Bir dönem kapanirken
30 Mart seçimleri kirilma noktasi
Türkiye, 30 Mart 2014 tarihinde yapilacak yerel seçimlere dogru gün sayiyor. Bu yil yani 30 Mart’ta yapilacak yerel seçimler, daha simdiden yerel seçim havasindan çikip genel seçim havasina bürünmüs durumda. Bunun da kendine göre nedenleri var. Çünkü bu yil yapilacak yerel seçimlerden bes ay sonra cumhurbaskanligi seçimi yapilacak. Bir yil sonra ise genel seçimler gündeme gelecek.
Bu yilin içinde yapilacak cumhurbaskanligi seçimi geçmisten farkli olarak ilk kez halk oylamasi ile gerçeklestirilecek. Baska bir ifade ile uzun bir zamandan beri cumhurbaskanligi hesaplarini yaptigi bilinen Basbakan Tayip Erdogan bakimindan cumhurbaskanligi seçimi büyük önem tasiyor. Cumhurbaskanligi seçiminin kaderini belirlemek bakimindan da 30 Mart yerel seçimlerinin tayin edici bir tarih oldugu tartismasiz. Gerçi AKP hükümetinin son dönemde bulastigi yolsuzluk ve rüsvet davalarindan sonra Basbakan Erdogan’in cumhurbaskanligi hesaplari önemli ölçüde suya düsmüs görünüyor. Bu tablodan yola çikarak Erdogan, daha simdiden partisinin basinda kalmak için üç dönem milletvekili kosulunu tartismaya açmis durumda. Ama yine de bu konuda esas yol gösterici kistas 30 Mart seçim sonuçlari olacak gibi görünüyor. Bu seçimde elde edecegi sonuçlara bagli olarak Basbakan Erdogan cumhurbaskanliga adayligini tekrar öne çikarabilecegi gibi, bu hesabi tümüyle gündemden de çikarabilir.
Benzer bir biçimde 30 Mart yerel seçimlerinin, bir yil sonra yapilacak genel seçimler bakimindan da bir referans sayilmasi kaçinilmaz. Bu durum mevcut AKP iktidari için oldugu kadar diger bütün siyasi aktörler için de geçerli. 30 Mart yerel seçimlerinde alinacak oylar genel seçimlerin sonuçlari bakimindan önemli ipuçlarini ortaya koyabilir. Söz gelimi iktidar partisinin bu seçimde önemli bir oy kaybina ugramasi, onun bakimindan bir çöküsün baslangici anlamina gelebilir. Böyle bir sonuç AKP’nin genel seçimlerde daha fazla güç kaybedecegi algisini güçlendirebilir. Ya da tersi bir durum söz konusu olabilir. AK Parti bu seçimde belli bir oy oranini tutturursa, bundan alacagi enerji ile gelecek yil yapilacak genel seçimlere daha emin bir ruh haliyle girebilir.
Gelecek yil yapilacak seçimler sonucunda olusacak siyasi tabloya bagli olarak Türkiye’nin yakin geleceginin rotasinin tayin edilecegini söylemek abarti olmaz.
Türkiye tarihsel bir kavsakta
Türkiye gerçek anlamda bir tarihsel dönüm kavsaginda. Baska bir ifade ile Türkiye bakimindan bir dönem kapaniyor, ama yeni baslayacak dönemin niteligine iliskin bu asamada yalnizca öngörüde bulunmak mümkün.
Öncelikle kapandigini söyledigim dönemin nasil bir sey olduguna iliskin birkaç noktanin altini çizmekte yarar var.
Türkiye’nin, 1999 yilinda AB adaylik süreciyle birlikte bir degisim ve reform konjonktürüne girdigi biliniyor. Sözü edilen dönemde Türkiye eski tarz siyasetle yönetilemez olmus, dönemin siyasal aktörleri bogazlarina kadar yolsuzluk, rüsvet ve karanlik islere batmislardi. Kürdistan’da sürdürülen her türlü kuraldan yoksun kirli savas, sistemi tümüyle çürütmüs ekonomik yapi çökme noktasina gelmisti. Toplum ise bütün bu olup bitenlerden bunalarak yorulmustu.
AKP, içerde ve disarida ortaya çikan degisim beklentilerinin sonucu olarak 2002 yilinda iktidara geldi. Söz konusu degisim konjonktürünün sonucu olarak iktidar olan AKP ayni zamanda kendi mesrebince degisim sürecinin ileriye tasinmasina katkida bulundu. PKK lideri Abdullah Öcalan içerdeydi ve PKK yurtdisina çekilerek silahli çatismalar durdurulmustu. Ama daha da önemlisi 2005 yilinda Türkiye ile tam üyelik müzakerelerini baslatan Avrupa Birligi, Türkiye’nin demokratiklesmesi bakimindan büyük bir motivasyona yol açti. Artik Türkiye yüzünü AB somutunda demokrasi ve degisime çevirmis, ileriye dogru ilerliyordu.
