Çözüm süreci ve Kürt meselesi*
Dünyada esen degisim rüzgarlari Ortadogu’da, Kuzey Afrika’da firtinalara dönüserek eskiyi yikiyor, hiç degismez diye bakilan diktatörlükler devriliyor.
SSCB’nin ve sosyalist sistemin sahneden çekilmesinin yarattigi muazzam boslukta olusan türbülans uzun bir süre daha pek çok seyi degistirecege benziyor.
Son yirmi yildir meydana gelen büyük dönüsümlerin ayni zamanda Sovyet nüfus alanlari olmasi dikkate degerdir.
Avrupa’da sosyalist ülkeler yikildi. Sovyet nüfus alanlarinda yeni devletler kuruldu.
Iki kutuplu dünya dengeleri üzerine insa edilen kuzey Afrika ve Ortadogu’daki diktatörlükler de yikiliyor, dönüsüyor.
Afganistan’in isgalini, Irak’ta BAAS diktatörlügünün yikilmasi, Tunus, Libya, Misir’da rejimlerin pes pese devrilmesi izledi. Bu gün Suriye bir iç savasin içinde. Her halükarda eski BAAS rejimi burada da yikilacaktir.
Kuskusuz degisim bunlarla sinirli degil. Geçmisin dengeleri üzerine sekillenen tüm devletler de degismek, yeni duruma adapte olmak zorunda kaliyor.
Kürtler açisindan bu degisim dalgasinin en önemli getirisi, Irak’ta Saddam rejiminin yikilmasinin ardindan Güney Kürdistan Federe Bölgesi’nin ortaya çikmasi, kurumlasmasi oldu.
Bu gün benzer bir son Suriye’deki Esed rejimini beklerken Kürtlerin kendi kendisini yönetebilmesinin olanaklari da olusuyor.
Türkiye’de de degisim rüzgarlari esiyor. Türkiye’nin çok partili, parlamenter sistemi, 80 yillik demokrasi deneyimi, AB ile olan serüveni, Arap ülkelerinin aksine degisimin nispeten az siddetli geçmesine neden oluyor.
Darbelerle yol almaya alisik Türkiye’de de, eski iki kutuplu dünya dengeleri üzerine kurulu yapilar, statükocu militarist kesimler geriliyor. AB ile iliskiler çerçevesinde yapilan reformlar demokratiklesme alanini genisletiyor.
Askeri vesayet daraltildikça, sivil iktidar askeri darbe planlarini desifre edip üzerine gittikçe, sürece yayilmis, daha agir ilerleyen ve görece yumusak bir degisim süreci isliyor.
Türkiye’de Özal ile baslayan ancak kesintiye ugrayan degisimi AK Parti iktidarinin sürdürdügünü söylemek mümkün.
AK Parti kadrolarinin demokratik geleneginin zayifligi, ideolojik referanslari, dayandiklari ‘Anadolu sermayesi’ ve pek çok nedenden dolayi gerçek anlamda, bütünlüklü olarak demokratiklesmeyi saglama potansiyeli yoktur.
O daha çok kendisine yönelen statükocu militarist kesimi gerileterek ayakta kalabilecegini gördügünden, toplumun degisim taleplerini, demokratiklesme isteklerini arkasina almak, ABD ve AB ile yakin durmak zorunda kalmaktadir.
Nitekim sikça çark etmesinin, bütünlüklü bir programinin olmamasinin nedeni budur.
Degisim öyle bir süreçtir ki zamani geldiginde ona direnç göstermek beyhude bir çabadir.
Türkiye ‘de degismek zorundadir.
Su ana kadar her biri önemli olsa da, atilan olumlu adimlari, reformlari, çözülen kimi sorunlari bir yol temizligi olarak alirsak, Türkiye’nin gerçek anlamda degisip degismeyecegine yönelik asil problemin, Türkiye’nin her anlamda gelisimini, demokratiklesmesini engelleyen en temel sorununun esigine dayandigini söyleyebiliriz. Bu Kürt/Kürdistan sorunudur.
Kürt sorunu Türkiye’de ilk kez çok yaygin bir biçimde tartisiliyor olmasi olumludur.
