Darbe ve Devrim

Son darbe girisimiyle ilgili görüslerimi bir önceki yazimda dile getirdim. Iyi ki basariya ulasmadi. Ulassa, AK Parti yönetimini devirse ne olurdu? Belki bir bölüm AK Parti karsitlari bayram yapardi. 27 Mayis darbesinin ardindan DP karsitlarinin bayram yapmasi gibi. Ama bununla sorunlar çözülür müydü, ülkeye özledigimiz baris ve demokrasi gelir miydi? Hayir. Aksine, kanim o ki daha da kötü olurdu. Ülke, bugünkü durumdan beter kanli bir iç bogusmaya evrilebilirdi. Kürtler, demokrat ve barisçi çevreler, her darbenin ardindan oldugu gibi bir kez daha agir baskilarla yüz yüze gelirlerdi.
Darbe basarisiz oldu ama zararlari simdiden az degil. Ülke çapinda olaganüstü hale yol açti. Yargida, egitimde, tüm kurumlarda kaygi verici büyük çapta tasfiyelere yol açti. Kurunun yaninda yasin da yanabilecegi bir ortam.
Benim kusagim bu ülkede birçok darbeye tanik oldu. Ilki 27 Mayis darbesiydi. O zaman Ankara Hukuk Fakültesi’nin son sinifinda, 22 yasinda bir gençtim. Anilarimin 1. Cildi’nde de yazdigim gibi, o zamanki gençlik modasina uyarak, sokaga çikma yasagina ragmen sokaga tastik ve darbeyi alkisladik. Darbeye en ufak bir tepki yoktu; aksine Ankara caddeleri bir bayram yerine dönmüstü.
Öte yandan bu tavrin yanlis oldugunu zamanla anladik. DP, özellikle son yillarinda, gençligi, ilerici ve aydin insanlari karsisina alacak ciddi yanlislar yapmis olsa, baskiyla muhaliflerini sindirmeye yönelse de, bunun çözümü darbe degil, yaklasan seçimlerde onu kitle destegiyle alt etmekti. Nitekim 1957 seçimlerinde DP iktidarini korumakla birlikte gerilemis, ana muhalefet CHP oylarini bayagi yükseltmisti, bir sonraki seçimde iktidar olma sansi büyümüstü. Ama darbe bu dogal ve barisçi süreci kesintiye ugratti.
27 Mayis darbecileri DP’nin kimi baski ve uygulamalarini gerekçe yapmislardi; ama kendileri de demokratik süreci kesintiye ugrattiklari gibi çok daha agir baski ve uygulamalara yöneldiler. Yassi Ada mahkemeleri, Menderes ve iki arkadasinin idami, ötekilerin agir hapse mahkum edilmeleri bir yana, DP döneminde haksiz yere tutuklanmis ve bir yili askin süre yargilanmadan hücrelerde tutulan 49 Kürt aydinini serbest birakmadilar. Aksine Kürtlere yönelik yeni kitlesel tutuklamalar yapildi ve bunlar için Sivas’ta bir kamp olusturuldu. Mevcut istihbarat örgütü yetmezmis gibi Kürdistan’a özel bir istihbarat örgütü olusturuldu. Eger o dönemde Türkes ve ekibi (14’ler) tasfiye edilmeseydi, belki çok daha kötü gelismeler yasanacakti.
12 Mart ve 12 Eylül darbelerinin olumsuz etkilerini ise bir siyaset adami ve aydin olarak çok daha somut biçimde yasadim.
12 Mart’ta Israil Konsolosu Elrom’un kaçirilmasinin ardindan 50 kadar taninmis solcu veya demokrat siyaset adami, yazar, sendikaci, bilim adami ile birlikte ben de ‘rehine’ olarak gözaltina alinip, bir ay süreyle Istanbul’da Davutpasa Kislasi’nda kaldim. TIP ve DDKO davalarinda tutuklanip yargilandim.
