Çözüm Süreci’nde Gelinen Nokta
Geçen yilin basinda hükümetin MIT üzerinden Imrali’da hükümlü bulunan PKK lideri Abdullah Öcalan ile kotardigi Çözüm süreci bir kez daha yogun bir tartisma konusu. Ilk basladiginda sürecin yol açtigi beklentiler ile bugün gelinen nokta arasindaki makas hakli olarak sorgulanmakta.
Bilindigi gibi MIT’in Öcalan ile baslattigi görüsmeler sonucunda 2013 yilinin baslarinda önce bir grup BDP’li vekilin Imrali’ya gidip Öcalan ile görüsmesine olanak saglanmis, ardindan da BDP’li vekiller araciligiyla Öcalan ile Kandil arasinda bir diyalog kanalinin islemesine onay verilmisti. Hükümetin ‘Çözüm’ sifati ile nitelendirdigi sürecin ilk asamasinda silahlar susturuldu, 21 Mart tarihinde de Öcalan, PKK’ya silahli güçlerini sinir disina çekme çagrisinda bulundu. PKK ise belli bir yalpalamaya ragmen Öcalan’in çagrisina uydu ve güçlerini sinir disina çekmeye basladigini duyurdu. Aradan birkaç ay geçmeden ve ne kadarinin sinir disina çekildigi anlasilmadan PKK geri çekilmeyi durdurdugunu açikladi. PKK’ye göre bunun nedeni hükümetin verdigi sözleri yerine getirmemesi, ‘diyalog sürecini müzakere asamasina dönüstürmemesi’ydi. PKK, hükümet tarafindan oyalandigini iddia ediyordu. Hükümet ise açtigi reform paketleri ile Çözüm sürecinin yolunda gittigini ileri sürüyor, esas olarak PKK’nin mizikçilik yaptigini dile getiriyordu. PKK ile hükümetin karsilikli suçlamalari devam ederken ve ‘süreç ha koptu ha kopacak’ derken, Öcalan hükümete seçim sonrasina kadar süre tanidigini ilan ederek kendince sürecin ayakta kalmasina firsat sagladi.
Süreci kirilgan kilan nedenler
Peki, süreci böylesine kirilgan ve aradan bir yil geçmeden tartisilir kilan nedenler neydi?
Bu konuda birinci sorun, Çözüm sürecinin tam olarak ne olup olmadiginin hiçbir zaman anlasilmamasi. MIT Imrali’da Öcalan’la ne görüstü, neyin karsiliginda ne vaat etti, bu konu ne hükümet ne de PKK tarafindan kamuoyuna tam olarak hiçbir zaman açiklanmadi. Bu konuya iliskin belirsizlik kamuoyunun sürece aktif olarak katilmasina ve taraflari çözüm yönünde zorlamasina engel oldu. Söz konusu belirsizligin bir diger sonucu ise taraflarin kendilerini her hangi bir ilke ya da kurala bagli hissetmeden istedikleri sekilde davranma konusunda serbest birakmalariydi. Baska bir ifade ile ortada hiçbir kurala, yol haritasina bagli olmayan, net bir hedeften yoksun, tamamen keyfi isleyen bir süreç söz konusu.
Ama yine de somut gelismelere bakarak hükümetin süreçten ne anladigini asagi yukari anlamak mümkün. Hükümetin bir çatismasizlik ortami istedigi kesin. Hükümet, Öcalan eliyle bu amacini önemli oranda gerçeklestirmis durumda. Simdi yapmaya çalistigi sey bu çatismasizlik sürecini önce yerel seçimler sonrasina, daha sonra da genel seçimlere kadar uzatabildigi kadar uzatmak. Bunun için bir yandan MIT kanaliyla Öcalan’i sürecin içinde tutmaya, öte yandan da onun üzerinden PKK’nin tekrar savas çizgisine savrulmasina engel olmaya çalisiyor. Ya da PKK’nin savasa dönemeyeceginden emin olmanin verdigi rahatlikla istedigi biçimde davraniyor.
Bu tablo karsisinda Öcalan ve PKK’nin ise fazla sansi yok gibi. Hükümetin baslattigi diyalog süreci her seye ragmen Öcalan için önemli. Muhatap olarak alinmasi ve PKK ile diyalog kurabilmesine olanak saglanmasi Öcalan tarafindan bir imkân olarak algilaniyor. PKK’nin tekrar savasa baslamasi halinde bu pozisyonunu yitirerek tekrar gündemden düsecegi açik. Böyle bir seçenek karsisinda Öcalan’in bu haliyle de sürecin devamindan yana tavir takinmasi anlasilir bir durum.
