Dava arkadasligindan düsmanliga: Bir kalkismanin arka plani
Türkiye, 15 Temmuz’da, Cumhuriyet tarihinin en büyük iktidar rekabetinin son karsilasmasina tanik geldi. Zamanin ruhuna aykiri bu darbe bir çilginliktan öte iki müttefik arasindaki ortakligin süreç içerisinde çikar çatismasina dönüserek, karsilikli konumlanmalarinin geldigi son asamadir. Toplumun tüm katmanlarini etkisi altina alan, kimilerinin ‘savasi’ olarak degerlendirdigi bu karsilasmanin rövansi olan ‘Darbe girisimini’ kapsamlica degerlendirebilmek taraflara objektif ve ayni mesafeden bakmakla mümkündür.
Ak Parti ile Cematin ‘dava arkadasliginin’ düsmanliga evrilmesi ne kisa bir süre içinde meydana gelmistir ne de tek bir nedenle izah edilebilir. Makro ölçekte ayni felsefeden beslenen, ayni yasama biçimini toplumda yayginlastirmaya çalisan, siyasal Islami ana siyasal perspektif olarak kabul eden bu iki kesime daha yakindan bakildiginda ap ayri çikar kesimlerinin temsilcileri oldugu, ‘dava arkadasliklarinin’ ise mecburi bir yol arkadasligindan öte olmadigi açikça görülecektir.
Ak Parti ve Cemaat yola çiktiklarinda Kemalist düzenin yargi, asker, bürokrasi gibi yapi taslarina karsi birlikte mücadele vermis, Türk devlet gelenegine hakim olan resmi Kemalist/askeri vesayeti önemli ölçüde geriletmisti. Bu yol arkadasligi boyunca Ak Parti seçimle basa gelmis, yasal ve hukuki mesruiyeti olan bir iktidar olarak, devlet içinde kendini konsolide ederken, Cemaatin de niyeti devlet içinde kendine bir hat açmak ve hatta devleti bu hat etrafinda örgütlemekten baska bir sey degildi.
Cemaat uzun yillardir kamuda örgütlenme odakli bir stratejik politika güderken, Gülen’in ‘altin nesil’ olarak tanimladigi ve yillardir bu ise hazirladigi kadrolarini MIT, Ordu, HSYK basta olmak üzere devletin yargi, bürokrasi, askeri tüm kademelerinde dizayn çabasi ve istegi AK Parti’nin iktidarini paylasmama anlayisi karsisinda duraklamis, Gülen ve Erdogan’in gerek kamusal alanda gerekse de kendi örgütleri içerisinde otoriter liderliklerini tartismasiz kabul ettirme niyetleri ortadaki sürtüsme ve kavgayi bir üst seviyeye çikarmisti.
Zamanin partnerleri baslangiçta askeri ve Kemalist vesayete karsi önemli mesafeler kat etmis, Balyoz, Ergenekon, OdaTV gibi siyasal davalar ile ‘eski rejimi’ zaafiyete ugratmis, 12 Eylül referandumu ile HSYK ve yüksek yargi mercilerini yeniden yapilandirmisti. Ancak ileriki dönemlerde geriletilen vesayetin yerine, büyük oranda Cemaatin bir baska vesayet olarak geçtigi AK Parti’ye yönelik rüsvet ve yolsuzlukla mücadele gerekçesiyle 17-25 Aralik operasyonlarinda, ucu dönemin basbakanina kadar uzanmasi muhtemel olan, MIT müstesari Hakan Fidan sahsinda baslatilan sorusturmada açikça ifsa olmustu. Ak Parti iktidarin kendisine sundugu olanaklarin yardimiyla o günleri savusturmus, Cemaatin güdümündeki iktisadi birimleri ve egitim odaklarini etkisiz hale getirmeyi en azindan o gün basarmisti. O günlerde dava arkadasligi kiyasiya bir mücadeleye, taraflardan hiç birinin geri adim atmayacaklari bir hesaplasmaya dönüsmüstü.
Cemaat ile Ak Parti arasindaki iktidar yarisi salt iç politikada gözlenmiyordu. Dis politikada her iki kesimin ayri hatlarda yürüyen siyasetleri söz konusuydu. Cemaat küresel ölçekte örgütlü ekonomik siyasal bir güç olarak dis politikalarini Bati ile uyumlu bir zeminde yürütürken, Ak Parti Bati ile iliskilerinde giderek kendisini yalnizlastiran, Neo Osmanli politikalarini tercih ediyordu. Bu ise Cemaatin dis iliskilerini zorlastirmaktaydi. Nitekim Mavi Marmara ve ‘One minute’ olaylarinda Gülen’in açikça Israil yanlisi tutumu, dis politikada da bu iki partnerin ortak is yürütebilme ihtimallerinin kalmadigini açikça gösteriyordu.
