Bu neyin savasi?
Sedat Ergin, birkaç gün önce bir yazisinda Bati Suriye’deki gelismeleri söyle tanimliyordu: ‘Hiç uzatmadan yalin bir ifadeyle karsimizdaki durumun adini koyalim. Türkiye ile Suriye, yasanan son gelismelerle birlikte bugün Idlib’te açik bir askeri çatisma içindeler’.
Dahasi var. Bu çatisma anlik bir parlamadan öteye geçebilecek nitelikte.
Degil mi ki, Erdogan da Putin’le yaptigi görüsmeden sonra bunu teyit eder tarzda sözler sarf ediyordu:
‘Idlip’deki saldiri yeni dönemin miladidir. Putin’le görüsmemizde rejimin Soçi mutabakatina uygun bölgeye çekilmesini istedim. Subat sonuna kadar rejim geri çekilmezse Türkiye olarak gerekeni yapacagiz (…) Dost unsurlara havadan ve karadan yapilan her saldiri misliyle cevaplandirilacaktir’.
Kosullar ve güç dengeleri buna elverir mi? Erdogan, tehdidi fiili duruma çevirecek kararlilik ve kabiliyette mi? Rusya’yla yasanan çikar çatismasi ve yeni gerginlik, iktidarin Suriye’deki hareket alanini ne kadar ve nasil kisitlayacak?
Bunlari zaman gösterecek.
Ancak su açik: Erdogan’in siyasi tercihleri, sinir disi güç kullanimini, alan kontrolü arayisini ve askeri eylemi Türk dis politikasinin ana eksenlerinden birisi haline getirmis bulunuyor.
Cerablus, Afrin ve güvenlik koridoru operasyonlari, Libya’ya asker gönderilmesi, Suriye’nin Bati’sinda 12 askeri gözlem noktasi, yerel Islamci muhalefet gruplariyla yakin askeri isbirliginin sürdürülmesi bu politikanin kilometre taslarini olusturuyor.
Bu yolun, sert, büyük ve meydan okuyucu güç olma, güç yoluyla çikarlari tanimlama ve gerçeklestirme arayisinin temelinde bir ‘savunma politikasi’ yatmiyor.
Bu, insani ve kaçinilmaz siyasi gereklilikler sonucunda izlenen bir güzergah da degil.
Sadece siyasi bir tercih.
Örnegin Suriye, özellikle Idlip politikasi Türkiye için sadece mülteci sorunundan olusmuyor. Nitekim bu sorunun sivil çözüm imkanlari var.
Suriye meselesi Erdogan ve müttefikleri için esas olarak bu ülkede yer tutma arayisindan olusuyor. Türkiye, bu niyetle, çatismaya girme pahasina, dengelerin Esad lehine degismesini ve bu durumun ileride anayasaya yansimasini engellemeye çalisiyor. Velhasil Esad’in alanini sinirli tutmak, muhalif güçleri tahkim etmek, Suriye’nin yeniden yapilanmasinda ve yeni yapisinda söz sahibi olmak pesinde kosuyor.
Esad’in askeri ilerleyisi, Türkiye’nin askeri konvoyunu vurmasina Ankara verdigi yanit ve Erdogan’in son tehdidinin, özetle son gelismelerin hikayesi aslinda bu. Idlip’den Halep ve Lazkiye’ye açilan ünlü M4 ve M5 karayollarinin kontrolü Esad için de, (gerek mevcut askeri noktalarin muhafazasi gerek muhalif güçlerin alanlarini korumasi bakimindan) Türkiye için de hayati önemde.
Asli soru ve sorun Idlip’te degil, büyük resimde, yeni dis politik tutumda.
Bu dis politik tutumun cumhuriyet tarihinde örnegi yok.
Türkiye’nin kendi cografyasinda ve daha öte cografyalarda, Davutoglu’nun ‘yumusak güç’ olma siyasetinden, Erdogan ve Bahçeli’nin ‘sert güç’ olma politikasina geçis arayisi yanlisligi dogrulugu bir yana (bence büyük yanlis olduguna süphe yok) etkileri bakimindan hafife alinmayacak önemdedir.
Bu arayisin iç siyasette yansimalari ve iç siyasi karsiligi dikkatle okunmalidir. Zira bu politika bir yaniyla, yenilenen keskin muhafazakârligin önemli bir yapistiricisi, Cumhur Ittifaki’nin önemli bir kozu, otoriter düzenin yeni bir dayanagidir. Kürt meselesinden bölge sorunlarina bir varolus paketi olusturmakta, dis politikayi, agresiflige dayali bir özgüven söylemi ve eylemi üzerinden iç siyasetin kurucularindan birisi haline getirmekte, derin siyasi itiraz dalgasi karsisina derin bir milliyetçilik rüzgarini çikarmaktadir.
Yeri gelmisken ekleyelim: Davutoglu, Babacan gibi aktörlerin önündeki en önemli soru ve sorun da, daha demokratik söylem üretmekten çok daha fazla, bu muhafazakârlikla yüzlesmede yatmaktadir.
—————————————————————-
Karar-6 Subat-2020
Ali Bayramoglu