Besikçi’nin Dersim toplantisi ve çikmaz sokakta kuyruklari ile oynayanlar
Giris
21-31 Temmuz tarihleri arasinda Dersim’deydim. Oraya yaptigimiz bu ziyaret ise özünde bir çalisma gezisiydi. TV-10’daki ‘Hardo Dewrês’ programinin yapimcisi Süleyman Ates’in önerisi üzerine, Dersim’in ünlü Sey Sabun Ocagi evlatlarindan Pir Hasan Kilavuz, Pilvank Ocagindan Bava Riza Katurman (Pîro) ile birlikte hem Dersim’i doyasiya gezdik hem de tanitim amaci ile yapilan çekime, elimizden geldigince katki sunmaya çalistik.
Ayni zamanda her yil düzenlenmekte olan Munzur Doga ve Kültür Festivali günlerine de rastlayan bu gezi ile ilgili gözlemlerimi önümüzdeki günlerde okuyucuya iletmeye çalisacagim. Aslinda degerli bilim adami Ismail Besikçi’nin 27 Temmuz tarihinde konusmaci olarak katildigi toplanti ile ilgili kisa bir degerlendirmeyi de bu çerçevede yapmayi düsünüyordum. Ne var ki sonraki günlerde ‘Dersim News’ ve ‘Kizilbas’ adindaki sitelerde Daimi Cengiz tarafindan kaleme alinmis bir yaziyi görünce bu görüsümü degistirdim. Degistirdim; çünkü Cengiz bu yazida, muhtemelen bahsini ettigimiz Dersim´deki toplantida arkadaslari ile içerisine düstükleri zor durumun verdigi eziklikle alabildigine keyfi ve çarpitmalarla dolu bir degerlendirme yapiyor. Bu satirlarda, olanaklar ölçüsünde ve fazla detaya girmemeye de özen göstererek onun kimi iddialarini irdelemeye çalisacagim.
Kirmancca (Zazaca) Kürtçe Iliskisi Üzerine
Toplantida, Besikçi’ye yöneltilen sorulardan biri, Kirmancca (Zazaca)nin Kürtçenin bir lehçesi mi yoksa ayri bir dil mi oldugu seklindeydi. Besikçi ise yanit olarak:
‘Ben Zazacayi bilmiyorum. Bu konuda kendi arastirmalarim yok. Ama konu ile ilgili çalismalar yapan Malmîsanij, Munzur Çem, Rosan Lezgin gibi arkadaslarin konu ile ilgili yazilarini dikkatle okuyorum. Bu arakadaslara güveniyorum, onlarin söylediklerinin dogru olduguna inancim var. Zazaca Kürtçenin bir lehcesidir,’ dedi.
Bu yanit, Besikçi’nin öteki birçok görüsü gibi Daimi Cengiz ve arkadaslari için çok rahatsiz ediciydi. Nitekim içlerinden bazilari bu rahatsizligi, her türden terbiye kuralini ayaklar altina alan bir üslup ile dile getirmekten bile geri kalmadilar.
D. Cengiz’in, Bahsi geçen yazisinda ayni konuya iliskin söyledikleri söyle:
‘Kürt çevrelerde ‘Bilimin namusu’ olarak onurlandirilan Besikçi, dilbilimci olmayan, sadece sahada folklorik çalisma yapan bu kisilerin Zazaca konusundaki düsüncelerine itibar edecegine, dünyaca ünlü dilbilimci David Neil MacKenzie, Karl Hadank, Oskar Mann, Jost Gippert, Paris Kürt Enstitüsü baskani Joyce Blau’nun düsüncelerini muteber göremez miydi?’
Iste size bir aydin tavri!’. Cengiz adeta Besikçi’yi Neden benim gönlümden geçenleri degil de, kendi düsüncelerini söyledin’ diye elestiriyor, bu yüzden onu bilimsel kriterlere uymamakla suçluyor.
Madem lafi kendisi açmis, söylediklerini biraz irdeleyelim:
1. D. Cengiz’in dilbilimci diye adlarini saydigi bu kisilerin kat kat fazlasi kürdolog ve dilbilimci, Cengiz’in düsündüklerinin tersi görüsler savunuyor, Kirmanccayi (Zazacayi) Kürt dilinin bir lehçesi olarak kabul ediyorlar. Eger Besikçi, Cengiz’in hosuna giden seyler söylemis olsaydi, pek ala bazilari da çikar, onun yaptigi gibi üç-bes yabancinin adini pes pese siralar ve Besikçi’yi ayni sözlerle ama bu kez de tersinden elestirebilirlerdi.
2. Daimi Cengiz gayet iyi biliyor ki dil-lehçe ayiriminda genel geçerliligi olan bilimsel bir kriter yok. Bu konuya egilenler, farkli kriterlerle hareket ediyor, pekâlâ ayni konuda farkli sonuçlara varabiliyorlar.
3. Cengiz’in dünyaca ünlü bilim adami’ olarak lanse ettigi kisilerden bazilarinin Kirmancca ve Kurmancca ile ilgili arastirmalari hiç te söylendigi tarzda bir degerlendirmeyi hak etmiyor. MacKenzie göre, zaten Kürt Dili diye bir dil yok. Ona göre Kürtçe Orta Farsçanin bir lehçesidir. Hewramancayi ise Kürtçenin disinda kabul eden yazar, onu da eski Farsçanin bir lehçesi olarak kabul ediyor. Yani bu konuda, resmi Türk tezinin Kürtçe ilgili söylemine yakin seyler söylüyor.
Oscar Mann’in Kirmancca (Zazaca) bilgisi, Elazig’da kisa bir süre konustugu bir kisiden aldigi örnek tekstlerden ibarettir. O, Kirmanccayi (Zazacayi), Kürtçeden ayri bir dil olarak kabul ettigi Gorancanin bir lehçesi olarak kabul eder. Hadank yaptigi ise Mann’nin çalismasini gözden geçirip kimi ekleme ve dipnotlarla yeniden yayinlamaktan ibarettir. Bir ara karsilastigim J. Blau’ya Kirmanccayi (zazacayi) bilip bilmedigini sordugumda, bilmiyorum’ demisti. Elbet bütün bunlari, bu kisilerin çabalarini küçümsemek için yazmiyorum ama okuyucunun uluslararasi üne sahip bilimadamlari’ diye lanse edilen bu kisilerin çalismalarini biraz daha yakindan tanimasinda da yarar var.