Burada Cemaatin Bati ile iliskilerine bir parantez açmakta fayda var. Cemaat küresel ölçekte örgütlenmis herseyden önce ekonomik, siyasi bir yapilanmadir. Sayisiz ülkelerde kurdugu okullar, gelistirdigi ekonomik iliskiler, organize ettigi lobicilik faaliyetleri ve kültürel çalismalari ile bir devletin dahi sahip olmakta güçlük çekecegi iliskiler agina sahiptir. Gücünü özellikle küresel örgütlenmesine borçlu olan Cemaat bunu yitirmemek için bile olsa Bati ile iyi iliskiler kurmaktan, kendi nihai hedefini uygulayabilme adina çesitli diplomatik, ekonomik ve siyasi iliskiler kurabilmektedir. Dis siyasetinin odagina Bati ile iyi iliskiler kurmayi koyan Cemaat çizdigi ‘ilimli islam’ profili, ‘dinler arasi diyalog’ söylemleri ile de Bati tarafindan ‘en azindan çikarlari uyustugu sürece- mesru görülmekte ve faaliyet alanlarina müdahale edilmemekte, hatta destek görmektedir. Ak Parti’nin bu gün dünyada yalnizlastigi bir ortamda Cemaatin bu pozisyonu kendisi açisindan son derece elverisli bir zemin de yaratmaktadir.
Her iki kesimin Kürt sorununa yönelik politikalarina bakildiginda, güvenlik eksenli politikalarda bulustuklari, kismi ve etki alani son derece sinirli ‘reformlarla’ yetinmeyi tercih ettikleri görülmektedir. Kürtlerin mesru taleplerine yapisal cevaplar vermeyen bu iki ortak, Kürt sorunun çözümünde kapsamli demokratik reformlar uygulayarak sivil, esitlikçi ve demokratik bir Anayasa yapmaktan, Türkiye idari sistemini Kürtlere de cevap verecek sekilde yapilandirmaktan hep kaçindi. Kürt sorunu taraflarin hesaplasma aracina dönüstürüldü. Yüzlerce tutuklusu ile yillarca süren KCK davalari, Oslo görüsmelerinin odaga alindigi MIT krizi bu hesaplasmalarin en somut örnekleriydi.
15 Temmuz aksami yapilan darbe girisimi iste böyle bir iç siyaset iklimini ardina alarak gerçeklesti. Taraflar arasindaki savas ve kiyasiya yürüyen mücadele Türkiye’de yasayan tüm halk ve kesimleri menfi etkileyebilecek bir darbeye evrildi.
Darbe girisiminin failleri olarak türlü ihtimaller siralanmaktadir. Kimilerine göre Erdogan’i gözden çikaran Batili devletler ile uluslar arasi örgütler, kimilerine göre Ortadogulu devletler akla en yatkin adaylardir. Oysa ki yasanan darbe girisimi ve sonuçlarinin tahlilini yapabilmek için komplo teorilerinden daha fazlasina ihtiyaç vardir. Uluslar arasi iliskiler komplo teorileri ile açiklanamayacak kadar girift ve karmasiktir. Ancak olasi basarili bir darbenin sonuçlari ile kendi faydalarinin çakisacagi çesitli odaklarin varligi da ayri bir gerçekliktir. Bu da darbelerin dinamik yapisindan ve uluslar arasi etkisinden kaynaklanmaktadir. Sonuç itibariyle ortada tahlile müsait olan açik bir süreç, Cemaat ile Ak Parti iktidari arasinda her daim canli duran aleni bir savas var iken failin disarida arandigi teorilere ihtiyatli yaklasmak gerekmektedir.
Ayni ihtiyatli yaklasimi darbenin bir AK Parti kurgusu oldugu yönlü iddialar karsisinda da gözetmelidir. Gülen, Islamin izzetini koruyup kollayan salt bir din erbabi, Cemaat de kendini demokrasiye adamis bir yapilanma degildir. Cemaat ve lideri 12 Eylül ve 28 Subati desteklemis, örgütsel çikarlari gerektirdiginde ülkede kaos yaratmaktan çekinmemis, kendi çikarlari için algi yönetimi ve kara propagandaya, özel savas tekniklerine mütemadiyen basvurmustur . Basariya ulasamamis bir darbe için Ak Parti’nin kurgusu oldugu iddiasi bu kesimin masumiyetine, isledigi suçlarin hafifletilmesine katkisi olacaktir. Kamuoyunun gözleri önünde cerayan eden çatismalar, ölen yüzlerce asker sivil kisiler, bombalanan Meclis ve diger kamu binalari düsünüldügünde olanlarin bir kurgu olamayacagi en kuvvetli ihtimaldir. Dolayisiyla Türkiye ciddi bir darbeden kil payi kurtulmustur.
