Makale

Bu siddet rejimi sürekli el yükseltmek zorundadir

Bugün Türkiye’de hukuk devleti degil, hatta kanun devleti bile degil, kendinden menkul bir keyfi baski ve siddet devletinin hâkim oldugu asikâr. Her hafta katmerlesiyor. Dalga dalga yayilan bu keyfi devlet siddeti, bir merkezden yönetiliyor. Bu da rejimin otokrat niteligiyle bütünüyle uyumlu. Otokratin sadece devletin, hükümetin, iktidar partisinin ya da tek partinin basi olmasi yetmez. Ayni zamanda basyargiç, bassavci olmasi da gerekir. Ordu ve din ise, otokratin himaye ve güdümünde olmalidir.

Türkiye’de bugün, iktidar partisinin genel baskani ayni zamanda cumhurbaskani oldugu için, siyasal olarak bütünüyle sorumsuz. Ama yaptiklari ve söyledikleri, sadece hükümetin icraatlarini, iktidar partisi üye ve yandaslarinin neyi söyleyip ne söylemeyeceklerini belirlemiyor. Yargiya da dogrudan ve açik biçimde yön veriyor. Son yapilanmasiyla artik HSK, basyargicin emirlerine riayet etmeyenleri cezalandirmakla yükümlü bir parti devletinin iktidar organidir.

Insan haklari savunucularinin gözaltina alinmasini izleyen günlerde bir kez daha yaptigi gibi, daha gözalti süreleri dolmadan, savcilar ifadelerini almadan, zanlilarin ne tür bir suç islediklerini otokrat ilan ediyor. Bundan sonra hangi savci, elde suçlayacak suç delili kirintisi bile olmasa, sorusturmaya gerek olmadigi karari verebilir? Hangi hâkim tutuklama kararindan baska karar alabilir? Tutuklu milletvekilleri için terörist damgasini siyasal sorumsuzluk zirhiyla korunmus basyargiç ilan ettikten sonra, hangi hâkim, kovusturulamaz degil, dokunulamaz olan bu milletvekillerini serbest birakabilir? Bugün kâgit üzerinde yazili olan ‘yargi bagimsizligi’, Reis’in yabanci bir gazetecinin tutuklu kisiler hakkinda sordugu soruya, mostralik cevap verebilmesi için duruyor. Zaten böyle bir soruyu sorma olanagi yerli gazeteciye hiçbir sekilde taninmadigi için, bu mostralik ilkeyi en fazla senede birkaç kez, sarilip sarmalandigi kutusundan otokrat çikarip gösteriyor.

Türkiye’de yargi bagimsizligi gerçek anlamda hiçbir zaman olmadi. Ama bugünkü kadar, iktidar partisinin ve dogrudan onun baskaninin bu denli aleni, yaygin ve sistemli biçimde yargiyi yönettigi bir dönem de olmadi. Bugünün Türkiyesi, bu açidan, Nazi Almanyasi’nin ceza hukuku felsefesiyle Stalin yönetiminin yargi terörü pratiklerinin bir sentezini el yordamiyla gerçeklestirmis gibi. Bu sentez, bir yandan, Meclis Içtüzügü degisikliginde oldugu gibi, fasizan milliyetçi kadrolarla pekisen ittifakin açik izlerini tasiyor. Diger yandan, 2000’li yillarda Tayyip Erdogan hükümetinin Gülen cemaatine teslim ettigi polis istihbarat ve özel yetkili savcilarin gelistirdikleri pratikleri aynen sürdürüyor. Lagimci gazeteciligin en parlak örneklerini simdi yandas basin vermeye devam ediyor.

O dönemde düsman ceza hukuku pratikleri uygulanirken, kendini ‘savci’ ilan eden basbakanin, simdi ayni seyi her kesime dogru ve neredeyse her gün cumhurbaskani olarak yapmasi, bu sürekliligi yeterince aydinlatiyor. Zaten bu nedenle, Gülen cemaati üyelerinin isledikleri suçlar kovusturulurken son derece seçici davranilmiyor mu? Bu suçlar islenirken, ‘iltisakli’ olan kisilerin, açik biçimde yardim ve yataklik yapanlarin kovusturulmasindan seytandan kaçar gibi yargi kaçmiyor mu? Bu konu bugün iktidarin en büyük tabusudur.

Iktidarda kalmak için her seyi göze aldigi artik açikça ortaya çikan otokratin korkulari, saplantilari ve paranoyasinin inis çikislariyla, yandas mobilizasyonu yöntemlerinin gerekleri bugün iktidarin baski, sindirme ve siddet politikasini belirliyor. Bu, fren mekanizmasi olmayan, her gün yeni süphelilerin bulunmasini gerektiren, kapsama alani sürekli genisleyen bir zulüm ve ser politikasidir. Bir motorun ambale olmasi gibi, siddet, kibir ve korku karmasasinda iktidarlar da ambale olurlar.

————————————————————

Cumhuriyet-12 Temmuz

Ahmet Insel

Back to top button