Makale

Bu yolun düzü yok mu? (*)

Mart ayi sonunda yapilacak yerel seçimler de, daha öncekilerde oldugu gibi siyasi atmosferin ezici etkisi altinda yapilacak. Bu, bir bakima normal. Çünkü Türkiye tekçi ve asiri merkezi bir devlet anlayisiyla yönetilen bir ülke ve bu tür ülkelerde yerel yönetimler için yapilan seçimlerde genel politikalar sadece öne çikmakla kalmazlar. Ayni zamanda tüm seçim sürecine yön verir ve onu belirlerler.

Bu seçimlerde de yerel yönetimler için hazirlanan projeler yeterince konusulmuyor, tartisilmiyor ve yaristirilmiyor. Aksine, merkezi yönetimi ele geçirme mücadelesinin, yani genel seçimlerin bir ön provasi olarak görülüdügü için, genel politikalar konusulup tartisiliyor. Oysa bu seçim, ‘yerel yönetim’ ile ‘yerinde yönetim’in ve ikisi arasindaki iliski ve farklarin, TC’nin bazi çekincelerle imzaladigi konuya iliskin uluslararasi anlasmalarin gündeme gelip tartisilmasina ve kamuoyunun aydinlatilmasina vesile olabilirdi. Ama olmadi. Haksizlik yapmamak adina, bazi partilerin, kentlerde olusturulan sivil toplum inisiyatiflerinin güçleri oraninda konuyu gündeme getirdiklerini söylemek gerekir.

Yanisira 30 Martta yapilacak yerel seçimleri, öncekilerden ayiran bazi farklar var. Bunlardan birisi yerel seçimleri, Türk siyaseti açisindan önem arzeden cumhurbaskanligi ve parlamento seçimlerinin takip edecegidir. Taraflarin 30 Mart seçimlerindeki basari ya da basarisizliklari, daha sonra yapilacak iki seçime yönelik politika ve tavirlarini etkileyecektir.

Bu seçimi ötekilerden ayiran bir baska önemli nokta ise, seçimlerin ülkenin yakin dönemdeki siyasi kaderini etkileyecek gelismelerin gölgesi altinda yapilmasidir. Bu gelismelerin basinda ’17 Aralik Operasyonu’ ve sonrasinda yasananlar geliyor.

AK Parti, CHP ve MHP tarafindan düzenlenen mitingler, birer savas alani gibi. Liderler mitinglerde ’17 Aralik Operasyonu’na yönelik tavirlarini dile getiriyorlar, karsilikli olarak birbirine hakaretler yagdiriyorlar.

Basbakan, oglu ve hükümetindeki bakanlar hakkindaki yolsuzluk ve rüsvet iddialarinin yalan oldugunu ispatlamak için kilini dahi kipirdatmiyor. Oysa devletin olanaklari elinin altinda ve istemesi halinde bunu kolayca yapabilir. AK Parti ve liderinin agzinda varsa yoksa ‘paralel yapi’, ‘Pensilvanya’daki imam’ ve yaptiklari. Basbakan’a göre, 10 yildan fazla süren iktidarlari döneminde yasanan her türlü kötülügün, kanunsuzlugun altinda onlar var… Kendisi ve AK Parti’nin yöneticileri sütten çikmis ak kasiklar, tek suçlari düne kadar birlikte davrandiklari, devleti ve olanaklarini birlikte paylastiklari ‘kankalarinin’ kötü niyetinin farkina varamamalari, saf olmalari…

Bakan çocuklarinin evlerinde çikan para sayma makineleri, ‘bir kaç kurus’ olarak görülen milyonlarca liralar, ayakkabi kutularinda bulunan milyonlarca Dolar ve Eurolar, Bilal Erdogan’in, babasinin talimatiyla baslattigi ve 24 saat süren eritme eylemine ragmen elinde kalan 30 milyon Eurocuklar… Bunlar ve dinlemeye takilan yolsuzluk ve rüsvet konusmalari ise, Basbakan’a göre montaj ve de dublaj… Hükümete karsi kurulan komplo… Tüm bunlardan amaç ise, Türkiye’nin güçlenip gelismesini istemeyen dis güçlerin, ‘faiz lobileri ve yerli isbirlikçilerinin’ çikarlari dogrultusunda ve onlarin emri ile darbe yapip hükümeti düsürmek… Basbakan’a göre darbelere karsi direnmek ise her hükümetin hakki, demokrasi için, siyaset kurumunun korunmasi isinde hükümete yardimci olunmali…

Cemaat’in bir darbe hazirligi içinde olup olmadigi bir yana. Elbette TC Basbakani Erdogan’in, siyaset kurumunun darbelere karsi korunmasi konusunda hakli. Asker ya da sivil, kendi vesayetini kurmak isteyenlere karsi durmak gerekir. Ama bunun yolu Erdogan yaptiklari degildir. Bu is, Erdogan’in bugüne kadar yaptiklariyla gerçeklesmez.

