Bebekler, çocuklar ve büyükler

Insanoglu belli bir yasa kadar hile hurda bilmeyen, kiskanmayan, yalan söylemeyen, iftira atmayan, arkadan konusmayan, çikari için baskalarina zarar vermeyi planlamayan, sömürü düzeni kurmayi düsünmeyen, zorbalik yapmayan, savas çikarmayan bir yaratiktir. Özellikle bebekler, melekler gibidirler. Emdikleri anasütü gibi, lekesiz ve temizdirler. Ne dogaya ne de insanlara zarar vermezler.
Büyüdükçe, benim, senin, onun gibi mülkiyet kelimelerini ögrenmeye baslarlar. Kurulan sömürü düzeni sonucunda insanlar, ezen-ezilen, sömüren-sömürülen, yöneten- yönetilen biçiminde iki ana eksen üzerinde kümelenirler. Ve insanlar arasinda acimasiz bir rekabet, çekisme ve çatismi ortami sekillenmeye baslar. Süreç içinde o tertemiz bebekler, acimasiz birer canavara dönüsürler. Ve bebeklerin o güzelim dünyasi kirlenir, yasanmaz, çekilmez bir hale gelir.
Yazima bir anektotla devam etmek istiyorum. 1950 yilinda futbol oynamayi ögrenmistim. O yillarda henüz lastik topu görmemistim. Arkadaslarimla beraber çaput toplardik. O çaputlari birbirlerine sarardik. Sonra etrafini iple sikica baglardik. Bir kaç tekmeden sonra, çaputlar etrafa saçilirdi. Saçilan çaputlari yeniden sarar, iple baglar, maça devam ederdik.
Bir gün yine kasaba mezarliginin yanindaki sahada, arkadaslarla maç yapiyorduk. Topumuz yine darmadagan olmustu. Etrafa dagilan çaputlari toplarken, Müdde-i umuminin ‘cumhuriyet savcisinin’ oglu sahaya girdi. Elinde portakal gibi bir sey vardi. Onu yere vurdugunda, havaya zipliyordu. Onu havada tutuyor, yeniden yere vuruyordu.
Hepimiz ilk kez gördügümüz bu acayip yuvarlak seye hayretle ve hayranlikla bakiyorduk. Sözü uzatmayalim, biz bu acayip nesnenin top oldugunu, lastikten yapildigini, yere vurunca dagilmayip siçradigini ögrendik. Top sahibi çocugun önerisiyle iki takima ayrilip maç yapmaya karar verdik.
Lastik topun sahibi olan çocuk, ‘Takim arkadaslarimi ben seçecegim’ dediginde itiraz etmedik. ‘Takimin kaptani ben olacagim.’ dediginde, bir tek arkadasimiz karara itiraz etti. Top sahibi ‘O zaman ben de oynamiyorum, topumla oynamaniza da izin vermiyorum’ dedi ve topunu gögsüne bastirarak kasabaya dogru yürümeye basladi. Tüm çocuklar yanina giderek yavar yakar çocugu geri dönmeye ikna ettik.
Maç yeniden basladi. Hepimiz lastik topla oynamanin zevkini çikariyorduk ki top sahibi oyuna müdahale etti. Malum çocuk, rakip takimin attigi bir sutu gol saymadi. Bütün çocuklar atilan sutun gol oldugunu söylemesine ragmen o görüsünde diretti. Biz de kendi görüsümüzde israr edince çocuk, ‘O zaman ben oynamiyorum.’ dedi ve yine topunu alip kasabaya dogru yola koyuldu. Biz yine yalvar yakar çocugu geri dönmeye ikna ettik.
Oyun yeniden basladi. Bu sefer o çocuk attigi sutun kaleden çok uzaktan geçmesine ragmen bunu da gol saydi. Biz yine itiraz ettik, o yine ‘O zaman ben de oynamiyorum, topumu alip gidiyorum.’ dedi. Biz bir kere daha top sahibi çocugun dedigi kabul etmek zorunda kaldik.
Ergin yasa geldigimde, felsefe kitaplari okudugumda, hayata, insanlara ve insan iliskilerine elesteriyel bir gözle bakmaya basladigimda, geçmiste sahit oldugum olaylari yeniden yorumlamayi aliskanlik haline getirdim. Bu aliskanligim hala devam ediyor. Bu huyumu çok seviyorum.
Simdi çocuklugumda sahit oldugum bu masum futbol maçini sizler için bir kere daha yorumlamak istiyorum. Bana göre, 65 sene önce yasadigim bu olay, günümüzde yasadigimiz tüm toplumsal olaylarin kisa bir özetidir. Simdi makarayi geri sayalim.
Babasi bürokrat olan çocugun lastik topu vardi. Lastik topu olan çocuk, takimin kaptani oluyordu. Bu da yetmezmis gibi, hangi sutun gol olup olmadigina, hangi hareketin penalti olup olmadigina top sahibi çocuk karar veriyordu. Bu yanlislik ve haksizliga itiraz ettigimizde, çocuk oyuna son veriyordu. Kisacasi bu çocuk, sahip oldugu küçücük bir lastik top araciligiyla, irademize ambargo koyuyordu. Istedigi her seyi bize dayatiyordu. Isin garibi, biz de bunlara uyuyorduk.
Simdi günümüze bir göz atalim. Günümüzde de bazi kimselerin fabrikalari, bankalari, tarlalari, isletmeleri ‘yani lastik toplari’ var. Sahip olduklari bu güce dayanarak, ülkeye yönetici ‘yani kaptan’ oluyorlar. Bunun sonucunda, ekonomik, siyasi, sosyal, kültürel alanlarda koyduklari kurallarla bizleri istedikleri biçimde yönetiyorlar. Nasil düsünecegimize, nasil yasayacagimiza, neye inanacagimiza, hangi kitap, gazete ve dergiyi okuyacagimiza, kimi sevip kimden nefret edecegimize, yani ‘hangi sutun gol olduguna, hangisinin auta çiktigina, hangisinin penalti olduguna’ onlar karar veriyorlar.
Bu kararlara itiraz edildiginde, Türk generalleri gibi, düdügü öttürüp demokrasiye ‘yani oyuna’ son veriyorlar.
Kisadan hisse: Isin özü, lastik topun mülkiyetinde yatiyor. Lastik topun mülkiyeti bir azinliga ait olunca, baskici, totaliter, fasist bir rejim ortaya çikiyor. Mülkiyet toplumda olunca, insan haklari, demokrasi, hukuka dayali adil ve paylasimci bir rejim sekilleniyor.
Eger insanlar, ilk kez bir toprak parçasini çitle çevirip, ‘burasi benimdir’ diyen insana müdahale etselerdi, dünyada yasadigimiz hiç bir bela, basimiza gelmezdi. Sonuç olarak sunu söylüyorum, mutlu mu olmak istiyorsunuz? O zaman dünyadaki mülkiyet anlayisini degistirin. Bak yine çaktirmadan komünistlik yaptim, iyi mi?
Yilmaz Çamlibel