pervin Oduncu’nun annesine ve ablalarına sarılıyorsun? Sanırım öncesinde de selam verip tokalaşmışsın birileriyle. Hakkında disiplin soruşturması açılmış. Açarlar tabiî. Ne demek ya başkasının annesine, ablasına sarılmak? Bizim değerlerimiz bunu kaldırmaz. Ya tam o esnada vatan bölünse, bişey olsa? Ya öbür tarafta kalsanız öyle sarılmış sarılmış? Sanırım orada tutuklu Dilek Yağlı da benzer suç işlemiş; Ayla Akat’ın ziyaretçisine selam vermiş. Bu yüzden bir ay ‘ortak etkinliklerden men’ edilmiş.” Olabilir, sonuçta hukuk diye, mevzuat diye, disiplin diye bir şeyler var.

Çayımı alıp bu kez yazı için bilgisayarın karşına oturdum, herhangi bir gün…

Nasyonal Sosyalistler’i, İtalyan faşistlerini, Franco devrini, Japon deneyimini, Latin Amerika’nın Kuzey destekli diktatörlüklerini vs. anlatan kitaplara ilişkin ne yazdıysam bugüne dek, hemen her zaman aynı cümleleri kurdum, kendimi defalarca tekrar ettim. Bunun bir nedeni sıkıcılığım olabilir, ancak daha temeldeki gerekçe, türlü faşizmlerin kitleleri büyüleme ve dönüştürme becerisi karşısında duyduğum ve hiç azalmayan hayret duygusu. Birilerinin faşist oluşundan çok, milyonlarca orta halli insanın onların aklına uyması, peşinden gitmesi ve bir zaman sonra en akıl dışı propagandayı dahi yadırgamaz hale gelişi, çarpıcı olan.

Öncesinde de bir yerlerde birileri kitlesel biçimde öldürülüyor, katliamlar yapılıyor, insanlar eziliyordu; faşizm ise 20. yüzyıl mahsulü ve demokrasinin mucidi burjuvazinin, sıkıştığı yıllarda icat ettiği, dönemin koşullarının ürünü bir siyasal rejim. Dolayısıyla her baskı ve şiddet rejimini faşizm olarak adlandırmak mümkün değil, ceberut rejimlerde benzer yöntemler gözlemlenebilir olsa da. Burjuvazinin belli koşullarda başvurduğu bir yol, yordam. Faşizmler arasındaki farklar, ülkelerin kendi tarihleriyle, toplumsal dokularıyla, siyasal kültürleriyle, hâkim inanç ve alışkanlıklarla ilgili büyük ölçüde. Birbirine çok benzer gelişmelerin, her ülkede, ortak nitelikler tespit edilebilse de farklı sonuçlara yol açmasının nedeni bu.

Önemli olan bu faşizm deneyimlerinin benzer yanlarını görüp gerekçelerini kavramak ve faşizmin, ırkçılığın her şekline, her dile geliş biçimine karşı alarmda kalarak, rejimlerin eninde sonunda elverişli bir topluma ve hâkim dile/söyleme gereksinim duyduğunu hatırdan çıkarmamak. Ayrıca bir rejim faşist olmasa da, orada faşizan ve ırkçı eğilimler yaygın/makbul olabilir ve sistemin faşizm adıyla anılmaması, çoğunlukla toplumsal ilişkilerde gözlemlenebilen söz konusu eğilimlerin daha az tehlikeli ve zehirsiz olduğu anlamına gelmez. Faşizmin- ırkçılığın küçüğü de iri kıyımı da, açıktan yapılanı da satır arasına gizleneni de tehlikeli.

Tarih boyu olağanüstü güzellikler yaratabilmiş insanoğlu, günü geldiğinde en akıl almaz alçaklıkları da yapabildi ve başka pek çok etmenin yanında bunu, kendi dilini/söylemini kurup çok sayıda sıradan insana benimseterek başardı. Bu yüzden ‘artık olmaz ve bizde olmaz’ inancının yanlışlığını bıktırana dek yinelemekte yarar var. Aynı ya da benzer koşulların ortaya çıktığı her yerde olur ve oldu, ırkçıların anteni ya da kuyruğu yoktu, bugün de yok, tahayyülü güç acımasızlığın müsebbipleri sıradan, basit insanlar.