Basbakan’in 2005 Diyarbakir’da yaptigi konusmanin üzerinden 8 yil geçti. Bu süre içinde hükümet çözüme karsi direnen statükocu militarist kesimi ve askeri vesayeti geriletti. Yillarca kirli savastan nemalanan, siddetten beslenen, yürütülen danisikli dövüsle demokratiklesmeye set çeken Ergenekon yapilanmasi çökertildi. Sivil iktidarlarin temel sorunlarin çözümüne yönelik politika üretmesini engelleyen askeri darbe mekanizmasi parçalandi. Artik sorunun çözümüne yönelik ciddi bir engelden söz etmek mümkün degildir. Var olan engel sadece, yillarca kirli savas içinde sekillendirilen toplumsal algi, irkçi soven zihniyetin kendisidir.
Bunun asilmasi da toplumu zehirleyen irkçi, Kürt karsiti kampanyayi durdurmak ve gerçekleri topluma anlatmaktir. Bu da öncelikli olarak hükümetin görevidir.
Nitekim akil insanlar toplulugunun yedi bölgede yaptigi toplantilar, halkin ezici bir çogunlugunun çözümden yana oldugunu, söz konusu sartlanma içinde olan milliyetçi- irkçi- Kürt düsmani, çözüme karsi direnç gösterenlerin çok az bir kesim oldugunu gösterdi.
Simdi güçlü bir iktidar ve sorunun barisçil demokratik çözümüne dayanak olacak büyük bir halk destegi ve uygun uluslar arasi kosullar var.
Kisacasi hükümetin adim atmak için arkasina saklanacagi bir gerekçe kalmadi.
Hükümet öncelikli olarak Kürt meselesini tipki kenedinden önceki iktidarlar gibi PKK’ya endekslemekten vazgeçmelidir.
PKK ile Kürt sorunun özdeslestirmek geçmiste uygulanan kirli savasin sürdürülmesine, militarizmin güçlendirilmesine, demokratiklesmenin ötelenmesine zemin hazirlayan bilinçli bir politikadir.
Sömürgeci militarist kesim yillarca kamuoyunu yaniltmaya, Kürt sorununu çok da bilinçli ve ustaca PKK’ya indirgeyerek bir terör meselesi olarak sunmaya çabalamistir.
Oysa, Osmanli Devletinin son yüz yilindaki Kürt baskaldirilarini bir yana koyarsak bile Cumhuriyetin ilk yillarindan bu güne Kürtler hep ayaklanma içinde olmuslardir.1920 Koçgiri, 1925 Seyh Sait (Diyarbakir), 1930 Agri,1938 Dersim baskaldiri ve direnisleri bunlardan bir kaçidir.
Nitekim 1980 askeri darbesine varincaya dek Kürtler hep direnis içinde olmus, hiçbir zaman kendilerine dayatilan sömürgeci boyundurugu kabul etmemislerdir.
1980 öncesi, henüz her biri 4-5 yillik deneyimi olan fakat barisçil ve kitlesel bir sekilde gelisen Kürt siyasi gruplarinin tirpanlanmasi, toplumun yeniden bilinçli olarak siddet temelinde kutuplasmasina ve Kürtlerin önemli bir kesiminin PKK ye yönelmesine neden olundu.
PKK, siyaset sahnesine çikisi bizzat devletin içindeki karanlik odaklarca planlandi.
Öcalan bu durumu ‘Devrimin dili ve eylemi ‘ adli kitabinda açik yüreklilikle, ayrintilariyla ifade etmektedir.
‘Devlet daha ne istiyor? O, günlük rapor aliyor: ‘Kucagimizda!’ Kendimi dört dörtlük devlete baglamis oluyorum. Ugur Mumcu’nun dile getirmek istedigi olay biraz da budur. ‘Apo’yu MIT mi besledi?’ diye soruyor. Iste biz kendimizi MIT’e böyle beslettirdik. Güvenligimizi saglattirdik, paralariyla grubumuzu finanse ettirdik, evlerinde en önemli toplantilarimizi yaptirdik ve o entellektüel gücünü de biraz kullandik.’ Sayfa 96-97
MIT-PKK iliskisi sonucunda Kürt hareketi siddet sarmali içinde etkisiz hale getirildi. Yaratilan kaos ortamindan yararlanan askerler 1980 de yönetime el koydu. PKK’nin Suriye ‘Muhabarat’ i ile iliskileri, Güney Kürdistan’da konumlanmasi, silahli mücadeleye baslamasi ve nihayetinde Öcalan’in yakalanarak Türkiye’ye getirilmesi herkesin malumu.
