Makale

Demokratiklesme paketi, hemen simdi!

Gezi krizinin sanirim akut dönemi sona erdi. 20 küsur gündür yasadigimiz kroniklesen bir kabus mudur, yoksa yeni devlet yapisinin ve toplumsal barisin insasini mi ima etmektedir

Gezi krizinin sanirim akut dönemi sona erdi. 20 küsur gündür yasadigimiz kroniklesen bir kabus mudur, yoksa yeni devlet yapisinin ve toplumsal barisin insasini mi ima etmektedir? Buna basta hükümet olmakla birlikte, en küçük gruplardan bireye giden bir konsorsiyum karar verecek, yani bizler… Biraz olsun sakinlestigimizi ve birbirimizi ‘duymaya’ hazir oldugumuzu ümit ederek, bu konsorsiyumun büyükten küçüge parçalarini inceleyerek gidelim diyorum.

Hükümet: Bu kriz hükümetin 11 yillik iktidarinin en büyük kriziydi. Çünkü, artik karsisinda karikatürize bir CHP degil, onun seçmen kitlesi oldugu varsayilan, -muhtemelen mecburiyetten seçimlerde CHP’ye oy veren – ama içinde bir kisim Kürtleri, solculari, liberalleri, LGBT’yi vs. de barindiran heterojen bir kitleyi mobilize halde buldu. CHP’nin bu kitlelerin daralan siyasi alanini genisletemedigi dogruydu ve bu 11 yilda AK Parti’nin siyasi alani tamamen kaplamasina yol açmisti. AK Parti’nin siyasi alani, aslinda kendisinin de altinda ezilecegi bir genisleme gösterirken, Gezi heterojenliginin tüm bilesenleri de klostrofobik bir daralma içinde hissediyordu kendisini. Bu durum hükümetin isini kolaylastirdigi ölçüde, yasadigimiz bu kazanin da temellerini atiyordu. Muhalefet bu kesimleri temsil edemiyor, anti siyaset ile bu daralmaya katkida bulunuyordu. Hükümetin ise, 2002-2010 yillari arasindaki o müthis hengamede, CHP tabaninin sosyo-politik’ini analiz etmesini beklemek anakronik ve hayalci olurdu. Hükümet için CHP tabani demek, Cumhuriyet mitinglerinde ‘Ordu göreve’ pankartini açanlarin bindirilmis kitalari anlamina geliyordu o zamanlar. Ki bu çok da haksizca degildi. Seçmen kitlesinden bagimli-bagimsiz olarak, CHP’nin temsiliyeti AK Parti’yi hal etme üzerine kuruluydu çünkü.

Ama artik hükümetten Gezi krizi ve 11 yillik yönetim tecrübesi ile bu kesimler üzerine daha rafine, sorumlu bir ‘laik çevre açilimi’ bekleyebiliriz. Hükümet ve tabani ne kadar ferah ve önü açik hissediyorsa, ‘karsi kampa’ ait olan heterojen-laik topluluk da kendisini o denli daralmis ve çaresiz hissediyor. AK Parti, bir kurucu parti ve birinci cumhuriyeti temelinden degistiriyor. Bu gerekli ve geç kalinmis bir sey. Ancak bu degisim, karsi kampin itirazi ve korkulari hilafina ancak buraya kadar yapilabilirdi. 76 milyon yurttasin 75 milyonunun destegini alsaniz bile, kalan bir milyonun mutsuzlugu, birçok Gezi krizinin çikmasina neden olabilir. ‘Diktatörlük’, ‘fasizm’ gibi ahlaki olmayan operasyonel yakistirmalari bir kenara birakirsaniz, hükümetin yaptigi en büyük hata, diger gruplari anlama çabasini yeteri kadar göstermemis olmasi oldu. Bir devrim yapiyor, üstelik dünyada da Filistin, Suriye gibi konularda real politik disinda kalip, bir de küresel ekonomi pastasindan her geçen gün daha fazla pay almaya baslamissaniz, bunun mutlaka cezalandirilmak istenecegini öngörmek durumundasiniz. Bu cezayi savusturmanin en önemli hamlesi ise, içinizdeki gerilimleri ve sorunlari demokratiklesme ile çözme konusunda pragmatizmi asan bir hiz göstermenizdir. Ben hükümetin laik kampa karsi bir rövans içinde oldugu fikrine hiç katilmadim. Çogunlukla Basbakan’in Kasimpasali dili, icraatlarinin muhteviyatinin önüne geçti ve aslinda kendi kendine haksizlik yapmis oldu. ‘Yasam tazi dayatma’ meselesi de, daha çok mütedeyyinlerin kamusal ve ekonomik alanda kendi yerlerini almalarina yönelik bir refleksin cicili argümani oldu. Müslüman demokrat bir parti olarak AK Parti’nin kendi tabanina münasip siyaset hakki da, ülke için hala bir lükstü. Devleti demokratiklestirmeden, kirik toplumsal fay hatlarini onarmadan, sadece kendi kimliginize göre siyaset yapamazsiniz Türkiye’de. Size kolaylikla ve haksizca diktatör yaftasini yapistirirlar.

