Makale

Demokrasi sadece seçim sandigi midir?..

Su günlerde yogun tartisma konularindan biri de darbe, demokrasi ve sandik meselesi. Bu tartisma daha Misir’daki darbeden önce baslamisti. Aslinda darbelerin ve darbe girisimlerinin birbirini izledigi bu ülkede bu konu her zaman su veya bu ölçüde gündemde olmustur.

Simdi de konu bazi kesimlerde bir sagirlar diyalogunu andirir biçimde tartisiliyor. Bu ‘bazi kesimler’ öyle az buz da degil, toplumsal kamplasmanin iki tarafi.

Bu ülkede bir kesimin yildizi demokrasiyle hiç barismadi zaten. Bu kesimin içinde tek parti döneminde iktidari tekelinde tutmus olan Kemalist elit, asker-sivil bürokrasi var. Söz konusu bürokrasi daha sonra da, CHP iktidari alamadigi zaman darbe yapmayi kendine hep hak gördü. 27 Mayis’ta buna devrim dedi. 12 Mart ve 12 Eylül’de ‘vatan ve milletin birligini’ koruma gerekçesini kullandi. Hatta demokrasiyi ‘korumak üzere’ askiya aldi, fasizan rejimler kurdu. 28 Subat’ta ‘vatani ve milleti’ bu kez seriattan kurtarma gerekçesini kullandi.

Darbe girisimlerinin bazisi basarisiz oldu, darbeciler cumhurbaskani veya basbakan olacaklarina hapishaneyi boyladilar; hatta bazilari (22 Subat ve 21 Mayis darbe girisimlerinin mimari Albay Talat Aydemir ve Binbasi Fethi Gürcan) idam edildiler. 2002’yi, yani AK Parti iktidarini izleyen darbe girisimleri de basarisiz oldu ve onlarin da birçogu Silivri’yi sereflendirdiler.

Çok partili hayata geçildikten sonra seçimlerde halktan gereken destegi alamamis olan bir bölüm sol da ayni kampta. Bu kesim ya legal partiler kurup halk içinde çalisma gibi mesakkatli bir isi göze alamadi, ya da legal parti kursa bile o sabri gösteremedi, kestirme yollar, ‘kolay’ yöntemler denedi. ‘Ordu-gençlik el ele milli cephede!’ slogani bu kesimin. Bu kesim darbecilik oynadi ve darbelerden bir seyler bekledi hep. Ama sürekli de düs kirikligina ugradi. ‘Kendi darbesini’ basaramadi bir türlü ve darbelerden kendisi de büyük zarar gördü.

Bu kesimler su dönemde de darbecilikten umudu kesmis degiller. Seçimden, demokrasiden söz edildigi zaman dudak büküyorlar. Onlara göre halkin çogunlugu cahil ve aptal. ‘Bu halk adam olmaz, oyunu hep sagci, muhafazakâr partilere verir!’

Su günlerde, ‘Demokrasi sandiktan ibaret degildir’ lafi islerine geliyor, hoslarina gidiyor. Demokrasiye önem verdikleri için degil, sandiga kizdiklari için…

Diger tarafa gelince, ki su dönemde esas olarak hükümet tarafi, AK Parti çevresi, onlar da ‘demokrasi sandiktan ibaret degildir,’ lafina öfkeleniyorlar. ‘Ne demek’ diyorlar, ‘tabii ki demokrasi sandik demektir, iktidarlar sandikta degisir, darbelerle degil.’

Bu ifadede hem dogrular, hem yanlislar var.

Dogrusu su: Bir ülkede eger serbest seçim mekanizmasi isliyorsa dogaldir ki iktidar sokakta veya darbelerle degil, sandikta degisir, öyle olmali. Yine de demokratik sistem dört veya bes yilda bir yapilan seçimlerden ibaret degildir.

Örnegin gerçek anlamda çogulcu bir sistem yoksa, her toplum kesimi görüs ve taleplerine uygun biçimde örgütlenemiyorsa; dernekler, siyasi partiler kuramiyorsa; kurmak yetmez, seçimlere de giremiyorsa orada demokrasi var denebilir mi? Saddam Iraki’nda, Esad Suriyesi’nde seçimler yapiliyordu ve çogu zaman Komünist partisi dahil, siyasi partiler de vardi. Ama seçimler göstermelikti, parlamento Baas Partisi ve lideri tarafindan belirleniyordu.