Beri taraftan, kendisin uygun düsen görüslere sahip olanlari dünyaca ünlü bilimadamlari’ ilan etmek, tersi görüse sahip olan arastirmaci ve bilimadamlarini ise görmezlikten gelmek, Cengizvari bir bilim adami tasnifi olsa gerek.
4. Besikçi’nin bahsettigi bizlere gelince; elbet bizim isimlerimizin önünde Dr., Prof. vb. unvanlar yok. Ülkemizi paylasmis olan sömürgecilere ait politikalarin bir sonucu olarak, Güney Kürdistan istisnasi bir yana, su ana kadar unvan dagitan üniversite ve öteki bilimsel kurumlara sahip olabilmis degiliz. Bu bakimdan, eger her hangi bir alanda bilgi sahibi olmanin ölçüsü bu unvanlarin varligi ise Cengiz’in söyledikleri dogrudur. Biz kirmancki (Zazaki) konusunda bilgi sahibi degiliz ve onunla ilgili konusma hakkimiz da yok demektir. Bizim dilimizle ilgili olarak ancak yabancilar konusup karar verebilirler. Tabi yabancilarin da hepsi degil, sadece Cengiz gibi düsünenler yapabilirler bunu.
Ne var ki hayat hiç te bu alanda Cengiz gibilerine hak tanimiyor. Kirmancca (Zazaca), bizim anadilimizdir. Üstelik anamizdan ögrendigimiz Kürtçenin bu koluna on yillardir emek veriyoruz. Terminoloji, dogru yazim yani imla, gramer çalismasi yapiyor, sözlükler hazirliyor, kültür dergileri ve gazeteler çikartiyoruz. Son dönemde yaptiklarimiza ders kitaplarini hazirlamak te dâhil oldu ki bazi arkadaslarimiz bu konuda yogun çaba harcamaktalar. Kisacasi dilimizi, bilim adami olarak lanse edilen birçok kisiden onlarca kez daha iyi bildigimizden kuskumuz yok. Ayrica Kürtçenin Kurmanci lehçesini de oldukça iyi biliyoruz. Içimizde bu dilin diger lehçelerini, Farsça, Arapça ve degisik bati dillerini bilenler var. Kendimize güven konusunda ise her hangi bir sorunumuz yok. O halde dilimizle ilgili olarak neden biz kaynak olamiyoruz da sadece onu uzaktan taniyabilen yabancilar oluyorlar? Öyle oluyor çünkü Cengiz ve içerisinde bulundugu çevre için bilimsel kriter, kendilerinin gönlünden geçenledir.
Ama bu noktada asil yaniti aranmasi gereken soru, kendi anadilleri ile ilgili kayda deger bir çalismasi olmayan D. Cengiz gibilerinin ne adina ve hangi hakla bu ölçüde büyük laflar ettikleridir. Eger birileri yerlerinde oturup susacaksa, bunu en basta yapmasi gerekenler o ve onun gibileri degiller mi?
5. Öte yandan, Kirmanccanin Kürt dilinin bir lehçesi oldugunu ilk söyleyen bizler degiliz. Yani bu bize ait bir icat degil. Belgeler, onu konusanlarin oldum olasi kendilerini Kürt, konustuklari dili de Kürtçenin bir kolu saydiklarini ortaya koyuyor. Arsivler buna iliskin bilgilerle doludur. Bazilarinin hosuna gitmeyecek ama 17. yy. da yasamis olan Evliya Çelebi de Kürt dilinin lehçelerini sayarken Zazacayi basa koyuyor. Ne dersiniz, yoksa Çelebi, Zazacaya düsman bir asimilasyoncu muydu?
6. 1980’lere kadar halkimizin Kirmanccayi (Zazacayi) konusan kesimi içerisinde, Kirmancca (Zazaca)’nin Kürtçenin bir kolu ya da lehçesi olmadigini söyleyen, kendisini de Kürt saymayan bir tek kisiye rastlayamiyoruz. Peki, ondan sonra ne degisti ki D. Cengiz’in de içerisinde yer aldigi bir grup, Kirmanccanin Kürtçe ilgisi bulunmadigini, ulusal olarak ta Kürt olmadigimizi kesfettiler? Tek degisiklik, 12 Eylül fasizminin ardindan sol ve demokratik çevrelerde yasanan kimlik krizi ile devletin Zazaca Kürtçe, Zazalar ise Kürt Degiller’ tezini bir kampanya halinde yayamaya baslamasidir.
1938 Soykirimi Hangi Nedenle Yapildi?
Makale yazari Cengiz, Besikçi’nin 1938 soykiriminin bir Kürt soykirimi oldugunu söylemesi ile ilgili olarak ta su satirlari yaziyor:
Besikçi; ‘1938 Dersim soykirimi bir Kürt kiyimidir, bir Alevi kiyimi degildir…’ Bu açiklamasina karsi cevabimiz su oldu,’ diyor.
Aslinda bahsedilen noktaya iliskin görüs belirten Daimi Cengiz degil, Dersim Dernekler Federasyonu’nun eski baskaniydi. Ama Cengiz cevabimiz su oldu,’ diyerek kendisine ait olmayan sözlere sahiplik ediyor. Hem de bunu yazisinin degisik yerlerinde defalarca tekrarliyor. Anlasiliyor ki o toplantiya grup olarak hazirlikli’ gelmisler.
Zaman zaman hayli saygisiz bir üslup ile söylenen gerçek disi iddialara karsilik söz alanlardan biri de ben oldum. Ilk yaptigim sey, 1938 öncesi yillarda devleti yöneten üst düzey yöneticilerin hazirladiklari raporlari hatirlatmak oldu. Bu raporlarda israrla öne çikartilan Kürt kimligi ve Kürtlerin talepleri oldugu noktasinin altini çizdim. Tartismalar devam edince yeniden söz aldim ve belgeleri göz önüne sermeye devam ettim. Üstelik dile getirdigim belgeler sadece devlet yöneticilerine ait olanlar degildi. Dersimlilerin istemlerini içeren belgelerle yabanci gözlemcilere ait olanlardan örnekler verdim, Alevi olmayan Kürtlerin ugradiklari katliamlari hatirlattim. Özetle, 1938 soykirimini yapanlarin kendileri çok açik sekilde sorunu bir Kürt sorunu olarak gördüklerini dile getirmis, Dersimliler de yine çok açik biçimde ulusal talepler ileri sürmüsken, birilerinin israrla bunu görmek istememesi gerçegi degistirmez. Alevilik elbette devlet için bir sorundu ama 1938 soykiriminin ana nedeni bu degil, Dersimlilerin Kürt kimlikleri ve buna iliskin talepleriydi,’ diyerek sözlerimi bagladim.