Tam bu dönemde baska bir önemli gelisme daha yasandi. Birinci Körfez Savasi ile fiili olarak özgürlesen Irak Kürtleri, Ikinci Körfez Savasi sonucunda fiili statülerini yasal bir konuma kavusturdu. 2005 yilinda yapilan yeni anayasa ile Irak federal bir ülke olarak yapilanmis, Kürdistan bölgesi ise bu yapi içinde federe bir bölge statüsüne kavusmustu. Baska bir ifade ile genelde Kürtler, özel olarak da Irak Kürtleri özgürlük yolunda geri dönüsü olmayan bir noktaya ulasmislardi.
Bu durum ister istemez bölgedeki bütün siyasal aktörleri Kürt politikalarini gözden geçirmeye zorladi. Bu zorunlulukla en çok yüz yüze kalan ise Türkiye oldu. Turgut Özal’in deyisiyle gelinen noktada Türkiye bükemedigi eli öpecekti. Yillarca görmezden geldigi, önünü kesmeye çalistigi Kürt gerçegini tanimak ve onunla yüzlesmek zorunda kalacakti. Bu ise içerde de paralel adimlar atilmadan olmayacak bir seydi. Irak Kürdistan Bölgesi’ni taniyan, onunla diplomatik iliski kuran ve bir asamadan sonra onunla stratejik iliski gelistiren bir Türkiye, kendi içinde yüzyillik inkar politikalarini daha fazla sürdüremezdi. Bu tablo içinde Türkiye’nin kendi Kürt politikasinda belli bir esnemeye gitmesi gerekiyordu ve öyle de oldu.
Söz konusu degisim konjonktüründe Türkiye birbiriyle baglantili üç alanda kabuk kirma girisiminde bulundu. Bunlardan birincisi Kürt sorunu ile ilgili olaniydi. Basbakan Erdogan’in 2005 yilinda Diyarbakir’da yaptigi bir konusmasinda Kürt sorununa iliskin yaptigi vurgular önemliydi. 2009 yilinda TRT Ses’te tam gün Kürtçe yayina baslanmasi ile devletin Kürt sorunundaki inkar politikasinda önemli bir gedik açildi. Daha sonra belli üniversiteler bünyesinde kimi Kürtçe bölümleri açilarak süreç ileriye tasindi. Geçen dönemde yapilan önemli islerden birisi de askeri vesayetin kirilmasi yönünde atilan adimlardi. Ergenekon ve Balyoz gibi davalarla ordunun darbe hevesleri büyük ölçüde geriletildi, ordunun sistem içindeki konumu geri plana itildi. Bu dönemde AB ile yapilan müzakereler çerçevesinde önemli demokratik degisimler yasandi. 12 Eylül 2010 tarihli referandumda yapilan yasal degisiklikler Türkiye’de yeni bir anayasa yapimi yönünde önemli bir bilinci ortaya çikardi.
Bir dönem kapanirken
12 Eylül 2010 yilinda referanduma sunulan kismi anayasa degisiklik paketine sunulan yüzde 58 oranindaki destek, AKP’nin öncülük ettigi degisim cephesinin ortaya çikardigi enerji bakimindan bir zirve oldu. Bu ayni zamanda AKP’nin degisim potansiyelinin de sonuna geldigini gösterdi. Sikça ifade edildigi gibi AKP’de, daha çok da Basbakan Erdogan’da bir güç zehirlenmesi belirmeye basladi. AKP etrafinda asiri derece merkezilesen güç ve bunun yol açtigi rant dagitma agi, sistemdeki çürüme ve yozlasmayi olagan hale getirdi. Basbakan’in bütün tutum ve tavirlarina asiri bir kibir, ötekilestirme ve hegemonya anlayisi damgasini vurmaya basladi. 2013 yili bu açidan bir kirilma yili oldu denebilir. Taksim Gezi olaylarinda basbakanin izledigi dayatmaci ve ötekilestirici yaklasim toplumsal kutuplasmayi derinlestirerek geçmiste ittifak ettigi degisimci güçleri hükümetten uzaklastirdi. 17 Aralik’ta baslayan yolsuzluk sorusturmalari ise mevcut hükümetin mesruiyetini tartisilir hale getirdi.