Erdogan’in hakkindaki iddialari yalanlamanin, bu ugurda hamasi nutuklar atmanin disinda yaptigi bir sey yok. Basbakan, hakkindaki iddialarin yalan oldugunu ispatlama zahmetine katlanmadigi gibi, gerçeklerin ortaya çikmamasi için elinden geleni yapiyor. Olayin üstüne giden medyanin sesini susturmak istiyor. Sansür yasalari çikartiyor, internete yasak getiriyor. Erdogan bununla yetinmiyor. Bir zamanlar kendisini iktidardan düsürmek için planlar yapan Ergenekoncularla, omuzu kalabalik generallerle is tutuyor. Bir baska ifadeyle, bir dönem isbirligi ve kader ortakligi yaptigi Cemaat’e karsi, generallere ve Ergenekonculara göz kirpiyor.

Basbakan Erdogan, ’17 Aralik Operasyonu’ öncesi dönemde arkasinda durdugu, yere göge sigdiramadigi mahkemelere, yargi mensuplarina da güvenmiyor, artik. Yarginin Cemaat’in kontrolünde olduguna dair ön kabül uyarinca, basta ’17 Aralik Operasyonu’nu baslatanlar olmak üzere hakim ve savcilari hallaç pamugu gibi atiyor. Temel niteligi, devletin çikarlarini adalete tercih etmek olan Türk yargisini, AB kriterleri ve uluslararasi normlar uyarinca yeniden yapilandirma yerine, kismi ve gecici tedbirle yolsuzluk ve rüsvet iddialarindan kurtulmak istiyor.

‘Bu yasalarla teröre karsi basari kazanamayiz’ diyen polis seflerinin istemlerini eksiksiz yerine getiren Basbakan daha dün, Kürdlere, haklarini aramak için sokaklara dökülenlere, Gezi eylemlerine katilanlara gaz yagdirarak birçok kisinin ölmesine, binlercesinin yaralanmasina neden olan polislerle gurur duyuyor, ‘mucize yarattiniz’ diyerek sirtlarini sivazliyordu. Bugün ise onlardan bir kismini ‘darbecilikle’ suçluyor, görev yerlerini degistiriyor. Ki aralarinda Hrant Dink’in ketledilmesine karisan ve katillerini koruyan ve AK Parti hükümetinin takdirlerine mazhar olup terfi alan polis sefleri de bulunuyor.

Ustalik dönemi Erdogan’i, oglu, bakanlar ve ogullari hakkindaki yolsuzluk ve rüsvet iddialari konusunda gerçeklerin ortaya çikmasini önlemek için, AB sürecinin yüzü suyu hürmetine yaptigi reformlardan geri dönmeyi göze aliyor, agzindan çikan her seyin kanun haline gelmesini istiyor. Bu baska ifade ile seffaf davranmak ve hukuk çerçevesinde yolsuzlukla mücadele etmek yerine otoriterlige yöneliyor, hamasete ve demagojiye basvuruyor. Ve böylece ustalik döneminden neyi kastettigini anlamamiza yardimci oluyor…

Erdogan ve surakasi, ’17 Aralik Operasyonu’nun, ‘baris süreci’ne karsi yapildigini da sik sik dile getiriyor. Rüsvet ve yolsuzluklardan bahsedenleri, gerçeklerin açiga çikartilmasini isteyenleri baris süreci karsitlari olarak niteliyorlar. ‘Paralel yapiyi’, Cemaat’i KCK tutuklamalarini hayata geçirmekle, Oslo sürecini desifre ederek barisi engellemekle suçluyorlar.