Hal böyleyken, sıklıkla yinelediğim “Biz nasıl insanlarız ve nasıl bir ülkede, toplumda yaşıyoruz?” sorusu, yalnızca bizi değil her ülkenin yurttaşını ilgilendiriyor.

Bu toprakta doğal karşıladığımız, alıştığımız bir olay ya da olgu, bir başka ülkede o kadar da alışıldık değilse, neden? Hangi baskın niteliklerimiz, siyasal sistemi ve kabul ettiğimiz hükümet biçimini etkiliyor? Sorgulamaktan, dürüstçe konuşmaktan kaçtığımız ve çoğu demokratik ülkenin geçmişinden daha kir pas içinde filan da olmayan özgül tarihsel birikimimiz, söz konusu geçmişin ürünü olan yurttaşın tutumu, yönetim sistemini ne ölçüde belirliyor? Alıştıklarımıza, hangi süreçlerin sonunda alıştık? O süreçleri değiştirmeden kendimizi ve siyasal düzeni dönüştürmek mümkün mü?

Bugün yadırgamadığımız, olağan karşıladığımız, yıllar içinde sıradanlaşmış ayrımcı ve ırkçı tutumların, özellikle günlük yaşamımızı pek etkilemiyor ve hatta dikkatimizi çekmiyor hale gelişi, son derece ürkütücü bir durum. Daha doğrusu, dikkat çekse ve belli toplum kesimlerinin tepkisine neden olabilse dahi, ırkçı, hoyrat, maço ve açıkça şiddet içeren ifade ve davranışların, hukukla uzak yakın ilgisi olmayan karar ve uygulamaların bu denli kolay gerçekleşmesi, tehlikeli.

Belli kişi ve grupların, etnik-dini aidiyetlerin, siyasetçilerin, sanatçıların, yazar çizerin vb. bu kadar kaba saba bir dille ve pervasızca hedef alınabilmesi, bir yurttaşın diğerine yöneltmemesi gereken soruların rahatlıkla dile getirilebilmesi, şiddetli lümpenliğin ve her türlü yasa/kural dışılığın böylesine revaçta oluşu, günlük yaşamın olağanı haline geldikçe, genellikle ‘çürüme’ sözcüğüyle isimlendirilen o dönüşüm, iktidar değişikliklerini aşan uzun süreli bir toplumsal açmaza neden olma ihtimali taşıyor. İktidar değişikliği sonrasını da etkileyecek bir çürüme bu. Üstelik dünyanın geri kalanının durumunun da pek parlak olmadığı, farklı terimlerle adlandırılsa da yeni nesil faşizmlerin filizlendiği koşullarda.

Çok uzamasın… irili ufaklı her ırkçı-ayrımcı tutum tehlike içerir, önemsemek, ciddiye almak, umursamak gerek. En anormal, en çılgın, en akıl almaz, en saplantılı ifadelerin birilerinin hoşuna gittiğini, gidebileceğini, birilerinin yoksunluk duygusunu tatmin edebileceğini, birilerinin içindeki öfkeyi yönlendirebileceğini, birilerine aidiyet hissi yaşatabileceğini hesaba katmakta yarar var. Irkçılık geçiştirilecek, görmezden gelinecek, idare edilecek bir bela değil. Uygun toprak, yeteri kadar ışık ve su bulduğunda arsızca serpilme potansiyeline sahip. İnsanın zihnindeki kavramları alt üst eden, o güne dek açık/somut olduğu düşünülen gerçeklerin zıddında ısrarcı, mütemadiyen yalan söyleyen, insanı/halkları sersemleten bir ideolojiden söz ediyoruz. Azı da çoğu da mide bulandırıcı, küstahça ve aptalca.

Bir önceki SebastianHaffner ile bitmişti, bu yazı da Victor Klemperer’in ‘LTI-Nasyonal Sosyalizmin Dili’ (İletişim, çeviren Tanıl Bora) adlı şaheserindeki bir saptamasıyla sona ersin:

“…Bilimsel, daha doğrusu sözde bilimsel ırk öğretisi, milliyetçi kendini beğenmişliğin hayal ve taleplerini, her türlü istilayı, her türlü tiranlığı, her türlü gaddarlığı ve her türlü kitlesel kırımı temellendirmeyi ve meşrulaştırmayı sağlar.”
Print