D. Cengiz devamla Ama M. Cem, devletin A.Resit Tankut’a hazirlattigi ‘Dersim Zazadir, Zaza kökenlidir ve Zaza Kizilbasidir’ roporundan hiç söz etmemekle dürüst davranmadi…’ diyor.
O rapora deginmedim, bu dogrudur. Kisa konusmada yapmaya çalistigim sey, devleti yönetenlerin, Dersimi vurmak için hazirladiklari raporlardan örnekler sunmakti yoksa Dersim üzerine hazirlanmis raporlarin bir listesini çikarmak degil. Degindigim raporlarda dile getirilenler, dogrudan dogruya 1938 jenosidinin gerekçesini olusturan belgelerdi. Eger böyle bir ölçüyü esas almamis olsaydi, konu ile ilgisi bakimindan Tankut’un raporundan önce üzerinde durmam gereken çok daha önemli belgeler vardi. Kaldi ki zaten Tankut’a ait bahsi geçen sosyo-politik çalisma soykirima gerekçe olarak gösterilen bir belge degil, gelecege yönelik bir asimilasyon, bir böl ve yönet belgesidir. Cengiz’in sorusu üzerine ise mikrofonu alip yanit vermek istedim ama maalesef sira gelmeden toplanti bitti.
Cengiz’in ‘… Oysa devlet yer yer Kürt ve yer yer de Zaza ve Kizilbas kimligi altinda Dersim’i raporluyordu. Besikçi ve Cem sadece isine geleni aliyor ve kürtlüge entegre ediyor. Zazalik ve Kizilbas vurgusundan özellikle vebadan kaçar gibi kaçiyorlardi.’
Görüldügü gibi sirf bir seyler söylemek için kaleme sarilmis olan D. Cengiz, burada bir kez daha sapla samani birbirine karistiriyor. Bir kere bahsi geçen dönemde devletin ‘zazalar Kürt degildir’ tarzinda güncellesmis bir politikasi yoktu henüz. Tersine yöneticiler, Zaza’ terimini nerdeyse hiç kullanmiyorlardi. Onlar için Zaza da Kurmanc da Kürttü ki bizzat Mustafa Kemal de yeri geldiginde, ‘Dersim Kürtleri’, ‘Zaza Kürtleri’ terimlerini kullaniyordu. H. R. Tankut’un kendisi de 1931 yilinda hükümete sundugu bir muhtirada Kürtleri ‘Kürdler, Kirmançlar ve Zazalar’ olmak üzere üçe ayiriyor.
‘Kizilbas vurgusundan vebadan kaçar gibi kaçtigimiz’ belirlemesine gelince, bu bizim için sadece gülünüp geçilecek bir laf salatasidir. Geçmisimiz, pratigimiz, bizzat o toplantida söylediklerimiz Daimi Cengiz gibilerine laf söyletme hakkini tanimayacak derecede berraktir.
D. Cengiz, yazisinda bir de damdan düser gibi, yani hiç yeri degilken 1938 üzerine söylenmis halk türkülerinden (Derê Laçî) bir bölüm aktariyor:
‘Nika ke teseliya ho mara gurete
Peniya sima peniya Hermenano
Nikake teseliya ho mara gurete
Cereno ra kaf u koke sima ano.
Oysa, dogru yazim kurallari bakimindan tam bir fiyasko halinin sergilenmis olmasi bir yana, konumuzla ilgisi bakimindan asil aktarilmasi gereken satirlar bunlar degil, asagida naklettiklerim olmaliydi. Çünkü bu bölümde, Dersimlilerin, etnik olarak kendilerini nasil tanimladiklarina iliskin bir örnek var:
Ivîsê mi gavan o
Bira, pêro dê na qewxa asîre nîya
Merevê kirmancan û zalimanê tirkan o
Türkçesi:
Laç Deresi yansin Ivis’im
Çetin geçit
Dövüsün kardesler asiret kavgasi degil bu,
Kürtlerle zalim türklerin kapismasidir.
Kendi dillerinden kendilerine Kirmanc’ diyen Dersimlilerin, yabanci dillerde ayni sözcügü Kürt’ olarak ifade ettiklerini unutmayalim. 1980’lere kadar Dersimlilerin, yabanci dillerde kendi etnik kimliklerini ifade için Kürt’ten baska bir terim kullandiklarina sahsen rastlamis degilim.
D. Cengiz, ayni konudaki çarpik degerlendirmelerine söyle devam ediyor:
Dersim halkina uygulanan jenosit, Osmanli ve Ittihat dönemlerinde hazirlanan raporlarin yeniden icrasindan öte bir sey degildir. Jenosidin bu katmerli boyutu ancak Alevi inanç kimligi ile açiklanir. Ulusal kimlik bu kiyimda ikinci yerde durur. Dersim kiyiminda bir tek Sünni vatandasin burnu bile kanamamistir. Cumhuriyet dönemi Sünni Kürtlerin katliamlarinda inanç talidir. Agilikli olarak seriat talepli Sih Sait Isyani hariç, bu katliamlarda sadece ulusal kimlik ön plandadir. Devlet hiç bir Kürt hareketini bastirmada Kizilbas Dersim üzerinde uyguladigi Ebu Suud Fetvasi fermanini ve Yavuz ile Idris-i Bitlisi’nin kök kurutma planini uygulamadi. Dersim soykirimi ile diger Kürt katliamlari ve harekatlari arasindaki fark budur.’
Peki 1920’lerde Dersimliler ne istemisler, davalarini nasil dile getirmisler acaba? Erzincan Valisi Ali Kemal buna iliskin ilginç bir örnek olay aktariyor:
Elaziz vilayetinden, Garbi Dersim asiretlerine bir nasihat heyeti gönderildi. Heyetin izamini za’f nisanesi addeden Sey Hasanli agalari, giden zevata karsi çok barit davrandilar ve su yolda cevap verdiler:
‘Sevr muahadesi mucibince Elaziz, Diyarbekir, Bitlis, Van vilayetlerinde bir Kürdistan tesekkül etmesi lazim geliyor. Bu tesekkül etmelidir; aksi taktirde bu hakki silah kuvvetiyle alacagiz.’ (Ali Kemali, Erzincan Tarihi, Resimli Ay Matbaasi, 1932 s. 154.)
