“Cümbüs Evi”ne Hos Geldiniz Sayin Basbakan
Basbakan Ali´yi sevmek Alevilikse ben dört dörtlük Aleviyim’ demis. Eh, dört dörtlük Alevi ise artik ibadetini camide degil cümbüs evi’nde yapar bundan böyle. Aleviler öyle yapiyor çünkü. Kadin-erkek, genç-yasli, yoksul ya da zenginlerden olusan çalgici takimiyla’ birlikte
Basbakan her ne kadar dört dörtlük Alevi’ olmaya karar verse de büyük ihtimalle bu olmayacak. Zira Basbakan onunla özdeslestirmek istese de Aleviligin sadece Ali´yi sevmekten ibaret olmadigini kendisi de biliyor. Kurdugu sartli cümlede bunun öyle olmadigini zaten itiraf ediyor.
Aslinda bir basbakanin kendisini ötekinin yerine koyup oradan düsünmesi ve oradan konusmasi önemli bir olay. Ama Basbakan dört dörtlük Alevi’ oldugunu söylerken ayrimciliga tabi tutulanlarin acilarina ortak olmak gibi bir kaygi tasimiyor. Aksine onlari kendi inanç normlarina göre tanimlayarak inanç bazinda ayrimciligin yeni bir örnegini vermekle kalmiyor ayni zamanda semavi bir sorunu siyasallastirarak bundan bir siyaset’ üretmeye çalisiyor.
Oysa iktidarinin ilk yillarinda Basbakan, devletin farkliliklari tanimlamak gibi bir hakki olamayacagini söylüyordu: Devlet farkliliklari tanimlamaz, tanir!’
Bir basbakanin Alevi, Sunni, Müslüman, Süryani, Kürt ya da Türk olmasinin bir önemi yok.
Önemli olan bütün bu kesimlerin basbakani olmasi, farkliliklari tanimasi ve tüm kesimlerin haklarini ve yasam tarzlarini güvence altina alacak imkanlari yaratmasi.
Kendi üzerlerindeki devlet baskisini bertaraf edebilen bir basbakanin Aleviler üzerindeki mahalle baskisini önleyebilecek, ayrimciligi bir devlet politikasi olmaktan çikarabilecek gücü elbette vardir.
Ama sürdürdügü politikanin Aleviler nezdinde bir karsiligi olmadigi için Erdogan´in basbakanligi Aleviler açisindan biraz sorunlu.
Bu nedenle gerek iktidar çevresinden gerekse muhafazakar kesimlerden Alevilere yönelik serzenislerde Stokholm Sendromu’ ya da celladina asik olma’ türünden elestirileri daha sik duymaya basladik ki bunda bir gerçeklik payi var.
Ama eksik
1925 te, 677 sayili TEKKE VE ZAVIYELERLE TÜRBELERIN SEDDINE VE TÜRBEDARLAR ILE BIR TAKIM ÜNVANLARIN MEN VE ILGASINA DAIR yasayla Alevi inancinin temeli sayilan kurumlarin ve ibadet imkanlarinin yasaklanmis olmasinin yanisira daha Kurtulus Savasi’ sirasinda Koçgiri ve daha sonra Dersim´de yasanan katliamlara bakarak Alevileri Stokholm Sendromu’ ya da celladina asik olma’yla suçlayanlar Alevi katliaminin cumhuriyetle baslamadigini unutmamalidirlar. Üstelik Koçgiri ve Dersim´de Kürt motifi agir bastigindan genel olarak bu bölgeler disindaki Alevilerin kendilerini bu katliamlarla iliskilendirmedikleri de bir gerçek.
Aleviler, Cumhuriyetin kendileriyle birlikte düsmanlarina’ yönelmesiyle, yüzyillarca maruz kaldiklari asagilanmanin ve siddetin yarattigi öfke birikiminin de etkisiyle kendi acilarini duymaz oldular. Üstelik hayat sadece Alevilerin devletle olan iliskilerinden ibaret degil. Sokaktaki tehlike, mahalle baskisi’ çogu zaman her seyin ötesinde bir önem tasir.
Biz Alevi-Sunni çeliskisinin yogun oldugu, Alevilerin azinlikta oldugu kritik bölgelerde yasamadik. Çocuklugum ve gençligimin bir bölümü Kürt entellektüellerinin ve sosyalist kadrolarin kentin sosyal hayatinda son derece etkin oldugu 1980 öncesi Diyarbakir´da geçti. O çok kültürlü kadim kentte’ dahi oruç tutmamamiza ragmen annemin her Ramazan´da uyanip lambalari yakmasi, çocuklarini kendince korumaya çalismasi’ bizler için bile dogal bir davranis halini almisti.
Kendi ifadesiyle 12 yasindan beri ateist’ olan ve bugün 90´ina merdiven dayayan, yine kendi ifadesiyle Türkiye´nin en yasli sosyalisti’ olan babamin hemen hemen istisnasiz her Cuma ve ve bayram namazlarinda camiye gitmesi, onun tabiriyle sadece toplumun deger yargilarina saygili olmakla’ açiklanabilir mi bilemiyorum, ama bildigim tek sey var o da yüzde 99´u Müslüman’ olan bu ülkede tehdite, siddete, asagilanmaya maruz kalmamis bir tek Alevinin bile olmadigidir.
Ve Stokholm Sendromu’ içindeki Aleviler bugün kendi cellatlarina asik olacak konuma gelmislerse bu, yilana sarilmak’ durumunda kalan Alevilerden önce o yüzde 99´un ayibidir.
Bizzat failleri tarafindan açiklanmadan önce de biliyorduk ki Sivas´ta 2 Temmuz´daki yangin bir derin devlet operasyonuydu; ama bir çirpida doldurusa gelip benziniyle, çakmagiyla insanlari yakmaga kosan yüzlerce dini bütün kul’daki bu nefretin kaynagi sadece cehaletle’ açiklanabilir mi?
Basbakan´in Cemevine cümbüs evi’ , orada ibedet edenlere çalgici takimi’ dedigi bir toplumda vatandasin mum söndüye’ inanmasi sizi niye sasirtiyor ki? Yoksa bunu da mi cehaletle’ açiklayacaksiniz, ki bu Basbakanin hiç hosuna gitmeyebilir.
Pir Sultan´a Kadilar müftüler fetva yazarsa’ diye baslayan siirleri yazdiranlar bir inancin tasiyicilari degil miydi?
Elbette bundan toplumun büyük çogunlugunu olusturan islami kesime yönelik bir sonuç çikarmak gerekmez ama yine de,
“Cehennem dedigin dali odunu yoktur,
herkes atesini kendi götürür”
diyen Pir Sultan´a kulak verirsek, cehennem atesinin neden bu kadar gür yandigini belki de daha iyi anlamaya çalisiriz.
Dogrudur Aleviler cellatlarina asiktirlar. Bu yüzden onlari hep beraber vuralim. Ama yine de Günaha Son Çagri’ romaninda Isa´nin seslendigi gibi ilk tasi hiç degilse günahi olmayan biri atsin da biz de bilelim kimmis o melek
Ziya Laçin