Makale

Bugün söz hukukçunun

4 Ocak tarihli ‘Neden yeni bir anayasa?’ baslikli yazim üzerine ülkemizin degerli hukukçularindan eski Yargitay Baskani Sayin Sami Selçuk’tan uzun bir e-mail aldim. Mümkün olsaydi hepsini okuyucularimla paylasmak isterdim. Izniyle kisaltarak bugünkü kösemi Sayin Selçuk’a ayiriyorum:

“Bugünkü yaziniz beni geçmise götürdü.

6 Eylül 1999?da yargi yilini açarken Türkiye?nin mesruluk debisi neredeyse sifira yaklasmis bir 1982 Anayasasiyla yeni yüzyila girmemesi gerektigini belirtmistim. Bildiginiz ve o konusmada da söyledigim gibi üzere mesruluk, toplumbilimin, siyaset biliminin en önemli kavramlarindan biridir ve örselenemez.

Halkta, bir kurumun, yasanin ya da yöneten kisi(ler)in, bilinen ve benimsenen kurallara göre olusmus bir çogunlugu arkalarinda bulundurduklarina iliskin yaygin inanç varsa, o kurum, o yasa ya da yöneten(ler) mesrudur (Burdeau, Duverger, Aron, Easton, Kelsen, Lipson, Weber).

Mesruluk, toplumdaki baris ve dinginligi saglayan, kurumu, yasayi, iktidari ayakta tutan büyülü bir inançtir. En zorba yönetimler bile hep kendilerini mesru göstermeye çalisirlar. Bu yüzden Italyan Tarihçisi Ferraro: ?Mesruluk, sitenin/devletin/toplumun görünmeyen baris melegidir? der.

Mesruluk iki türlüdür: Biçimsel mesruluk (la légitimité formelle) ve maddî mesruluk (la légitimité matérielle). Çogunluk kurallara göre saglanmamis ise biçimsel mesruluk yoktur. Kurallara göre saglanan çogunlugun onayi sonradan geri çekilmis ise maddî mesruluk yoktur.

Acaba 1982 Anayasasi biçimsel ve maddi açilardan mesru mudur?

Biçimsel mesruluk açisindan ele aldigimizda görünüm sudur: Anayasa, halk ya da halkin özgür iradesiyle seçilen bir kurucu iktidar, parlamento tarafindan degil, kapatilan parlamentonun siralarina oturtulan atanmis kisilerce yapilmistir.

Ikinci olarak, mesruluk bir karara, isleme, herkesin sonuçlari sorgulayabilecek ve esit biçimde, zorsuz ve yasaksiz katilmalarina baglidir. Iradeler tartisma sürecinden geçmedikçe mesruluktan söz edilemez. Çünkü tartisma varsa ve ne denli açiksa, sorunlar o denli saydamlasir, bilgi edinilir ve yanlisa düsme tehlikesi azalir. 04.06.1888’de Clémenceau, ?konusulan ülkelerde zafer, susulan ülkelerde utanç vardir? demisti.

1982 Anayasasi tartismaya kapali tutulmustur.

Üçüncüsü, tartisma yasagina kosut olarak tek yanli bir beyin yikama bombardimanindan sonra oylama yapilmistir.

Dördüncüsü, Anayasa benimsenmedigi takdirde pretoryen diktasinin sürecegi mesaji verilmis, ölümü gören eli bögründeki halk çaresiz, sitmaya razi olmustur.

Besincisi, içini gösteren, ?seni mimlerim? zarflariyla gizli oy ilkesi çignenmistir.

Altincisi, tek islemle hem devlet baskani, hem de Anayasa oylanmistir. Her ikisini destekleyenlerin ya da onlara karsi olanlarin sayisi, orani belirsizdir. Devlet baskanini destekleyenler Anayasaya katlanmislarsa Anayasa; Anayasayi destekleyenler devlet baskanina katlanmislarsa devlet

baskani desteksiz kalmis demektir. Peki, hangisi çogunlugu elde etmistir? Bu bir bilmecedir. Ancak bilinen sudur. Ikisi de kuskuyu içinde tasiyor. Üstelik devlet baskani için zaten seçme söz konusu degil. Çünkü tek adaydir. Seçenekler arasinda özgür seçimde bulunamayan birey özer degildir. Çünkü özgürlük özerklikten önce gelir.

Görülüyor ki, toplumla yapilan bu sözlesme (Anayasa) tehditle, fesada ugratilmis bir iradeyle benimsetilmistir. Göstermelik oylama hukuken sakattir. Bu yüzden Anayasa biçimsel mesruluktan yoksundur, geçersizdir. Unutmayalim ki, bu tür yollarla halkoyuna sunulan anayasalarin sagladigi çogunluk her ülkede %97-%100 arasinda gerçeklesmistir ve görünüstedir (Duverger). Türkiye?de %93 çogunluk, halkin onuruna saldiriyla eld edilen ayipli bir çogunluktur. ?Kursun yerine oy? kullanilarak (Duverger) kabul ettirilen 1982 Anayasasi, hazirlayanlar ve hazirlanis biçimiyle bir anayasa hukuku hocasinin deyisiyle bir tür ?ferman anayasasi?dir.

Gelelim 1982 Anayasasinin maddi mesruluk açisindan durumuna.