Bir dönemin Türkiye’sinde ise, 1946’dan itibaren çogulcu sistem sözde vardi, ama sol hareket yasakti. Komünist ya da sosyalist bir parti kurmak surda kalsin, sosyalizmin lafi bile edilemiyordu ve komünist avi bu dönemde de devam etti.

Ayni dönemde Kürtlere gelince, onlar parti kurmak, seçimlere katilmak surda kalsin, bir dernek bile kuramiyor, Kürt olduklarini bile söyleyemiyorlardi. Kürt aydinlarina yönelik sürek avi da su son yillara kadar sürüp geldi. Bugün elbet durum birhayli degismistir. Kürtlerin varligi artik kabul ediliyor ve Kürt sorunu rahatça tartisiliyor. Kürtçe yayin yapan bir devlet kanali var. Yine Kürt sorununu politikasina eksen yapmis, özerklik ya da federasyon talep edebilen BDP, HAK-PAR gibi partiler var. Ama unutmayalim ki hâlâ Kürt ve Kürdistan adiyla parti kurmak ve her görüse uygun programlarla ortaya çikmak mümkün degil. Yani Kürtler bakimindan siyasetin yolu tamamen açilmis degil.

Öyle olunca, 1950’ler ve 1960’lardaki sözde çok partili dönemde bile Türkiye’de demokrasinin gerçek anlamda varligindan söz edemeyiz. 2000’li yillara gelinceye kadar nice parti kapandi. Su 2000’li yillarda AK Parti bile kapanmaktan kil payi kurtuldu, üzerinde son iki-üç yila kadar Demokles’in kilici (askeri vesayet) sallandi durdu.

Çagdas demokrasi elbet sadece bundan, yani her toplumsal kesimin serbestçe örgütlenip seçimlere katilabilmesinden ibaret de degildir. Mücadelenin esit kosullarda yürümesi de önemlidir. Örnegin yüksek bir baraj bile belli toplumsal kesimlerin sesinin parlamentoya yansimasini önler. 1960’li yillarda milli bakiye sistemi vardi, hem de su 27 Mayis Darbesi’nden sonra konmustu. Ülkenin seçimlere katilabilen ilk sol partisi olan Türkiye Isçi Partisi bundan yararlanarak parlamentoya 15 milletvekili soktu ve bu, politika sahnesine emekçilerin, ezilenlerin haklarini savunan yeni bir ses getirdi. Ama sivil politikacilar, Demirel gibileri buna tahammül edemediler ve seçim sistemini degistirip bir sonraki seçimde TIP’i parlamento disinda biraktilar.

Demek ki seçimle gelen Demirel ve benzerleri de demokrat degillerdi.

Ayrica o dönemde TIP vardi, ama ne sosyalizm sorunlarini ne de Kürt sorununu tartismak hiç de kolay degildi. Yapilan konusmalardan, yazilan yazilardan, basilan kitaplardan dolayi, aydinlar, siyaset adamlari, yazarlar, yayincilar cezaevini boylayip duruyorlardi. Sonunda da 12 Mart darbesiyle TIP toptan kapatildi ve söz konusu yayinlar susturuldu.

12 Eylül rejimi ise, olusturdugu tüm fasizan kurumlarin yani sira, yüzde 10’luk baraj sistemini getirerek serbest seçimlerin önüne Çin Seddi’ni koydu. Daha sonra gelen hükümetler, parlamentolar buna dokunmadilar. Bu baraj islerine geldi. 12 Eylül’ün anayasasina, bu deli gömlegine hâlâ dokunmadiklari gibi. Bazen islerine geldiginde onu yamalasalar bile, esas olarak bugüne kadar korudular. Ve su anda da iktidari ve muhalefetiyle parlamentodaki partiler yeni, çagdas bir anayasa yapmaya niyetli degiller, bu isi süründürüp duruyorlar.