Öte yandan dile getirdigi rahatsizliklara ve savurdugu tehditlere ragmen PKK açisindan da savasa dönmek gerçekçi bir seçenek gibi görünmüyor. (Ayrica savas seçenegi arzulanir bir sey de degil ve bu satirlarin yazari bakimindan savas hiçbir kosulda basvurulmamasi gereken bir seçenek). Hükümetin oyalayici tutumuna karsin PKK mevcut çatismasizlik ortamindan fazla rahatsiz degil ayrica. Tersine siyasal hareket olarak bu kosullardan azami sekilde faydalaniyor. Hükümet tarafindan dolayli da olsa muhatap alinmanin yol açtigi mesruiyetten memnun. Çatismasizlik ortaminin yol açtigi güvenlikli ortamda silahli güçlerinden siyasal örgütlenme yönünde azami düzeyde istifade ediyor. Çatismasizlik ortami AK Parti’ye seçimde ne kadar yariyorsa, PKK de seçimde çatismasizlik kosullarindan o oranda faydalaniyor.
Kürt sorununa güvenlik eksenli yaklasim
Daha önce de ifade edildi; silahlarin susturulmasi ve giderek tümden birakilmasi bakimindan MIT’in Öcalan’i muhatap almasinda yadirganacak bir durum yok. Sorun silahlar ve güvenlik konulari olunca bu iliskide bir problem görünmüyor. Ancak söz konusu olan Kürt sorununun çözümü ve ülkenin demokratiklesmesi ise bu MIT’e birakilacak ve Imrali’da gizli kapakli çözülecek bir sorun degil. Çünkü Kürt sorunu 20-25 milyonluk bir halkin temel hak ve özgürlük sorunu, baska bir ifade ile bir halkin esitlik sorunu. Bu ise son tahlilde bir siyasal sorun, giderek bir sistem ve anayasa sorunu. Kürt sorununun demokrasi ile olan iliskisi ise ortada. Böylesine çok boyutlu bir sorunun çözümü ise MIT gibi bir istihbarat örgütüne birakilamaz. Ve ayrica bu sorunu gizli kapakli bir adada salt Öcalan ile çözmeye yeltenmek ne kadar isabetli? Ülkenin yüzyillik bir sorununun çözümünü MIT’e havale etmek, esasen hükümetin bu soruna nasil yaklastiginin da bir göstergesi. Oysa Kürt sorununun muhatabi ne MIT ne de tek basina Öcalan olabilir. Sorun siyasidir, onu çözecek olan da siyasi aktörlerdir. Türkiye genelinde parlamento ve siyasi iktidar, Kürt tarafi adina da bu isin muhatabi Kürt siyasal partileridir. Kürt sorunu son tahlilde Türkiye toplumunun bütün kesimlerinin karsilikli etkilesimi ve katilimi ile çözülebilecek bir sorundur. Çözüm sürecinin sakat yanlarindan biri de söz konusu katilimci ve seffaf yöntemin izlenmiyor olmasidir.
Cenazelerin gelmemesi her derde deva mi?
Öte yandan hükümet çevreleri son dönemde sürece iliskin her elestiriyi, ‘Cenazeler gelmiyor daha ne istiyorsunuz?’ klisesi ile kesmeyi bir aliskanlik haline getirdi. Cenazelerin gelmemesi neredeyse her derde deva olarak yansitilmaya çalisiliyor.
Evet, Çözüm süreci basladigindan bu yana silahli çatismadan kaynakli insanlar ölmüyor, cenazeler kalkmiyor. Bu elbette çok önemli. Ne var ki Türkiye’nin son otuz yillik çatismadan bagimsiz köklü sorunlari söz konusu. Kürt sorunu ise bunlarin içinde en katmerli ve yakici olani. Savas ve çatisma ortami ise söz konusu sorunun çözümsüzlügünün dogurdugu bir sonuç. Savasi ve ondan kaynakli can kayiplarini her ne sekilde olursa olsun durdurmak hiç kuskusuz önemli. Ama daha da önemlisi savasa ve onca insani drama yol açan nedenleri ortadan kaldirmaktir. Bu ise Kürt halkina karsi yapilan tarihi haksizliklari gidermekten, onun ulus olmaktan kaynaklanan temel haklarinin iadesinden geçer. Gerçek çözüm, kalici baris böyle insa edilebilir. Adalet kaidesine oturtulmayan, hak ve özgürlükler harciyla yogrulmayan bir baris her zaman kirilgan olmaya mahkûmdur. Salt silahlarin susturulmasina ve cenazelerin gelmemesine indirgenen bir baris en çok negatif bir baris tanimini hak edebilir ve kalici bir barisa giden yolda bir firsat olarak degerlendirilebilir.
Çözüm süreci ile birlikte sonlandirilan çatisma ortami son otuz yillik bir sorun. Oysa Kürt sorununun 200 yila kadar uzanan bir tarihi geçmisi var. Bir an için PKK’nin tek yanli olarak silah biraktigini düsünelim, bu Kürt sorununun otomatik olarak çözüldügü anlamina gelebilir mi? Mesela cenazeler gelmiyor diye Türkiye’nin yeni bir anayasaya olan ihtiyaci ortadan kalkmis oluyor mu? Ya da cenazeler gelmeyince Kürt halkinin ana dilde egitim, yerinden yönetim, örgütlenme özgürlügü gibi insani ve demokratik talepleri kendiliginden çözülmüs mü oluyor? Soruyu tersinden de sormak mümkün. Acaba savasi ve ölümü göstererek Kürt ve Türk halkalari haksizliga, adaletsizlige ve kölelige riza göstersin mi isteniyor?