12 Eylül darbesinin ardindan olanlar ise çogu kisi için taze sayilir. Toplumun emek ve demokrasi güçleri, Kürt yurtsever hareketi acimasizca ezildi. Toplum on yillarini kaybetti. Yüzlerce insan cezaevlerinde ve iskence çarklarinda, on binlercesi ise darbeyi izleyen kirli savasta hayatini yitirdi; Kürdistan yakilip yikildi, bir ölçüde bosaldi, sistem daha da kirlendi.
Daha da kötüsü, 1960’la baslayan bu uzun süreçte darbecilik ordunun ve kimi siyasi çevrelerin genlerine isledi. Bazi darbe girisimleri basarisiz oldu, bazilari ise 28 Subat ‘post modern darbesi’ gibi, görece hafif ve degisik biçimlerde yasandi.
Soguk savas döneminde darbelerin arkasinda genellikle ABD ve NATO vardi. Soguk savas sonrasi, sosyalist sistem çökünce ne Sovyetler’e yaslanan Irak, Misir, Afganistan gibi ‘ilerici’ diye nitelenen darbelere, ne de emperyalist kampa dayanan fasist darbelere (Türkiye, Yunanistan, Sili) zemin kalmadi. Buna ragmen Türkiye’de orduya ve Kemalist çevrelere sinmis darbeci kurdu zaman zaman canlandi, kendini gösterdi; hatta 28 Subat 1997’de oldugu gibi, yönetime dogrudan el koymasa bile, onu degistirdi.
Bu türden darbeleri ve komplolari devrimlerden ayirmak gerekir. Insanlik tarihinde degisime yol açan, eskiyi yikip toplumu bir ileri asamaya ulastiran devrimler de vardir. Fransiz Devrimi, Ekim Devrimi bunlarin en ünlüleridir. 17-19 yüzyillar daha çok burjuva devrimler çagi idi. 20 Yüzyil ise sosyalist devrimler ve ulusal kurtulus hareketleri çagi olarak tarihe geçti.
Bazi durumlarda devrim eskiyi yikmak ve dönüsümü saglamak için tek seçenektir. Örnegin Çarlik monarsisi baska türlü yikilamazdi. Ama devrimler de bir askeri darbeyle veya küçük gruplarin komplolari ile basarilamazlar. Devrimler ancak genis bir halk örgütlenmesine veya destegine, kitlelere dayandigi zaman basariya ulasir. 1789 Fransiz Devimi de, 1917 Ekim Devrimi de bunun somut örnekleridir. Çin ve Küba devrimleri; Cezayir ve Vietnam devrimleri ya da ulusal kurtulus hareketleri de bunun örnekleridir.
Öte yandan kosullari yokken devrimi zorlamak gibi, her kosulda devrim, diger bir deyisle ‘tek yol devrim’ anlayisi da yanlistir. Hele degisimin evrimci biçimde olmasi için uygun kosullar varken. Bir baska deyisle, degisim için zemin ayaklanma disindaki yol ve yöntemlere uygunken.
Parlamenter demokrasideki kosullar böyle bir seydir. Bunu ilk isaret edenler de bizzat Marksizmin ve devrimin önderlerinden Engels ve Lenin’dir.
Marks’la birlikte Komünist Manifesto’yu yazan ve Paris Komünü deneyimini heyecanla destekleyen Engels, 19. Yüzyilin ikinci yarisinda Almanya’da olusan parlamenter demokrasiyi küçümsemedi ve reddetmedi. Isçi sinifinin parlamenter demokrasinin olanaklarini ciddiye almasini istedi.