Bu satirlar, Dersimlilerin Alisêr ile birlikte 25 Kasim 1920 tarihinde Ankara TBMM Baskanligina gönderdikleri telgraf metni ile hemen hemen aynidir. Dikkat edilirse Dersimliler burada istemlerini Dersim ile sinirli tutmuyor, onu bu gün Türkiye sinirlari içerisinde bulunan Kürdistan’in kuzeyini kapsayacak sekilde dile getiriyorlar. Kanimca bu iki paragraf sadece Dersimlilerin o dönemki politik taleplerini göstermek bakimindan degil, ayni zamanda aydin rolüne soyunmus D. Cengiz gibilerinin, dönemin agalarina göre bile ne kadar gerilerde kaldiklarini ortaya koymak bakimindan önemlidir.
Dersimdeki toplantida da söyledigim gibi Dersim jenosidini yapanlar, konuya iliskin bütün belgelerinde Dersim’in Kürtlügü üzerinde durmus, asil bertaraf edilmesi gereken tehlike olarak onu görmüs ve hazirliklarini da ona göre yapmislardi. Örnegin silahli kuvvetlerin basinda bulunan Fevzi Çakmak, 1935’lerde hazirladigi konuya iliskin raporunda:
(…)
f) Propagandaya agirlik verilmesi ve Türklügün telkini,
g) Kürtçe yerine Türkçenin yerlesmesi için ilmi ve idari tedbirlerin alinmasi (büyük kiz çocuklarinin okutulmasi),
(…)
2. Dersimli oksanmakla kazanilmaz. Silahli kuvvetlerin müdahalesi Dersimli’ye daha çok tesir yapar ve islahin esasini teskil eder.
3. Dersim evvela koloni gibi ele alinmali. Türk camiasi içinde Kürtlük eritilmeli, ondan sonra da asamali öz Türk hukukuna tabi kilinmalidir,’ diyordu. (siyahlar bana ait, M.Ç.)
1938 yilinda Basbakanlik koltugunda oturmakta olan Celal Bayar, Dersim dâhil Kürt direnislerinin niteligi ile birlikte devletin amaç ve hedeflerini de hiç bir tereddüde yer vermeyecek sekilde dile getiriyor:
Seyh Sait, bir Kürt Cumhuriyeti kurmak istiyordu. (…) Dersim isyani, tamamen Kürtlerin siyasi düsünceleridir. Bunlar ne anarsisttir, ne sudur ne budur. Bunlar dogrudan dogruya müstakil bir Kürt hükümeti kurmak istiyorlardi. ( ) Dersimliler’in, Kürtlük hesabina en idealistleri Koçgiri’de toplandilar, teskilat yaptilar. Sivil, asker bütün kuvvetleriyle oraya toplandilar. Orada mühim bir kuvvet tesekkül etti. Koçgiri’de isyan çikti. (…) Koçgiri bence diger isyanlarin hepsinden mühimdir. Yunanlilar’a karsi durmak için nasil tedbir aliyor isek, orada da ayni sekilde teskilat yaptik. Koçgiri’de bir ordu merkezi yapildi. Onun basina da Nurettin Pasa’yi tayin ettiler. Koçgiri’de çok mühim muharebeler oldu. Iki taraftan da çok telefat verildi. (…) Hadiseler üzerine Merkez Ordusu Kumandanligi’na tayin edilen Nurettin Pasa duruma el koydu ve bölgede tam bir tenkil harekati basladi. Iki taraf da büyük zaiyat verdi..” (Tercüman gazetesi 10, 9. 1986. Ayrica Kurtul Altug: Celal Bayar Anlatiyor. B. Nuri, Hatiratim, Öz-Ge Yayinlari, Ekler Bölümü s. 230’dan naklen)
Yabanci devlet temsilcilerinin konuya iliskin mektup ve degerlendirmeleri de farkli bir sonuca isaret etmiyor. Örnegin, dönemin Avusturya Baskonsolosu, Winter, ülkesinin Disisleri Bakanligina yazdigi mektupta gelismelerle ilgili endiselerini su sözlerle dile getirimisti:
“1925 isyani ve Seyh Sait’in idamindan sonra da ülkenin dogusunda sürekli karisikliklara yol açan Kürt sorununu tümden ortadan kaldirmak için baski önlemlerinin en kisa zamanda uygulanacagi söyleniyor. Güvenilir Türk kaynaklarindan edindigim bilgilerin isiginda, dünyada esine rastlanmayacak derecede bir katliama girisilmesinden korkuyorum.” (Khalid, Fadel, Kurden Heute, 3.. aktualisierte u erw. Aufl., Wien; Zurich: Europa Verl., 1992, Kurden Im 20. Jahrhundertt, Kurdistasn ASG FU, Berlin, s. 39’dan naklen, siyahlar bana ait).
Onlarcasindan birine ait bu belgede yer alan görüslerden sonra Kürtlügün soykirimin ana nedeni oldugu konusunda tereddüt edilebilir mi?
Bütün bunlari söylerken, Dersim halkinin kendi inançsal taleplerini önemsemediklerini, devletin de bu onlarin dini inanci olan Alevilikten hosnutsuz olmadigini söylemek istemiyoruz. Devlet elbette bu inancin yasamasindan hosnut degildi ve onu asimile edip bitirmek, hedefleri arasindaydi. Ancak konjökturel olarak T.C.nin kurulus döneminde, devleti korkutan ve ugrastiran en büyük sorun, Kürdistan sorunuydu. Devlet Osmanli Imparatorlugunu ve seriat düzenini lagvetmekten dogan sikintilarla, Kürt sorunu gibi dev boyutlu bir sorunla ugrasirken, Alevileri mümkün oldugunca tarafsizlastirmaya ve ondan da öte yanina çekmeye çalisiyordu ki bu kendi içerisinde tutarli bir politikaydi.
Kaldi ki Alevilerde de inançsal taleplerini topluca dile getirme ve bunun için mücadele etme yönünde bir hareketlilik, bir baskaldiri istegi yoktu.