Gelinen asamada AK Parti hükümeti, bulastigi yolsuzluk ve rüsvet olaylari nedeniyle ciddi bir biçimde sorgulama konusu haline geldi. Basbakan Erdogan ise yolsuzluk ve rüsvet olaylarini ‘paralel yapi’, ‘dis mihraklar’, ‘iç ve dis lobiler’ üzerinden örtmeye ve izledigi saldiri taktigi ile kitlesini tahkim etmeye çalismaktadir. Basbakanin izledigi bu agresif yaklasimin hayra alamet olmadigi ortada. Kendisine iliskin iddialari bosa çikartmak ve giderek aklanmak için adil ve seffaf bir yargi sürecinin önünü açmak yerine, bir suçluluk psikolojisi ile kurumlari çalisamaz hale getirmekte, yargi üyelerini, binlerce emniyet görevlisini hallaç pamugu gibi oradan oraya savurmaktadir. Düne kadar birlikte yürüdügü ve kendisine dokunmadigi sürece her türlü uygulamasina göz yumdugu Fetullah Gülen cemaatini simdi en büyük tehdit odagi olarak göstererek, bu tehdidi bertaraf etmek için otoriterlesme yönünde tam gaz ilerlemektedir. Son dönemde alelacele yapilan HSYK, Internet ve MIT ile ilgili yasal degisiklikler bunun çarpici örnekleri.
Isin gerçegi su ki AKP degisim ve reform çizgisinin sonuna geldi. AK Parti yapacaklarini yapti, bundan daha fazlasini yapmasi mümkün degil artik. Üç dönem boyunca ve yogun bir kitle destegi ile iktidar olan AKP, bu ülkenin en yakici ihtiyaci olan yeni bir anayasayi yapmadi, ya da bu konuda gerekli iradeyi ortaya koyamadi. Geçen dönemde Kürt sorununda devletin inkar politikalarinda belirli gedikler açildi. Ne var ki sorunun özüne dokunulmadi. Bunun temel nedeni ise AKP’nin Kürt sorununda dogru dürüst bir politikasinin olmamasiydi. AKP hiçbir zaman Kürt sorununu dogru tanimlayamadi, öyle olunca da buna iliskin bir çözüm üretmesi mümkün degildi. Bugün Kürt sorunu, geçen dönemde bu yönde yapilan bütün girisimlere ragmen çözülmedi, tam tersine bütün yakiciligi ile orta yerde duruyor.
Belki de esas sorun AKP’nin demokrasi konusunda derin bir dagarciktan yoksun olmasi, onun demokrasi konusunda bütünlüklü ve ilkeli bir durusunun olmamasiydi. Onun demokrasi konusundaki zaafiyeti bütün diger sorunlara iliskin politikalarina da yansidi. AKP, demokrasi ve Kürt sorununda ilkeli ve tutarli bir politika izleme kapasitesi gelistirmek yerine pragmatist ve günü birlik davrandi. Kendi çikarlari gerektirdigi ve baska türlü isler yönetilemez geldigi noktada adimlar atti. Ancak bu adimlar bütüncül bir politikanin parçalari olarak kurgulanmadigi için ne demokrasi konusunda ne de Kürt sorununda kurumsal bir dönüsüm gerçeklesebildi.
Ama öyle görünüyor ki bütün bu açmazlarina ragmen ve yasananlardan daha vahim gelismeler yasanmadigi sürece AKP bir dönem daha iktidar olacak. Bunun nedeni ise ortada ciddi ve güven veren bir muhalefetin olmayisidir. AKP mevcut gücünü büyük ölçüde muhalefet yokluguna borçlu. Bu tablo içinde alternatif yoklugundan dolayi bir kez daha iktidar olma ihtimali yüksek görünen AKP, önümüzdeki dönemde eski gücünü bir hayli yitirerek ve her gün mesruiyeti sorgulanacak bir biçimde iktidarini sürdürecek.
BDP kredisini tüketti
Bugün AKP’nin yasadigi çürüme, yozlasma ve tükenme sürecinin bütün belirtileri BDP için de geçerli. BDP üç dönemdir belli Kürt illerinde yerel yönetimleri yönetiyor. Benzer sekilde parlamentoda uzun bir zamandir temsil olanagi buluyor. Baska bir ifade ile Kürt toplumu geçmiste düzene dönük tepkisini önemli oranda BDP’ye kanalize ederek ona kredi açti. Ne var ki BDP’nin söz konusu toplumsal destegin geregini yaptigini söylemek mümkün degil.
BDP’nin kendisine özgü bir politikasinin olmadigini yillardan beri dile getiriyoruz. Kendisi bir aktör olmak ve Kürt halkinin mesru taleplerini parlamentoya ve Türkiye gündemine tasimak yerine Kandil’in ve Imrali’nin hink deyicisi durumuna düstü. Son dönemde yaptigi en düzgün is Imrali ile Kandil arasinda posta güvercini rolünü yerine getirmek oldu.