Bu gün PKK Devletin sömürgeci politikalarinin ve terörünün bir sonucu olarak büyümüs, etkili bir güce ulasmis, Devlet de PKK’nin silahli mücadelesini gerekçe yaparak demokratiklesmeyi ötelemis, statükoyu, askeri vesayeti tahkim etmis, toplumda irkçiligi, sovenizmi derinlestirmistir
Bu süreçte binlerce köy yakilip yikilmis kentlerde faili meçhul cinayetlerle kirsalda zorla göçertmelerle Kürdistan’in Kürtsüzlestirilmesi için çabalanmistir.
Kürdistan’in Kürtsüzlestirilmesi politikasi istikrarli bir biçimde, TC’nin kurulusundan bu yana uygulanan bir devlet politikasidir.
Kirli savas ile bu daha ciddi boyutlarda hiz kazanmis, üstelik PKK’nin yürüttügü silahli mücadele terör kapsaminda gösterilerek iç ve dis-uluslararasi baskilar hafifletilmistir.
Devlet terörü PKK’yi büyütmüs, PKK’nin silahli mücadelesi ise devletin militarist çarkini güçlendirmistir.
Bu gün yine PKK ‘ MIT diyalogu gündemdedir.
Birkaç yil öncesine kadar Türkiye’deki iktidar kutuplasmasinda militarist Kemalist kesim ile iliskilenen PKK ‘Devlet çözüme hazir ancak AKP engel’ diyerek AK Parti’yi devirme çabalarina ortak olmus, bu kesimin geriletmesi üzerine çark etmis ve AK Parti ile flörte baslamistir.
Artik, kamuoyunun gözleri önünde, 1980 öncesinde baslatilan ve çesitli sekillerde günümüze dek sürdürülen gizli iliskiler yerine görece açik bir diyalog sürdürülmektedir.
Bu diyalog yine MIT kanaliyla yürütülmektedir. Diger bir deyimle mevcut diyalog Devletle veya Hükümetle yada siyasi bir tarafla/parti ile degil, PKK lideri Öcalan ve MIT arasinda sürdürülmekte, MIT baskani Hakan Fidan görüsmenin sonuçlari Basbakana, Öcalan da heyetler vasitasiyla Kandil’e ulastirmaktadir. Diyalog sürecinin baslangiçta MIT üzerinden olmasi dogal karsilanabilir ancak sürecin tümüyle dolayli ve kapali yürütülmesi üzerinde düsünmek gerekir.
Daha önce Oslo’da MIT ve PKK arasinda görüsmeler yapildigi kamuoyuna yansimisti. Bu görüsmelerin tikanmasinin ardindan yeniden siddet sarmali içine girilmis, Kandil tarafindan baslatilan ve Öcalan’i baypas etme anlamina gelen yeniden silahli çatismalara dönülmesi,’Alan hâkimiyeti stratejisi’, ‘Demokratik özerkligin ilani’ ve ölüm oruçlari ile tirmanan gerilim yine Öcalan’in devreye girmesiyle giderilmis, Öcalan yeniden tek otorite olarak kabul görmüstür.
Bundan sonra Öcalan ile MIT baskani Hakan Fidan arasinda yürütülen, hükümetin de muhalefetin tüm yaygarasina ragmen MIT’in arkasinda durdugu diyalog süreci baslamistir.
Bu diyalogun resmen de kabulü ve açikça ilani yani Hükümetin MIT’in arkasinda durmasi bir ilk sayilabilir. Artik kamuoyu MIT ile PKK lideri Öcalan arsinda bir ‘müzakere ‘ süreci yasandigini, birlikte olusturduklari projeler çerçevesinde kimi adimlarin atildigini/atilacagini bilmektedir.
Ancak bu görüsmelerin-diyalogun ne oldugu konusunda herhangi bir bilgi verilmemektedir.
Hükümet adina masada olan MIT, muhalefeti-Meclisi, PKK adina masada olan Öcalan ise Kürt kamuoyunu bilgilendirmemektedir.
Hükümet bu ‘çözüm süreci’ olarak adlandirilan görüsmelerden PKK’ nin silahsizlandirilmasinin hedeflendigini açiklarken, PKK tarafi ise çerçevesi belirli olmayan bir ‘çözüm süreci’ nden bahsetmektedir.
Burada su soruyu sormak gerekiyor.
Çözümden murat edilen nedir?