1938 Jenosidi ve ‘Sünni Vatandaslar’in Durumu
Daimi Cengiz, Dersim kiyiminda bir tek Sünni vatandasin burnu bile kanamamisti,’ derken yine ezbere konusuyor. Örnegin, Sey Sait’in kardesi Sey Abdurahim’in 1937 yilinda Dersime destek olmak amaciyla Suriye’den Kuzey Kürdistan’a geçtigini ve bir ihbar sonucu bunlarin tamaminin katledildiginden bilgisiz mi yoksa kasitli mi bu tür yorumlarda bulunuyor bilmiyorum. Sünni vatandaslar’ onun iddia ettigi gibi öldürülmeseler bile hiç degilse içlerinden milislik yapan, Dersimlilere silah sikan da çikmadi. Oysa 1925 baskaldirisi sirasinda, özellikle de Orta ve Dogu Dersimden bazi gruplar milis olarak devletin yaninda yer alip direnisçilere karsi savasmislardi. Ulu-orta baskalarini suçlamayi gelenek haline getirmis dersimcilerimiz’ biraz da bizimkiler ne yapti?’ sorusunu sormaya ve yanit vermeye kendilerini alistirsalar fena olmaz.
Açiktir ki Türk devletinin Kürt politikasi bu gün oldugu gibi o gün de bir bütündü, ayni temeller üzerinde yürütülüyordu. Ancak bölgelere göre uygulama yöntemleri ve baskilarin dozu degisebiliyordu. Dersimdeki panelde de belirttim: 1930’lu yillarda Agri Dagi çevresinde meydana gelen direnis sirasinda, yasamini yitiren sivillerin sayisi Dersimdekinden daha az degildi. Ne var ki Agri’da gerçeklestirilen soykirim Dersimdekine göre göreceli olarak daha genis bir zaman diliminde gerçeklesmisti. Dolayisiyla katliamin dozu göreceli olarak daha hafif gözüküyordu. Ama Zilan Vadisi katliaminda durum, tam da Dersimdeki gibidir. Açikçasi, Devlet dini inanç farkina bakmaksizin gerektiginde Kürt halkina karsi her yerde ayni baski ve terör politikasini hayta geçirmekten geri kalmadi.
Horasan’dan Gelme Olayi
Cengiz’in de aralarinda bulundugu kesimin kafaya taktigi seylerden biri de Besikçi’nin Dersimliler arasinda sikça tekrarlanan Horasan’dan geldik’ söylemi ile ilgili sözleri oldu.
Besikçi özetle, Mehmet Bayrak’in, Hollandali bilim adami M. Von Bruineseen’den aktarmalar yaparak, disaridan gelen saldirilara karsi bir set olusturmak amaciyla bazi Dersim asiretlerinin Sah Ismail tarafindan Horasan’a götürüldüklerini, daha sonra da bunlardan bir kisminin geri geldiklerini; Horasan’dan gelme söyleminin ise bu gelis-gidislerden sonra olustugunu ifade etti.
Daimi Cengiz, söz konusu makalesinde bu noktaya da deginerek sunlari yaziyor:
Ancak Sah Ismail döneminde Çemisgezekli asiretlerden sadece Khewu asireti ile yanindaki bir-iki küçük asiret ve Sadlu asireti (ki bu asiret Azeri Kürtleri arasinda da var) Özbek akinlarini durdurmak amaciyla Horasan’a yerlestirildi. Bu asiretlerin az bir kismi Sah Abbas dönemi sonrasi tekrar Dersim’e döndü. Oysa Horasan’a gitmeyen onlarca asiretin (%95) yerlesik oldugu Dersim’de ortak söylem ‘Horasan’dan geldik’tir. Bu söylem daha çok Dersim’den Horasana gitmeyen ocakzade Dersim asiretleri ve diger talip asiretler arasinda çok daha yaygin ve kadimdir. Neden? Çünkü konustuklari Kirmancki (Zazaca) dili basli basina bir dildir. Bu dil Kürtçe (Kurmanci) degildir, ancak Kürtce’ye komsu olan bir dil olarak kadim kökleri Iran Daylamistan ve Horasan bölgelerindedir. 16-17. yy’in 1.Sah Abbas dönemi ve sonrasi söylemi hiç degildir. ‘Horasandan geldik’ söylemi geriye dogru ve kadim bir tarihe, 9. yy ve 10. yy Iran’ina referans verir…’
Bir kere Sah Ismail tarafindan Horasan’a gönderilen Dersimlilerin sayisal olarak Cengiz’in belirttigi gibi az olduklarini söylemek kolay degil. Uzunca bir sinir hatti üzerine yerlestirildiklerine ve Özbek saldirilarini da esas olarak durdurabildiklerine göre sayilarinin az oldugu söylenemez. Daimi Cengiz’in Horasan’a gitmemis olan asiretler için verdigi %95 oranini nasil bir kerametle tespit ettigini ise bilmiyoruz dogal olarak. Ayrica, yazar Horasan’dan geldik’ söyleminin Horasan’a gitmemis asiretler arasinda daha yaygin olarak kullanildigini’ nasil tespit etmis, onu da ayrica merak ediyor insan.
Bu konu ile ilgili olarak en dikkat çekici nokta ise Dr. Cengiz’in Horasan’dan geldik’ söylemine gösterdigi kanit olsa gerek. Cengiz bu konuda Çünkü konustuklari Kirmancki (Zazaca) dili basli basina bir dildir. Bu dil Kürtçe degildir…’ diyor.
Kirmancki (Zazaca) nin basli basina bir dil olmasi, onun deyisi ile Kürtçe olmamasi ile Horasandan geldik’ söylemi arasinda nasil bir bag var ya da olabilir; anlayan varsa beri gelsin.
Öte yandan, Dersim uzmani yazar Dersim’deki Ocakzade asiretlerin çogunun Kirmancca (Zazaca) degil Kurmanccayi konustuklarindan habersiz gözüküyor. Örnegin; Bamasur, Sey Safi ya da Sey Sabun, Aguçan, Pilvank, Dewres Gewr ve Kurêsan Ocakzadeleri böyledir. Gerçi Kurêsan asireti Dersim’de agirlikla Kirmancca (Zazaca) konusuyor ama bunun asimilasyon sonucu olusmus bir durum oldugu anlasiliyor. Bu asiretin atasi olan Kurês, Dersim’e Semsûr (Adiyaman)’dan gelmis. Asiretin Adiyman-Antep yöresi kolu ise Kurmancca konusmaktalar. Yine Dersim ve Sivas yörelerinde de Kurmanccayi konusan kurêsan mensuplari var.
Daha da önemlisi bütün bu Ocakzadeler, soy olarak kendilerini Hz. Muhammed’e baglar, Ehli-Beytiz’ derler. Eger halk arasinda rastlanilan bu tür söylemleri tarih diye algilarsak o zaman ocakzadelerimizin tamaminin aslen Arap olduklarini kabul etmekten baska çaremiz kalmaz.