Oysa BDP Kürt halkinin kendisine sundugu kredinin gereklerini yerine getirmek için önemli firsatlara sahipti. Geçen dört yillik süre içinde yeni bir anayasa yapimi için etkin bir varlik gösterebilir, kamuoyunu bu yönde ciddi bir biçimde seferber edebilirdi. Oysa bizim ( HAK-PAR’in) çabalarimizla anayasa konusunda üzerinde anlastigimiz Kürtlerin temel taleplerinin bile arkasinda durmadi. Bu talepleri Anayasa Uzlasma Komisyonu vb. platformlara tasimak için kilini bile kipirdatmadi.
Son birkaç yilda Türkiye’de Açilim ve Çözüm adi altinda belli süreçler gündeme geldi. Bu kapsamda hem Kürt sorunu hem de silahlarin susmasi tartisildi. Ama bu konulara iliskin BDP’nin dogru dürüst bir politika gelistirdigini gören olmadi. Etrafinda kopardigi onca samataya ve izledigi gerilim çizgisine ragmen BDP’nin Kürt sorununda adam akilli bir politikasi olmadi hiçbir zaman.
Benzer durum yerel yönetim deneyimleri içinde geçerli. BDP’nin 15 yildir yönettigi Kürdistan kentleri yogun bir çürüme ve yozlasma içinde kivraniyor. BDP’nin yönettigi kentler ulusal ve tarihsel kimliginden hizla uzaklasiyor, söz konu kentlerin sosyal ve ahlaki dokusu bozuluyor. BDP’nin bu kentlerde yaptigi tek sey halkin enerjisini kendi parti çikarlari için seferber etmek, Kürt halkinin degisim potansiyelini hovardaca harcayip tüketmek oldu.
Yeni Bir denklem ihtiyaci
Türkiye, merkezinde AKP ve BDP’nin bulundugu siyasal denklem ile ancak bu noktaya gelebildi. Bu denklem içinde olup olacagi bu kadardi. Türkiye’nin bu siyasi tablo içinde daha fazla yol almasi mümkün görünmüyor. Türkiye ileriye gitmek bir yana, son dönemde kendi enerjisini yiyerek bir kaos koridoruna girmis bulunuyor. AKP degisim potansiyelini tüketti, BDP ise halkin kendisine sundugu krediyi hoyratça çarçur etti. Toplum bu gerçegi görüyor. Kürtlerin ve Türklerin kendi siyasal deneyimlerinden hiçbir sonuç çikarmadiklarini düsünmek esyanin tabiatina aykiri.
Türkiye’nin mevcut kaotik ortamdan çikmasi için yeni bir siyasi denkleme ihtiyaci var. Bu ise siyasal denkleme yeni aktörlerin katilmasi ile mümkün olabilir. Bu hem Türkiye geneli için hem de Kürt hareketi için geçerli.
AK Parti ve Gülen Hareketi’nin giristigi kavganin her türlü ahlak ve ilkeyi paspasa çeviren seviyesizligi, Türkiye’nin genis muhafazakar kitlesinde derin bir sarsintiya yol açtigina kusku yok. Kitleler din ve ahlak adina yola çikan muhafazakar aktörlerin belden asagi kavgalarini büyük bir saskinlik ve ibretle izliyor. Din ve erdem maskesi arkasinda dökülen yolsuzluk, rüsvet ve ahlaksizlik görüntülerini büyük bir düs kirikligi esliginde seyrediyor. Bu sok ve sarsintilar kitleleri bilinçlendiriyor. Türkiye’deki muhafazakâr kesimin 28 Subat’ta yasadigi degisimin bir benzerini AKP-Cemaat çatismasi nedeniyle önümüzdeki süreçte yasayacagina süphe yok.
Kürt hareketinde de dipten gelen bir degisim sancisinin yasandiginin ciddi belirtileri söz konusu. Söz konusu belirtiler su yerel seçim sürecinde daha görünür olmaya basladi.
Türkiye ölçeginde gerçek anlamda çagdas, demokrat ve özgürlükçü bir anlayis yakici bir ihtiyaç haline geldi. Kürtler için de durum ayni. Kürt hareketi bakimindan esas sorun dik durup durmama meselesidir. Bir adim sonra ilke ve netlik meselesidir. Kürt sorununu bir ulusal sorun olarak görmeyen, bu konuda tam bir esitligi savunmayan, söz konusu esitlikçi çözümü cesaretle dile getirmeyen, Kürtlerin de her halk gibi özgür, esit ve onurlu yasama hakkini evelemeden gevelemeden savunmayan bir hareketle ancak bu kadar yol alinabilir.
Bundan sonra bu terazi bu sikleti çekmez. Kürt hareketini daha ileriye tasimak ve ayni zamanda Türkiye siyasal denklemini yeni bir dengeye kavusturmak için HAK-PAR bir firsat olabilir.
30 Mart Yerel Seçimleri bir de bu bakimdan önemli.