Öte yandan, diyelim ki siyasi partiler serbest, yüksek bir seçim baraji yok ve yurttaslar dört-bes yilda bir sandik basina gidip destekledikleri siyasi partiye oy vererek temsilcilerini parlamentoya sokabiliyorlar. Bununla is biter mi? Ondan sonra dört-bes yil boyunca siyaseti parlamentodakilere birakip kulaklari üstüne yatsinlar mi? Besbelli demokrasi bundan ibaret degildir. Bu dört veya bes yil boyunca görüslerinizi özgürce söyleyemiyorsaniz, hükümetin veya parlamentonun uygulamalarini elestiremiyorsaniz, bunun için serbestçe toplantilar, gösteriler yapamiyorsaniz orada demokrasinin varligindan söz edilemez. Bu olmadan kitleler dogruyu yanlisi nasil fark edecek, kamuoyu nasil degisecek?..

Bir baska deyisle, demokrasi düsünce, basin, örgütlenme ve gösteri özgürlüklerini ve tüm bu haklari güvenceye alan çagdas, demokratik bir anayasanin varligini içerir.

Sandiktan iktidar olarak çikan, parlamento çogunluguna sahip olan, hükümeti kurabilen, cumhurbaskanini seçebilen bir parti de söz konusu demokratik kurallara uygun davranmalidir. O, ben halkin çogunlugunu temsil ediyorum, o halde diledigimi yaparim, diyemez. Çogunlugu temsil etme adina azinligin haklarini yok edemez.

Örnek olarak, ne ‘çagdaslik ve devrim’ adina basörtülü kadinlari kamu alanina katilmaktan, egitim hayatindan yoksun birakabilir, ne de din ve ahlak adina tüm kadinlari baslarini örtmeye zorlayabilir.

Çagdas ve ileri demokrasiler, azinligin haklarina da saygi gösteren, din, dil, yasam tarzi dahil, toplumsal farkliliklarin baris içinde bir arada yasamasina olanak veren sistemlerdir. Yurttaslar siyasi partilerin yani sira çok çesitli biçimlerde örgütlenerek, meslek örgütleri ve sivil toplum kuruluslari olusturarak görüs ve isteklerini dile getirir, siyasi hayati, ülke yönetimini etkiler, karar alma mekanizmalarina katilirlar.

Geliskin demokrasilerde bunun çesitli örnekleri var. Barisçi direnis biçimleri, referandumlar… Iktidarlar, ‘bana oy verdiniz o halde ben sizin adiniza yönetirim, isime karismayin, gelecek seçime kadar gidin evinizde oturun’ demiyorlar; kitlelerin sesine kulak verme, bunu önemseme çagdas demokrasinin bir geregidir. Bu olmadigi zaman kriz dogar.

Isviçre bu alanda en iyi örneklerden biri. Toplum hayatini ilgilendiren kimi önemli kararlar halk oyuna, referanduma sunuluyor.

Kanada’da, Fransizca konusan ve resmi dili Fransizca olan otonom Kebek (Quebec) halkina kendi kaderini tayin hakki tanindi ve iki kez yapilan referandumda Kebekliler, Kanada sinirlari içinde kalmayi seçtiler. Bunu eger hâlâ anadilde egitim haklari ve Kürt kimlikleri bile anayasaca taninmayan Kürt halkinin durumu ile kiyaslarsak demokrasinin ne olup olmadigi pekâlâ anlasilir.

Anayasasinda sözde inanç özgürlügü yazili olan bir ülkede eger bir inanca ve bir mezhebe özgü zorunlu din dersleri herkese zorunlu olarak okutuluyorsa, orada da demokrasinin oldugundan söz etmek zordur.

Demek ki demokrasi sandiktan ibaret degil. Demek ki bunu söylemek darbeci olmak anlamina gelmiyor. Önemli olan kimin ne istedigidir. Sandikta seçimleri kazanamayinca askeri darbe çagrisi yapmak ne denli yanlissa, demokrasiyi dört veya bes yilda bir yapilan seçimlerden ibaret görmek ve sandikla gelen istedigini yapar sanmak da o denli yanlistir.

Yapilan sey demokrasiye uygun olmali ve azinligin haklari gözetilmeli. Iktidarin uygulamalarini begenmeyenler de, eger degisimin yolu tümden kapali degilse, eger ülkede fasist veya benzeri bir diktatörlük yoksa, yanlis uygulamalar karsisinda hemen darbecilige siginmayip, siddete sarilmayip, barisçi ve demokratik yöntemlerle mücadele ederek kamuoyunu kazanmali ve iktidar degisikligini bu yöntemlerle saglamalilar.

Kemal Burkay

Back to top button