Anlasilan Hükümet bir kez daha geleneksel politika ekseninde hareket etmekte, Kürt meselesiyle PKK’yi özdeslestirmekte, PKK’nin silahsizlandirilmasiyla meselenin de, hallolacagini sanmaktadir.
Bu bilinçli ancak bos bir çabadir
Kürt sorunu ulusal bir sorundur. Çözümü ise ancak Kürt halkin kendi kaderini özgürce belirlemesiyle, kendi topraklari üzerinde nasil yasayacagina karar vermesiyle mümkündür.
Çesitli entrikalarla meseleyi çarpitmanin, Onu bir örgüte,o örgütün elindeki silahlara indirgemenin anlami yoktur.
Zira PKK yokken de Kürt meselesi vardi,PKK ortadan kaldirilsa dahi sorun varligini sürdürecektir.
Hükümetin yapmasi gereken tekrar basa dönülecegini bile bile eskiyi tekrarlamak degil, meselenin özüne bakmak, ona göre politikalar gelistirmektir.
Bizce birlikte yasanmak isteniyorsa esitlik temelinde bir federasyon çözüm için en uygun formüldür.
Kuskusuz PKK’nin silahlari birakmasi olumludur. PKK’nin yürüttügü silahli mücadelenin Kürt halkina bir yarari yoktur. Özellikle Öcalan yakalanip siyasetini degistirdikten sonra tamamen anlamsizlasmistir. Nitekim PKK bagimsizlik, federasyon, otonomi gibi Kürtlerin kendi kendilerini yönetmesine karsi oldugunu ifade etmistir.
Cumhuriyetin demokratiklesmesi çerçevesine evet demistir.
Son zamanlarda gelistirilen ve giderek belirsizlestirilen ‘demokratik özerklik’ de yerel yönetimlerin güçlendirilmesinden baska bir sey degildir.
Anlasilan demokratiklesme AB ile bütünlesme yolunda yürüyen Türkiye Avrupa Yerel yönetimler özerklikler sartina koydugu kimi çekinceleri kaldiracak, PKK de bunu, pazarligin sonucu kendi zaferi olarak gösterecek, alan memnun satan memnun misali meselenin çözüme kavustugu var sayilacaktir.
Hal böyleyken PKK’nin silahli mücadeleyi sürdürmesinin geregi de kalmamistir. Bu güne dek zaman zaman gündeme gelen çatismali ortam daha çok PKK’nin Türkiye’deki iç iktidar kapismalarinda taraf haline getirilmesinden kaynaklanmaktadir.
PKK ile MIT arsinda yürütülen diyalogun en önemli sonucu 2013 Newrozu’nda Öcalan’in açiklanan mektubu oldu.
Bu, PKK’nin silahlari birakmasina giden yolu isaret etmekte, öncelikle gerillanin sinir disina çikmasi ve PKK’nin bundan sonra alacagi pozisyonu çerçevelemektedir.
Görülen o ki bu süreç de inisli çikisli olacak, her iki tarafta var olan direncin kirilmasi zaman alacaktir.
Hem iki kutuplu dünya dengeleri üzerine sekillenmis Türk devletinin hem de Ortadogu sartlarinda, siddete dayali olarak var olan PKK’nin degismesi yararlidir.
Bu süreçte taraflarin kendi çikarlarini gözetmesi anlasilirdir.
Hükümet, Habur benzeri bir gelismeyle karsilasmak ve oy kaybetmek istemezken, PKK de azami ölçüde kendi gelecegini garanti altina almak istemektedir.
Her iki kesim de bu süreçte ayak bagi olabilecek etkili bir muhalefet istememektedir. Nitekim Ak Parti iktidari ‘akil insanlar’ yolu ile mümkün oldugunca genis bir kesimi yanina çekmeyi hedeflemekte PKK de konferanslar yaparak Kürtleri ve aydinlari yaninda, etki alaninda göstermektedir.
Her iki taraf da aslinda risk aldiginin farkinda. Her iki taraf da eski politikalarla, mücadele tarziyla da yol alinamayacagini görüyor.
Hükümet yanlis bir adimin ona ciddi oy kaybettirecegini, CHP ve MHP’nin, statükocu militarist kesimin sert muhalefetinin yani sira uluslar arasi dengelerin hizla aleyhine dönüsecegini, iktidarini korumanin dahi zorlasacagini biliyor. PKK ise MIT ile yürütülen diyalogun, asil hedefinin tümden desifre olmasi, Ergenekoncu kesimin, Iran, Irak ve Suriye’nin de etkisiyle, kontrolün kaybedilmesi halinde ortada bir örgütün kalmayacagini, parçalanan, çatisan ve etkisizlesen bir yapiya dönüsecegini biliyor.