Ne var ki M. Bayrak’in verdigi ve Besikçi’nin de degindigi Horasan’dan gelme’ olayi disinda, Dersimlilerin atalarinin Horasan’dan geldiklerini dogrulayacak her hangi bir tarihi veri yok. Örnegin eger bu yöre halkimizin atalari Horasan’dan geldiyseler, Osmanli belgelerinde buna ait açiklayici bilgi ve belgeler neden yok? Bu tür veriler olmadigi zaman da söylence, söylence olarak kalir, ona dayanilarak tarih yazilmaz elbet. Hem Dersimliler, söylendigi gibi Horasan’dan gelmis olsalar bile bu onlarin Kürt olmadiklarina ne diye kanit teskil etsin ki? Emevi saltanatina son veren Eba Muslimi Horasani de bir Kürt degil miydi?
Bu Günkü Dersimlilerin Atalari Ne Zamandan beri Bu Topraklardalar?
Bu günkü Dersimlilerin atalarinin ne zamandan beri buralarda yasadiklarina iliskin kesin bilgi yok elimizde ama bazi belirtiler var. Örnegin M. Nuri Dersimi bu tarihi Med dönemine kadar götürüyor. Rus arsivlerinde bulunan ve 1860’larda kaleme alinmis olan Dersim Kürtleri’ isimli bir belgede, Kürtlerin Dersime yerlesme tarihinin Ermenistan’in yikilisi dönemine kadar uzanabilecegini belirtiliyor.
Dersimlilerin atalarinin yukarida belirtilen tarihlerde bölgeye yerlesip yerlesmedikleri tartisilabilir ama daha sonraki dönemlere, Emevi ve Abbasi Imparatorluklarinin Iran’a dogru yayilislari sirasinda, Zagros daglari ile Mezopotamya’nin kuzeyinden bölgeye yapilan göçlere iliskin bir hayli belge ve bilgi mevcut.
Bunlardan biri, ünlü Arap tarihçisi Mesudi tarafindan Kürt Narseh’ olarak bahsedilen Hüremist önder dönemine aittir.
Bir diger ünlü Arap tarihçilerinden Tebari‘ye göre, Narseh taraftarlarina karsi gerçeklestirilen büyük bir katliam, 833 yilina gerçeklesti. Abbasiler tarafindan 60 bin savasçisi birden kiliçtan geçirilen Narseh, taraftarlari ile birlikte Bizans topraklarina göç ederek Kapadokya ve çevre bölgelere yerlesti. Günümüzde Aleviligin en güçlü damarinin bu bölgede (Dersim, Sivas, Erzincan, Malatya, Maras, Çorum, Amasya, Tokat ve Kirsehir) bulunmasinda bu olayin etkisi oldugu tartisma götürmez. Bu bölgedeki Türk Alevilerin kayda deger bir kesiminin de sonraki dönemlerde asimile olmus Zagros göcmeni Kürtler olduklarini söylemek te yine yanlis olmasa gerek.
Daha da ilginci Zagros’larda yüz yillarca mücadele veren söz konusu Mazdekçi-Huremist gruplarin eyleminin tarihteki ilk komünist hareket olarak biliniyor olmasidir. Tarihte kizil bayragi ilk kez sembol olarak kullananlar da bunlardir.
Mazdekiler ve Hurremiler sembol olarak giysi ve bayraklarinda kirmizi renk kullanmislardir. Bu yüzden surhalamân kizil bayrakli insanlar’ ya da surjamagân (surcamadan M.Ç.) kizil giysili insanlar’olarak adlandiriliyorlardi… (Sykes 1908, aktaran Mehrdad R. Izady, Kürtlerin Din ve Inanç yapisi, M, Bayrak Alevilik ve Kürtler Öz-Ge Yay. 1997, Ankara, s. 582. Ayrica Munzur Çem Dersim Merkezli Kürt Aleviligi, Vate Yay., Istanbul, 2012, s. 130)
Burada verilen bilgiler, Türkçeye girmis olan Kizilbas’ teriminin kaynagina da açiklik kazandiriyor. Asli, Kürtçe surcamedan’ bazi kaynaklarda ise surcamegan’ olan bu sözcük, Safevi ve Osmanli döneminde Türk dilinin etkinlik kazanmasiyla Türkçeye çevrildi ve kizilbas’ olarak literatürdeki yerini aldi.
Dersime yapilan önemli göç dalgalarindan biri de Sah Ismail dönemine rastliyor. Bu günkü Dersimlilerin atalarinin en azindan bir bölümü, Dersim Alevilerinin çok sevip saydiklari, kimilerine göre ise haksizliga ve zulme karsi çikmis olan Sah Ismail’in zulmünden kaçarak buralara gelmis olmalari ilginçtir.
Türk tarihçisi Ishak Sunguroglu bu dönemde yapilan büyük göç dalgasi ile ilgili olarak su bilgileri veriyor:
“… Sah Ismail ise, zaptettigi bölgelerde emniyeti temin etmek için kendi tebaasindan olan Dinbilli asiretini tedibe girisince etrafinda bulunan bütün Irak Kürtleri korkularindan batiya dogru kaçmaga baslamislar ve gelip Van, Bitlis, Diyarbekir, Harput gibi daglik bölgelere yayilmislar ve bunlardan bir kismi bilhassa sarp daglara ve vahsi mese ormanlarina sahip ve ayni zamanda yol ugragi da olmayan Dersim’i bir yurd olarak seçmisler ve buraya yerlesmislerdi…’ Munzur Cem; Sah Ismail-Yavuz Sultan Selim ve Idris-i Bitlisi karsilastirmasinda Osmanli tarihçilerine itibar ederek ‘Sah Ismail’in katliamci ve anasini öldürdügünü, Idris-i Bitlisi ve Yavuz Sultan Selim’den daha gaddar oldugunu’ söyledi. Dersim halk inancinda ve Alevi-Bektasi inancinda Ali algisi gibi Sah Ismail (Hatayi) algisini kavramama cehaletini gösterdi. Tarihsel Ali ile Sah Ismail kisiligini degil, Anadolu Alevi-Bektasileri ve Dersimlilerin inancinda yarattigi Ali ve Sah Ismail algisi Dersimliler için önemlidir. M. Cem bu ayrimin farkinda bile degildir.’