Darbe girisiminin bastirilmasi sonrasinda yasananlar simdiden elestiri çekmektedir. Sokaga davet edilen kitlenin dini argümanlar kullanmasi, camilerden ezanlarin, salalarin okunmasi ve Alevilere yönelik gözdagi haberleri kaygi uyandirmistir. Darbe karsiti protestocu kitlenin sokaklarda ‘sagduyudan uzak kitle psikolojisiyle’ hareket ederek, toplumsal yeni çatisma alanlari yarattigi , muhalif kesimler üzerinde korku ve psikolojik baski kurdugu emniyet güçlerinin ise duruma müdahil olmadigi iddialari hakli endiselere sebebiyet vermistir.
Binlerce yargi mensubunun, bürokratin, memurun hukuki yargilama prosedürlerine uyulmaksizin isten el çektirilmesinin, on binlerce memurun açiga alinmasinin darbe ile mücadelede hükümetin öç alma güdüsüyle hareket ettigi ihtimalini akla getirmektedir. Hükümet darbe girisimi faillerine yönelik mücadelede kendini hukukla bagli görmelidir. Dayanagini ‘öç alma’ duygularindan alan idam cezasini yeniden gündeme tasiyarak, darbecilerle mücadele adi altinda muhalefetin susturulmasi veya derdest edilmesi ihtimali ülke demokrasisine verilebilecek en büyük zarar olacaktir.
Darbe girisimi karsisinda Kürtlerin gösterdigi parçali tutum da degerlendirilmeye muhtaçtir. Ana akim Kürt siyasi çevresi darbe karsisinda uzunca bir süre ikircikli bir tutum takinirken, diger kesimler darbeye ilk saatlerden baslamak üzere karsi durmustur. Görünen o ki Kürt siyasetinin hala bütünlüklü olarak darbeler karsisinda ortak bir refleks sergileme kapasitesi yoktur. Oysa darbeler kim tarafindan, hangi kesime yönelik yapilirsa yapilsin, demokratik yasama müdahale, hukuka ve insan haklarina karsi bir girisimdir. Darbelerden derin acilar çekmis bir halk olarak Kürtler darbelere karsi ortak karsi çikis sesi yükseltilebilmelidir. Gündemlerine ve örgütlenme perspektiflerine demokratik bir hayat talebini kararlica koyabilmeli, hiç degilse böylesi kritik süreçlerde ortak itiraz ve muhalefet zeminleri yaratabilmelidirler. Darbelere karsi çikmak kadar darbe sonrasi demokrasinin bir an önce hayat bulmasini saglamada Kürtler kendilerini iktidar üzerinde baski unsuru olarak görmeli, iktidarin olasi antidemokratik ve hak ihlalleri karsisinda mücadeleye hazir tavizsiz muhalefet misyonunu üstlenebilmelidir. Kürtlerin- en çok da kendilerine zarar verme potansiyeli tasiyan- ne darbede ne de darbe ile mücadele adi altinda iktidarin antidemokratik uygulamalarinda ‘bana ne’ci bir tutum takinma lüksleri yoktur. Demokrasi kanallari açik ve isler demokratik bir Türkiye, Kürtlerin ulusal taleplerini ifade etmede ve karsiligini alabilmede müspet bir zemin yaratacaktir.
Sonuç olarak; darbeye kadar evrilen bu rekabette karsimizda iki güç vardir. Ilki – türlü saibelerle gölgelenmis de olsa- seçimlerle yönetime gelmis, önemli ölçüde halk destegi almis, yasal mesruiyete sahip, parlamenter demokrasinin bir unsuru olan Ak Parti iktidaridir. Bu iktidar, halka Üçüncü Dünya Ülkeleri örnegini asamayan bir demokrasi vaadinden öte vaadde bulunamazsa da, muhalif kesimlerin türlü zeminde müzakere edebilecekleri yasal mesruiyete haiz legal bir yapilanmadir. Olasi müzakere süreçleri zaman zaman antidemokratik kesintiye ugrasa da, akiskandir ve taraflarin güçleri oraninda evrilmeye, biçim bulmaya müsaittir; muhalefetin örgütleyecegi gücü oraninda müsbet sonuçlar üretebilme ihtimalini de barindirmaktadir. Ikinci yapilanma olan Cemaat ise, örgütlenme dayanaklari belirsiz, gizli ajandasi olan, küresel çapta örgütlü, ezoterik ve dar kadrocu illegal bir yapilanmadir. 12 Eylül, 28 Subat gibi darbeleri desteklemis, idari, hukuki, askeri tüm darbe metodlarina basvurmaya tesne, türlü komplo ve soguk savas taktikleriyle algi operasyonlarini yürütmede maharetli, uluslar arasi proxy niteligi her daim içinde barindiran, hukuktan muaf bir örgüttür. Bu yapilanma ile muhalif kitlelerin ne müzakere ne de akiskan demokratik süreçler insaa edebilme sanslari yoktur. Darbe girisimi degerlendirmelerinde, bir tutum takinmadan önce her iki yapinin verili durum ve nitelikleri gözden kaçirilmamalidir.
Hamiyet Çelebi