Kuzey Kürdistan Birlik ve Çözüm Konferansi
Hükümet’in akil adamlarla baslattigi kamuoyunu kazanma, destegi arttirma, daha fazla kesimi sürece ortak etme stratejisine Öcalan’in talimatiyla PKK çevresi de alelacele Ankara, Diyarbakir ve Avrupa da Konferanslar düzenleyerek katki sundu.
Diyarbakir’da 16-17 Haziran’da yapilan Kuzey Kürdistan birlik ve çözüm konferansi amaci, hedefi önceden belirlendigi gibi sonuçlandi.
Öcalan Ve PKK çevresince MIT ile yürütülen ‘çözüm’ sürecine tüm Kürtlerin de ortak edilmek isteniyor. Öcalan üzerinden yürütülen diyalogun tüm Kürtlerce desteklendigi imajinin yaratilmak istendigi konferansa HAK-PAR , PSK, PDK Bakur, HÜDAPAR gibi siyasi çevreler ile çok sayida kanaat önderi katilmadi.
HAK-PAR katilmama gerekçelerini açiklarken ‘katilimcilarin tek yanli belirlendigi, gündemin belli olmadigi bu konferansin amaci, Kürt hareketinin mevcut durumu görüsüp tartisip ortak politikalar üretmesi degildir. Olsa olsa MIT Müstesari Hakan Fidan ve Öcalan arasinda varilan uzlasmayi Kürt kesimine benimsetmek veya öyle göstermek içindir. Söz konusu uzlasmanin ne oldugu ise belirsizdir.’dedi
Konferans sonrasi katilimci pek çok çevre elestirel yazilar kaleme alsalar da, PKK’nin elde etmek istedigi sonuç, en azinda katilimcilari baglayacak sekilde olusmustur, Zira açiklanan sonuç bildirisinde PKK Kürtlerin son yüz yillik serhildanlar geleneginin bir parçasi olarak degerlendirmis, 30 yildir yürütülen savas ‘PKK öncülügünde yürütülen Kürt baskaldirisi’ olarak nitelenmistir.
Öte yandan alinan kararlarin birincisinde ‘Sn. Abdullah Öcalan Kürt Sorununun demokratik ve barisçil çözümü için tarihi bir firsat yaratmistir. Kürt hareketi sorunun barisçil ve demokratik çözümü için samimi ve ciddi adimlar atmistir’ denilmis ve ‘çözüm sürecinin basat aktörü Sn. Abdullah Öcalan’in özgürlügünü talep’ etmistir.
Burada PKK’nin Kürt hareketinin ‘bir parçasi’ degil de ‘Kürt hareketi’ ,Öcalan’in da ‘basat’ aktör olarak ilani dikkate degerdir.
Sonuç bildirisi, altinda imzasi bulunanlarin bu güne dek PKK ye ve Öcalan’a yönelik gelistirdikleri en önemli elestirel tutumu ortadan kaldirmistir.
Konferans bittikten, sonuç bildirisi açiklandiktan sonra katilimcilardan gelen elestirel yazilarin pek anlami olmayacagi açiktir.
Degisim sürecinde Kuzey Kürdistan’da Kürt hareketi yeniden sekillenme belirtileri gösterirken, manzara sudur;
Kürt hareketinin, üç ana kanalda sürecegi ortaya çikiyor;
MIT ile Öcalan ortak strateji belirliyor, PKK/BDP bu stratejiye tabi olacagini ilan ediyor. Konferans bilesenleri de bu sürece endekslenerek birinci hatti olusturuyorlar.
Ikinci hat Hizbullah’in legallesmis hali olan ve geçmisin karanlik mirasi ile ve Islami referanslarla legal politikaya giren HÜDAPAR.
Üçüncü hat ise HAK PAR’dir.
Kürt halkinin özgürlük mücadelesinin gelecegini, degisim süreçlerinin etkileri ve yukarida sayilan siyasi hatlarin alacagi pozisyonlar belirleyecektir.
*Deng Dergisi’nin 92.sayisinda yayinlandi.
Aydin Günesli