Bilindigi üzere anayasalar, örgütlenmis siyasal birim olan devletin gücünü sinirlayan, bireyin hak ve özgürlük alanlariyla bunlarin çignenmelerine karsi denetim yollarini belirleyen, iktidarin tek elde toplanmasini önleyerek çogulculugu benimseyen, çok iktidar iliskisinde dengeleri saglayan, her türlü hukuk disiligi engelleyen metinlerdir.

1982 Anayasasi tersini yapmis, devlet gücünü sinirlayacak yerde hak ve özgürlükleri sinirlamis ve bunlari âdeta istisnalar haline getirmis, halka güvensizligi ruhuna içsellestirmis, yargi birligini ve bagimsizligini örselemis, demokrasi rejimini degil, cumhuriyet yönetimini öngörmüstür. 1961?in insan hak ve özgürlüklerine ?dayanan? devleti (md. 2) gitmis, hak ve özgürlüklere lütfen ?saygili? (md. 2), ?kutsal devlet?i (23.07.1995?e dek dayanabilen bir kutsalliktir bu) gelmistir.

Devlet ve degerleri her ülkede elbette korunur. Korunmalidir da. Ama devlet kutsallastirilirsa ilisilemez (tabu) olur çikar. Çünkü kutsallara dokunulamaz.

Görünen o ki, erek (telos) ve varlikbilim (ontologie) açilarindan (Karl Loewenstein ve Giovanni Sartori?nin anayasalari siniflamalarina göre) 1982 Anayasasi, siyasal iktidarin keyfiligini önleyici, insanlarin hak ve özgürlüklerinin özünü kollayici olmadigindan normatif ve güvenceci bir anayasa degildir. Diyanet Isleri Baskanliginin konumuna degin devletin örgütlenmesini ayrintilariyla düzenleyip devleti korumayi amaçladigindan, toplum dinamikleriyle bütünlesemediginden, hak ve özgürlükleri istisna olarak algiladigindan ve bunlari adi var kendi yok ölü bir metne dönüstürdügünden, görünüste, nominal, semantik bir anayasadir, bir metindir. Elbise dolabinda bekleyen bir balo giysisidir. Çünkü günlük yasam ve hukukla ilgili degildir. Anayasaya göre halk ve birey devlet içindir, devlet halk ve birey için degildir. Öyle ki, Belçika’nin getirdigi yasaktan (1831 Anayasasi md. 24; 1994 Anayasasi md. 31) 151 yil sonra, devleti koruma kaygisiyla, memur yargilamasi için izin sistemini getirmistir (md. 129/son). Anayasa laiklikten söz etmistir, ama zorunlu din derslerini getirerek laikligin canina okumustur, antilaiktir. Bu yüzden de Türkiye bugün, anayasacilik kavramlarina göre belirtilmek gerekirse, bir ‘anayasali devlettir, ama bir anayasal devlet’ degildir (Mustafa Erdogan).

Tasidigi bu yapim (imalat) yanlislari nedeniyle derin siyasal ve toplumsal bunalimlar üreten, toplum dokusunu yirtan bu Anayasanin arkasinda, artik onu kotaranlar bile durmuyor, duramiyorlar ki,

demokrasiye vurgun Türk çocuklari dursunlar.

Çagimizin en büyük matematikçilerinden biri Kurt Gödel’dir. Nazilerden kaçarak Amerika’ya siginmistir. Sürekli uzatilan çalisma izinleri sayesinde üniversitede görev almistir. ABD yurttasligina geçmesi gündeme geldiginde, ABD Anayasasini okur ve sarsilir. Zira Gödel’e göre bu Anayasa diktatörlügü önleyecek silahlardan yoksundur. Her an bir Hitler yaratabilir. Bu yüzden Gödel, ABD yurttasligini reddetmeyi düsünür. Onu zorla inandirmislardir, yurttaslik konusunda.

Bugün Türkiye?de 1982 Anayasasini reddeden Gödel?ler çogunluktadir ve bu Anayasanin maddi mesrulugu da kalmamistir. Benim burada yaptigim, mesruluk kavrami açisindan yalnizca bir hasar saptamasidir.

Türkiye; hukuk devleti degil, hukukun üstünlügü temeline oturan, evrensel ilkelerin tezgâhinda yerel ipliklerle dokunan, ortak paydasi insan hak ve özgürlükleri olan bir Anayasayla üçüncü bine girmeyi hak etmistir.

En sonunda da eklemis ve demistim ki? ?bir hukukçu olarak sunu vurgulamak zorundayim. Anayasayi elestirmek baska, ona uymak baskadir. Hiçlikle (butlanla) sakat olan bu Anayasa yeni bir Anayasayla yürürlükten kalkincaya dek, ona uymak yasal bir yurttaslik görevidir. Öte yandan onun mesrulugunu tartismak, kamuoyunu uyarmak ve halka dogrulari söylemek de bir hukukçunun ahlaki bir ödevidir. Ben hem görevimi, hem de ödevimi yerine getirmeyi sürdürecegim.? Yani ben Anayasa butlanla sakat, yoklukla degildir demistim. Ne var ki, hukuka aykiriliklarin yaptirimlari arasindaki farki bilmeyenler, hatta kimi hukukçular bile bana karsi çiktilar.

Çiktilar da ne oldu? Bu sakat Anayasa ile 21?inci yüzyila girildi. Türk toplumu hala ona katlaniyor.

Esenlik dileklerimle.”

—————————————————

Zaman-7 Ocak

Ali Bulaç

Balkêş e ?
Close
Back to top button