Cemaat Abant Platformu adi altinda önemli toplantilar düzenledi. Bu toplantilarda insan haklari, demokrasi, Kürd sorunu gibi Türkiye’nin önemli sorunlari tartisildi. Cemaat’e yakin Kürdçe yayin yapan bir televizyon kanali da var. Elbette atilan bu adimlar önemli, ama Cemaat’in Kürd meselesine yaklasimi ve çözüm önerileri, sorunu çözmekten çok uzak. Cemaat da tekçi resmi görüsün disina çikmiyor. Egitimin, hizmetin ve yatirimlarin artirilmasi gibi tedbirle sorunun çözülecegini söylüyor. Oysa bu yaklasimin sorunu çözmedigi, çözemeyecegi gün gibi ortada. Cemaat’in ‘baris süreci’nin önemli bir tarafi olan PKK’ye yönelik tutumu da ortada ve sorunun çözümüne katki sunmaktan çok uzak.

Kürd sorunu konusunda devletten pek farkli düsünmeyen Cemaat’in ’17 Aralik Operasyonu’nuyla ‘baris sürecini’ de engellemeyi mi amaçliyor? Ben bilmiyorum, bilecek durumda da degilim. Ama olsa bile, bu, iddialarin önemini azaltmaz.

‘Operasyon’, lagim kuyusunun kapagini açti. Kuyudan hiç de yabancisi olmadigimiz kokular yayiliyor ve dinibütün Basbakan ise, lagim kuyusunu kurutacagina, kuyunun kapagini açanlara saldiriyor, onlari darbeci olmakla, paralel devlet kurmakla, yabancilara, faiz lobilerine hizmet etmekle suçluyor…

AK Parti hükümeti MIT-Imrali diyalogunu baslatarak cesur bir adim atti. Diyalog sürecinin en önemli sonucu, son bir yilda çatismalarin yasanmamasidir. Gerginligin azalmasi ve yasanan nisbi yumusama, düne kadar silahlarin gölgesinde kalan siyaset kurumunun yolunu açti. Elbette bunlar, önemli, desteklenmesi ve özenle korunmasi gereken gelismelerdir. Diyalogun bu asamaya gelmesinde temel etken, Kürd ve Türklerin önemli bölümünün sürece sahip çikmasidir. Hakkini vermek gerekir. Erdogan’in bu konudaki kararli tavri ve Öcalan’in örgütü nezdinde son karar verici olmasinin da önemli katkilari oldu.

’17 Aralik Operasyonu Erdogan’in iktidarina son verir ya da zayiflatirsa diyalog süreci ne olur’ sorusu hakli bir sorudur. Bir baska ifade ‘ya sonra’ sorusu biz Kürdler için hayata öneme sahiptir.

Diyalog sürecinin Kürdler nezdindeki öneminin bilincinde olan AK Parti ve çevresi, adeta ‘biz gidersek süreç te sona erer’ diyorlar. ’17 Aralik Operasyonu’na karsi Kürdlerden destek istiyorlar. AK parti cenahi, sürecin yüzü suyu hürmetine bizden yolsuzluk ve rüsvet iddialarini görmezden gelmemezi bekliyorlar.

Gözü kapali AK Parti düsmanlari, bu partinin ‘ak’ dedigine sorgusuz sualsiz ‘kara’ diyenler ile konusan degil savasan Kürdleri sevenler bir yana. Bazi ilerici, devrimci ve demokrat çevreler, barissever ve Kürd dostu oldugundan kusku duyulmayan kisiler, Kürdleri ‘baris süreci’ne karsilik demokrasiden vazgeçmekle itham ediyorlar. ‘Otoriterlige yönelen, yolsuzluk ve rüsvete bulasan bir hükümet barisi saglayabilir mi, Kürd sorununu çözebilir mi’ diye soruyorlar. Ki bence bu da hakli bir soru ve cevabi ciddi biçimde aranmalidir. Ama biz Kürderin ‘ya sonrasi’ sorusu da en az bunun kadar mesru ve dogrudur.

Deveye ‘Iniste mi yorulursun, yokustu mi?’ diye sormuslar. ‘Bu yolun düzü yok mu yahu’ demis.

Kürdlerin, baris sürecinin yüzü suyu hürmetine AK Parti hükümetinin her yaptigini onaylama zorunlulugu yok, olmamali. Kirk katir ya da kirk satirdan birini tercih etmekle yüzyüze degiliz. Bir yandan MIT-Imrali süreciyle baslayan ateskes sürecine sahip çikmak, diger yandan AK Parti hükümetinin yanlislarina karsi tavir almak, zor ama imkansiz degil.

Bugüne kadar defalarca deklere edilmis talepler konusunda barisçil yol ve yöntemlerle mücade etmek, , bu dogrultuda ileriye yönelik adim attiginda AK Parti’ye ‘iyi’ deyip desteklemek, aksi durumda ‘kötü deyip’ karsi çikmak mümkün.