Benim için Dersim halk inancinda ve Alevi-Bektasi inancinda Ali algisi gibi Sah Ismail (Hatayi) algisini kavramama cehaletini gösterdi’ diyen D. Cengiz’in kendisi söylediklerimi anlamis mi dersiniz? Kuskuluyum. Ya anlamamis ya da bile bile zikzak çizerek isin içinden çikmaya çalisiyor.
Her seyden önce ben Sah Ismail’in anasini öldürdügünü söylemedim, çünkü böyle bir bilgiye bu güne kadar hiç bir yerde rastlamamistim, ilk kez onun yazdiklarinda görüyorum.
Ikincisi ben Sah Ismail ile ilgili sözlerimi, her firsatta Idris-i Bitlisi ile Yavuz Sultan Selim Alevileri katlettiler’ söyleminin toplantida da dile getirilmesi üzerine söyledim. Peki, Idris-i Bitlisi ile Yavuz kime karsi isbirligi yaptilar? Açiktir ki Daimi Cengiz’in bahsettigi hayali Sah’a degil, düpedüz Safevi hükümdari Sah Ismail’e karsi. Böyle olunca da bizim degerlendirmemizin de bu Sah hakkinda olmasi kaçinilmazdi
Yavuz-Idris-i Bitlisi Ittifakin Perde Gerisi
Söz bu noktadan açilmisken, o toplantida kisaca dile getirdigim Yavuz S. Selim-Idris-i Bitlisi iliskisini biraz açmakta yarar görüyorum.
Her seyden önce bu konuda unutulmamasi gereken nokta sudur; Osmanli Imparatorlugu ile Safeviler arasindaki mücadele, hakli ile haksiz arasindaki bir mücadele degildi. Bu, sömürgeci, isgalci iki imparatorluk arasindaki çikar çatismasi, paylasim mücadelesiydi. Dini inanç ise her iki sömürgeci güç için bir propaganda ve taraftar kazanma araci olmaktan öte bir sey degildi.
Beri taraftan Sah Ismail’in Kürdistan Beylerine karsi izledigi politikayi bilmeden, Yavuz Sultan Selim-Idris-i Bitlisi ittifakinin özünü kavramak mümkün degil. Sah Ismail’in Kürdistan politikasi, ileri derecede baski ve terör üzerine sekillenmis bir politikaydi. O, Kürdistan’i isgal ederken Kürt Beylerinin mülklerine el koyuyor, yerlerine kendi valilerini atiyordu. Bunun ise büyük bir alt-üst olusa ve kaosa yol açmasi kaçinilmazdi. Kürdistan Beyleri, baslangiçta kendisi ile uzlasabilmek için büyük çaba harcadilar ama basarili olamadilar. Sah, görüsme amaci ile yanina giden Kürt beylerinden bazilarini idam etti, bazilarini ise zindana tikadi. Onun, görüsme sirasinda, Kürt beylerini Siz benimle babamin arasini bozmak istiyorsunuz,’ dedigi söyleniyor. Babam’ dedigi kisi ise Yavuz’dan baskasi degildi.
Iste Idris-i Bitlisi ile Yavuz Sultan Selim arasindaki antlasma bu kosullarda imzalandi. Sah Ismail’in tersine Yavuz Sultan Selim, sadece Kürdistan Beylerinin mülklerinin kendilerine ait oldugunu kabul etmekle yetinmedi, ayni zamanda babadan-ogla geçme yöntemiyle bu hakka süreklilik kazandirdi.
Simdi Dersimdeki toplantida sordugum soruyu tekrarliyorum:
Idris-i Bitlisi’nin yerinde siz olsaydiniz ne yapardiniz acaba? Beyliklerinizi sona erdirerek sizi çirilçiplak ortada birakan Sah Ismail’le mi yoksa mülkünüzü size birakan Yavuz Sultan Selimle mi anlasirdiniz? Bu sorunun yanitini bu günü yasayan bir Alevi olarak degil, o dönemde yasayan bir Kürt beyi olarak vermeye çalisin lütfen. Siradan bir alevinin, bu olayi degerlendirirken keske sonuç böyle olmasaydi’, ya da keske Bu ittifak gerçeklesmemis olsaydi’ demesi dogaldir. Çünkü siradan Alevi Yavuz, Sah Hatayi karsisinda galip gelmeseydi, benim inancimdan olanlar yüzyillardir ugradiklari haksizliklara ugramayabilirlerdi,’ diye düsünür. Bu, dogaldir da. Ama tarih üzerine yapilan degerlendirmelerde, hisler, özlemler degil, gerçegi ortaya çikartabilecek bilgi ve belgeler esas alinir, onlar konusturulur. Yavuz’un zulmüne karsi çikmak baska, bir antlasmayi ortaya çikartan kosullari dogru bir sekilde analiz etmek baskadir.
Demek oluyor ki Idris-i Bitlisi’nin attigi bu adimin, siradan bir Alevi katliami ile ilgili oldugunu söylemek gerçekle bagdasmaz. Çemisgezek Beyleri örneginde de görüldügü gibi, Kürt Beyleri ile Yavuz arasindaki söz konusu ittifakta yer alanlar içerisinde Sünni olmayanlar da vardi. O günün belgelerinde yer alan Kizilbas’ teriminin ise en basta Sah Ismail güçlerini, onun taraftarlarini kapsadigini unutmamamiz gerekir. Sefere çikan Yavuz’un cephe gerisini saglama almak amaci ile giristigi Kizilbas katliami, Idris-i Bitlisi ile yapilan anlasma olmasaydi da pekâlâ gerçeklesebilirdi.
Simdi isterseniz bir de Alevilerin çok yücelttikleri Sah Ismail’in döneminde Dersim’de neler oldu, kisaca ona bakalim:
Sah Ismail bölgeye hakim oldugunda Çemisgezek Beyliginin basinda Rüstem Bey bulunuyordu. Sah, Rüstem Bey’i beyligin basindan alip Iran’da siradan bir göreve atarken, yerine kendi adamlarindan Nur Ali’yi Vali olarak tayin etti. Ancak halk Nur Ali’nin yönetiminden memnu degildi ve kisa sürede huzursuzluklar bas gösterdi. Dersim’de huzursuzluk ve karsiliklar sürerken de Çaldiran Savasi patlak verdi.
Rüstem Bey, bu Savasta Sah Ismail’in yaninda yer aldi. Savastan hemen sonra Çemisgezek’i yönetmekte olan Nur Ali’den yana sikâyetlerin artmasi üzerine, Rüstem Bey beyliginin basina dönmeye karar verdi ve o sirada Tebriz’de bulunan Yavuz’un yanina giderek bagliligini bildirdi. Ne var ki Yavuz 40 adami ile birlikte kendisini idam etti.