Lenin ise, Rusya’daki basarili Bolsevik Devrimi’nin ardindan, Almanya’da Bolsevik devrimi türünden bir devrime, yani ayaklanmaya özenen, kendi ülkelerindeki parlamenter demokrasiyi küçümseyen kimi Alman solcularini ve benzerlerini uyardi: ‘Almanya’da parlamenter demokrasinin sundugu olanaklari küçümsemeyin. Bizim yaptiklarimizdan ders alin, ama bizi taklit etmeyin. Biz despot Çarlik rejimini baska türlü yikamazdik; ama çok büyük bedeller ödedik, sizin ayni bedelleri ödemeniz gerekmiyor,’ dedi. Lenin’in ‘Sol Komünizm, Bir Çocukluk Hastaligi’ adli eseri buna dairdir ve ders almasini bilenler için son derece ögreticidir.
Türkiye solu da 1960’li yillardan baslayarak benzer bir çocukluk hastaligini yasadi. 1946’larda baslayan demokratiklesme sürecini küçümsedi. Gerçi sözde serbest seçimlere dayanan bu sistem, demokrasi bakimindan göstermelikti. Emekçiler ve Kürt halki serbestçe örgütlenemiyordu, düsünce ve basin özgürlügü büyük baskilar altindaydi. Buna ragmen barisçi yol ve yöntemleri kullanarak, baskilara karsi direnerek bu alani büyütmek mümkündü. Nitekim 27 Mayis sonrasi sol hareket, bir yandan legalde Türkiye Isçi Partisi’ni kurarak, bir yandan sendikalar eliyle, periyodik yayinlar ve yayinevleri ile önemli bir mücadeleyi hayata geçirdi. Solun bazi kesimleri eger Küba ve Çin devrimlerine özenip siddete yönelmeseydi, hem sol hem Kürt ulusal hareketi barisçi yol ve yöntemlerle çok daha büyük kazanimlar saglayacak ve büyük ihtimalle 12 Mart ve 12 Eylül darbelerine zemin olusmayacakti.
Oysa solun bir bölümü bu süreci engellemek için firsat kollayan iç ve dis gerici güçlerin eline kendi eliyle gerekçeler sundu ve onlarin tuzagina düstü.
Son yasadigimiz darbe, 15 Temmuz, bazi yönleriyle önceki darbelerden farkli olsa bile (darbeyi ulusalci geçinen ‘vatan-millet kurtaricilari’ degil, Islamci kesimin içinde ve önce AK Parti ile birlikte hareket ederken, sonra ona ters düsen Cemaatçi kesim yapti), bazi yönleriyle daha önceki darbelere benziyor. Bu olayda da yönetim, ordu içindeki yandas bir kesimin ayaklanmasiyla ele geçirilmek istendi. Arkasinda bir dis destek ‘ABD ve NATO- var mi, emin degilim. Ama basarili olsaydi herhalde durum farkli olurdu; Sisi ile is yapanlar onunla da yapabilirlerdi
Özet olarak diyecegim su: Türkiye demokrasisi elbette çagdas ölçülerden henüz uzak. Kürt sorunu esitlik temelinde çözülmedikçe, Alevilerin hakli talepleri karsilanmadikça, çagdas hak ve özgürlükler Avrupa Birligi standartlarina uygun hale getirilmedikçe de burada ‘laik ve demokratik’ bir sistemden söz etmenin hiçbir ciddi yani yoktur. Buna ragmen demokrasi bakimindan zaman içinde edinilen kazanimlari ve var olan olanaklari da küçümsememek gerekir.
Yapilmasi gereken kestirme, kisa yollar arayip darbe ve siddetten medet ummak degil, barisçi yol ve yöntemlerle kitleleri kazanmaktir. Bunu yapabildigimiz zaman Kürt sorununu esitlik temelinde çözmek, ülkeyi gerçekten laiklestirmek ve çagdas bir demokrasiye ulasmak kolaylasacaktir.
Bu mümkündür. AK Parti seçimle iktidara geldi, seçimle de gönderilebilir. Dogru yol ve yöntem budur.
27 Temmuz 2016
Kemal Burkay