Kanimca yapilmasi gerekenlerin basinda, AK Parti’yi ileriye yönelik adimlar atmaya zorlamak, onu bu yönde tesvik etmek, son yolsuzluk ve rüsvet iddialarinin üstüne gitmesini istemek, hak ve özgürlükleri ayaklar altina almasina, anti demokratik uygulamalarina karsi çikmak geliyor.

Biliyoruz ki, MIT-Imrali sürecinin Kürd sorununu çözmeye yetmez. Sorunun köklü çözümü Kürdlere kendi kaderlerini tayin hakkinin taninmasiyla mümkündür. Hemen hemen tüm Kürdlerin üzerinde mutabik oldugu ulusal ve demokratik taleplerin karsilanmasi ve yasal güvence altina alinmasi, sorunun köklü çözümünün yolunu açar.

Siddetin hak arama ve çözüm araci olarak görülmesine son verilmeli, ateskesin siyasi dalgalanmalardan etkilenmeden devam etmesi için yasal düzenlemeler yapilmalidir.

MIT-Imrali diyalogu, iki kisinin tasarrufundan çikartilmali, üçüncü bir tarafin gözetiminde yapilan ve tüm taraflarin katildigi baris görüsmeleri haline getirilmelidir.

MIT-Imrali sürecini baslatan, Kürd sorunu ve demokratiklesme konusunda bazi ileri adimlar atan AK Parti hükümeti ile nikahli degiliz. Kaldi ki nikahli olanlar bile anlasamadiklarinda ayriliyorlar. Yeter ki bu ayrilik siddet basvurmadan gerçeklessin.

Görüldügü gibi iki ucu boklu olan degnegi, bir ucundan tutmak zorunda degiliz. Yeter ki ulusal talepler kanusunda tutarli ve kararli bir tutum sergileyelim, ortak çikarlari, dar parti çikarlarina feda etmeyelim.

Son gelismeler ve tartismalar, önümüzdeki dönemde agirlikli bir biçimde kendisini hissettirip tartistiracagi bir konuyu da gündeme getirdi: Türkiye demokratiklesmeden Kürtler özgür olabilirler mi? Olurlarsa nasil? Bir baska ifade ile Kürdlerin önceligi ne olmali? Kendi özgürlükleri mi, yoksa Türkiye’nin demokratiklesmesi mi? Irak ve Güney Kürdistan ile Güney Bati Kürdistan’daki siyasi gelismelerle birlikte degerlendirildiginde, bu sorunun önemi ve yakiciligi ortaya çikar.

Son olarak Kürdlerin hayrini istediklerine kusku duymadigim bir kisim dostlara eger dikkate alirlarsa bir öneride bulunmak istiyorum. Lütfen gelinen asamada Kürdlerin siyasi tecrübe ve sagduyuya sahip oldugunu görün. Kürdler bir iki seker ile kandirilabilecek çocuk degiller. Onlara ‘AK Parti söyledir, böyledir, söyle, böyle yapin’ demeyin. Dostça ve yapici elestirilerinizi sakli tutmak kaydiyla, onlarin kendi kararlarini alma yeteneginde olduklarini kabul edin. Aksi durum, ‘bize demokratik ve solcu genel valilik’ yapma anlamina gelir. Ki, sömürgeci valileri reddeden Kürdler dostluk ve tarihten gelen müttefiklik adina bu tür valilikleri de kabul etmezler.

Ayrica Siz de kabul edersiniz ki bu durum dostluga sigmaz. Çünkü siyasi dostluk da kardeslik te esitlik üzerinde kuruldugunda bir anlam kazanir.

13 Mart 14

(*) Bu yazi Deng dergisinin 95. Sayisi için hazirlandi. Deng dergisinde yayinlanan yazilarimi, dergi Türkiye ve yurtdisinda okuyucuya ulastiktan sonra sitelere gönderiyorum. Ama bu kez dergi çiktiktan hemen sonra sitelerde de yer alacak. Çünkü yazi yerel seçimlerle de ilgili ve okuyucunun eline geçmesini beklemek, yazinin sitelerde seçimlerden sonra yayinlanmasi demektir. Bu sefere mahsus olmak üzere, bu yazi Deng’in çikmasiyla birlikte sitelerde de yayinlaniyor. (MT)

Mesud Tek

Back to top button