Rüstem Beyin idamindan sonra oglu Pir Hüseyin Bey bir süre kurtulus yollari aradi ve sonunda Amasya’ya giderek babasinin katili Yavuz’la görüstü. O siralar Kürdistan Beylerini yanina çekme politikasina sahip Sultan Selim, Pir Hüseyin Bey’in Çemisgezek beyliginin basina geçmesini kabul etti. Anlayacaginiz, Idris-i Bitlisi’nin Sultan Selim ile yaptigi anlasma Dersimli Pir Hüseyin Beyin imdadina da yetismis oldu. Ondan sonra da Osmanli egemenligini kabul etmis olan öteki beyler gibi o da Idris-i Bitlisi ile birlikte bu imparatorluga hizmet etti.
Dersimi Ile Bender Yine Hedef Tahtasinda
Daimi Cengiz yazisinda, M. Nuri Dersimi ile Cemsid Bender’e verip veristirmekten de geri kalmiyor. Cemsid Bender, yilllarca yazdi, elestirildi, elestirdi. Ama dogru ve yanlislariyla bir yazi emekçisi, bir arastirmaciydi o. Onunla ilgili degerlendirmelerin de bu çerçeve gözetilerek, belli saygi kurallarina uyularak yapilmasi gerekir. Ahlaki açidan da dogru olan bu, politik açidan da.
Nuri Dersimi’ye gelince; o, halkini hep seven, onun aci ve sevinçlerini paylasmis olan biridir. O kadar ki bir ara Halep’te kendisini ziyaret eden bir hemserisinin 1938 jenosidi ile ilgili olarak anlattiklarini dinlerken, üzüntüsünden kalp krizi geçirmis, hayata güçlükle dönebilmisti. Üstelik, onunkisi sadece sevmekle de sinirli kalmadi, O, halkinin özgürlesmesi için verilen kavgada hep yerini aldi, yasaminin son anina kadar elinden geleni ardina komadan çabaladi ve bu yüzden de büyük acilar çekti; isinden oldu, iskence gördü, yargilandi, hapse girdi ve nihayet 30 yildan fazla sürgün hayati yasadi, 38’de ise ailesi katledildi.
Yurtdisina çiktiktan sonra ise yaptigi ilk islerden biri, Dersime karsi sürdürülmekte olan Kemalist zulmü dünyaya duyurmaya çalismak Ardindan, Dersim’in cografyasini, tarihini, halkinin kültürünü, inançlarini ve mücadelesini anlatan iki önemli eser hazirladi. Onun yaptigi bu is, Dersim halki bakimindan bir ilkti. Ona gelene kadar hiç bir Dersimli, kendi yöresi ile ilgili bu düzeyde bir çalisma yapmamisti. Her çalisma gibi, onun eserleri ve pratigi de irdelenmeye, elestirilmeye açiktir elbet. Nuri Dersim’in Özellikle de 1937’de yurt disina çiktiktan sonraki dönem ile ilgili olarak yazdiklarinda tartismaya açik yanlar var. Ama bu tür eksiklik ve yanlislar, bu eserlerin tasidigi büyük degeri görmemize engel teskil etmez.
Hal böyle iken Dersimi, bizim zazaci’ ve dersimsever!’ çevreler için Nuri Dersimi adeta bir bas düsmandir. Ona karsi kullandiklari karalayici dil, attiklari iftiralar Kemalistlere bile parmak isirtacak düzeydedir.
Bunun tek nedeni ise onun Dersimlileri Kürt, Dersimi de Kürdistan’in bir parçasi olarak görmesi, Dersim halkinin mücadelesinin yurtsever yönüne vurgu yapmasi, yani gerçegi söylemesidir. Kuskusuz, Dersimi bütün bunlari kendiliginden iddia etmiyor. Bizim tarihimiz, gerçegimiz budur. Girin Arap, Fars, Osmanli ve Batili arsivlerine bakin, bir kaç istisna disinda, bu konularda onun söylediklerinden baska bir sey göremezsiniz. 600 yilik Osmanli tarihinde, bu günkü Dersimlilerin atalarini için Kürt’ ten baska kullanilan bir etnik kimlik adina rastlayamazsiniz. Dersim yüz yillarca Kürdistan adiyla anildi. Bu yörenin halki, 20 yy. da Kürt yurtsever mücadelesinin en ön saflarinda yerini aldi. Soykirimlar dâhil, ugradigi zulmün ana nedeni de zaten bundan baskasi degildi.
Elimizden geliyorsa, Nuri Dersimi’inin eserlerini objektif olarak irdelemeli, katki sunarak zenginlestirip gelecek kusaklara aktarmaliyiz. Bu tür degerlendirmelerin ötesinde hiç ama hiç kimsenin onun gibi tarihi kisilere ve emeklerine saygisizlik etmeye, ideolojik-politik saplantilarina göre onlari karalama yoluna basvurmaya hakki yoktur.
Sonuç
Dikkat edilirse D. Cengiz’in de içerisinde yer aldigi sözüm ona Dersimci ve Zazaci kesiminin devletle nerdeyse her hangi bir sorunlari yok. Elestirilerinin, kavgalarinin ana hedefi hep Kürt yurtseverleridir, bizleriz. Üstelik bu saldirilar çogu kez normal ölçüleri asan düsmanca bir tutumla sürdürülüyor. Oysa bu halkin dilini, kimligini, kültürünü inkar eden, onlari Türk-Islam potasinda eritip asimile etmek isteyen ve bu yüzden de zulmün her türlüsünü yapan güç ortada. Bu sömürgeci gücün söz konusu politikasina karsi neler yapilmasi gerektigi de belli. Bu çevreler, çikmaz sokakta kuyruklari ile oynayip duracaklarina ve uydurma gerekçelerle sürekli mazlum rolü oynayacaklarina meydana çiksinlar. Örgütleri ve programlariyla ortaya çikip görüslerini anlatsinlar halka. Eger günün birinde bu halk, söylediklerini benimser ve kendileriyle birlikte olursa kimsenin bir sey söylemeye hakki olmaz. Yeter ki bu is uygarca ölçüler içerisinde, kirmadan dökmeden olsun. Ama bunu yaparken sakin bos bir meydan da hayal etmesinler. Bu meydanda dogal olarak onlar gibi baskalari da her zaman olacak.
Munzur Çem