Makale

Bir kez daha ‘Kürt Sorunu’

Biliyorum; hep ayni meseleleri yazip çizmek ve okumak yüzünden, sikilmayan kalmadi ülkede.

Lâkin yeni sevdalarin, yeni umutlarin ufuksuzlugunda yeni siirler yazmak, yeni sarkilar bestelemek nasil mümkün olsun ki?

Bir sonraki karesine geçemedigimiz hayat filminin donakalmis resmi önünde, sanki tanrisal cezalandirmayla, dönmüsüz bir papagana.

Üstünden geçe geçe kalemin kâgidi yirttigi, biçagin yarayi kanattigi su ‘Kürt Meselesi’ne, bir kez daha bakalim gene de.

Ilkin ifade etmeliyim ki, nereye dogru gidildiginin bilinmemesine neden ‘Çözüm Süreci’ dendigini hâlâ anlayabilmis degilim ben.

Öcalancibir avuç Kürt’le Erdogan’in tayin ettigi birkaç adami arasinda geçen, adina ‘Baris Süreci’ de dedikleri ama baskaca bir cümle kurmayip gerisini getirmedikleri, hattâ herhangi bir anlasma yapmadiklarini ileri sürerek neler olup bittigi konusunda bizden farkli degillermis izlenimi veren, ama bu belirsizlikten hosnut kaldiklarini da saklamadiklari, benimse kisisel olarak yadirgadigim böylesi bir tablodur, görünen.

Tek olumlu argüman, kimsenin ölmemesi.

Iyi hos da, bunun saglam ve sürdürülebilir bir esasa dayandigini kim söyleyebilir?

Bu yüzden, sanki her sey kotarilmis, yoluna rayina oturtulmus gibi bir duygunun yaratilmasi dogru mu?

Her seyden önce bilmeliyiz ki, öldürme araçlarinin masada tutuldugu bir zeminde kurulan iliski, savas iliskisidir.

Kosullarina bagli olarak bu da mümkündür elbet.

Ama bizimkisi öyle midir?

Analizi düzgün mü yapilmistir?

Türk halkiyla Kürt halki mi savasmislardir, yoksa bir sürü yanlisi olan antidemokratik devletle, bir sürü yanlisi olan ayrilikçi Kürt örgütü mü?

Bu ikisinin sonuçlari farkli yerlere varir çünkü.

Iki halk dövüsselerdi, ben bu yaziyi böyle yazmazdim.

Ayrilmalarinin dogru olacagina inansaydim, bunu dahi önerirdim.

Niye olmasin ki?

Önemli olan insanin mutlulugu degil midir?

Ne ki artik halkin öylesine bir noktaya dogru sürüklendigini görüyorum ki, gelismeler neticesinde nasil pay edileceklerini giderek tevekkülle karsilayacaklari, âdetâ vaktin dolmasini melül melül bakinarak bekleyen kurbanliklara benziyorlar.

Taraflar sahte gülücükleriyle tebessüm ediyor gibi yapsalar da, alttan alta birbirlerinin karacigerine karacigerine çalismaktan geri durmuyorlar.

Hiç böyle baris olur mu?

Bakis açilarinin perspektifi de bozuk.

Öcalan’in bir tutam Stalinci, bir çimdik Maocu, bir çorba kasigi din, göz karari demokrasi; yani hapishanenin dört duvari arasinda biraz oradan biraz buradan apararak uydurdugu saçma sapan projelerinin, sonu hüsranla bitecek maceralarina, basta Kürt halki olmak üzere tümTürkiye’yi atmaya kalkmak akil isi mi?

Devletin ise, kitleleri din semsiyesi altinda toplayabilecegini umdugu Ortadogu’da, galiba artikbiz de dahil, ilaç için bir tane olsun dingin bir Islâm topluluguna rast gelinebilir mi?

Birakin Diyarbakir’i, Edirne’yi bile Selanik’e Sofya’ya Budapeste’ye degil de, bundan böyleSam’a Kahire’ye ve Bagdat’a benzetmek, ne yarar saglayacak?

Bati iliskilerinde nispeten mesafe almis bir ülke olarak, toplumsal sorunlarimizi Sark’a duyulan özlemlerle ve bugün için miadi dolmus ulus-devlet hayalleriyle mi çözecegiz?

Herkesin kendi yöresinde hem kendi kültürü, hem de çagdas tecrübe ve ihtiyaçlari isiginda,Ankara’nin her seye burnunu bu kadar çok sokamayacagi bir katilimcilikla, fakat bütün sorunlari ancak ve ancak ‘insan hak ve özgürlükleri’ baglaminda ele alarak, AB rotasinda metotlarla hâlletmeyi neden seçmeyiz ki?

Eger bölünürsek kaotik bir Ortadogu topragi olarak kalacagiz.

Ama enerjimizi Türkiye’nin demokratiklesmesine harcarsak, uygar dünyaya katilacagiz.

Insan, bu kadarini da mi göremez?

——————————————————-

Taraf-11 Nisan

Namik Çinar

Back to top button