Öte yandan, Basbakan’in kendi iyi niyetinden ve hayallerinden yola çikarak, paternalist bir dil ve siyaset izlemesi, 11 yillik demokratiklesme sürecinde önü açilan toplumun kimyasi ile paradoks halinde oldu hep. Hükümetin yapmasi gereken toplumu resit hale getirmek, ona babalik yapmak, onun için en iyisini düsünüp, bazen de dayatmak degil; iyinin ve özgürlüklerin kanallarini açip, toplumu dogal akisina birakmak. Evet, AK Partili olmayanlar ‘çogunluk- hükümete kategorik olarak karsi belki ama, hükümetin demokratiklesme hamlelerinin ve iyilesen ekonominin tüm getirilerinden de faydalaniyorlar. Haliyle toplumda özgürlesme istegi, demokrasi ilerledikçe daha da artiyor. Aslinda Basbakan bununla ne kadar övünse azdir. Simdi neden o kesimi de kazanmasin ki artik? Madem bu kesimler CHP tarafindan etkili temsil edilmiyor, neden o kesimler ile bu firsattan istifade, bir baris imzalanmasin? Belki buradan fazlaca oy gelmeyebilir, ama kendi seçmen kitlenizden aldiginiz oylarla elde ettiginiz iktidar, ahlaki üstünlük kazandigi ölçüde, mesruiyeti de saglamlasir.

Hükümet kendi hayalini, tabaninin gasp edilmis merkez hakkini iyi temsil etti ama, artik diger parçalarla bütünlesme, onlari anlama ve kendi tabani ile laik kesim arasindaki tikali kanallari açma dönemine girmek zorunda. Kutuplastirma siyaseti, kisa vadede oy kazandirir ama, mesruiyeti zedeler. 76 milyonun hükümet olma iddiasinin altinin dolmasi, ancak ‘diger mahalleyi’ anlamaya çalisarak mümkün. Günümüzde kimseye, çok dogru bile olsa, bir tercihi dayatamazsiniz. ‘Bizim cemaate katil’ diyemezsiniz. 76 milyonluk bir ülkeyi kaosa sokmak için 100 bin kisinin sokaga çikmasi yeterlidir.

Ben hükümetin bu agir krizden hayati tecrübeler edindigini düsünüyorum. Ancak görece yatismis görünen bu krizin yapisal analizi ile birlikte, yeniden baska kabuslar yasamamak için, yeni Türkiye’ye ‘diger mahalleyi’ de dahil etmek mecburiyeti var. Üstelik bu onlarin hakki da. Gezi’de çok hakli, makul itirazlar da vardi. Çok zor, bir sürü degisken, önyargi ve direnç var. Ancak çaba göstermenin kendisi bile, ahlaki üstünlügü geri getirecektir.

Bunun da benim aklima gelen birkaç yolu var: Öncelikli olarak, Erdogan, o insanüstü siyasi becerisi, cesareti ve pragmatizmi ile, merkezinde yeni anayasa ve adem-i merkeziyetçi devlet reformu olan bir demokratiklesme paketini hemen gündeme alacaktir diye ümit ediyorum. Bu krizde en önemli fay hatti Alevi vatandaslarimiz oldu. CHP’nin kiskirtici tavri ortada. Suriye politikasi üzerinden yasanan ve kasinan bir mezhep çatismasi ihtimalini sifirlamak, Alevi vatandaslarin özellikle cemevi gibi sorunlarini çözmekle mümkün. Tekke ve Zaviyeler Kanunu, ne pahasina olursa olsun kaldirilmali, cemevleri ve dedeler yasal statü kazanmalidir. Yavuz Sultan Selim’in adinin 3. köprüye verilmesi gibi, sembolik ama bedeli agir hatalar telafi edilmeli, Alevi vatandaslarin gönlü kazanilmalidir. Dilin ne kadar önemli oldugunu, bazen icraatlarin bile önüne geçtigini gördügümüze göre, neden bu konuda bir ‘jest’ yapilmasin? Alevilere verilecek olan, zaten Kemalistlerin doksan yildir gasp ettigi dogal haklari degil mi?

Çözüm süreci: Süreçten asla taviz verilmemeli, hatta daha büyük bir kararlilikla üzerine gidilmeli. Bunun için de demokratiklesme paketini hayata geçirmek yeterli zaten. Bize radikal adimlar gerekli. Anadil, koruculuk, siyasal partiler kanunu, seçim baraji gibi. Bu kaostan ancak bu hamleler ile çikilabilir. Ancak Çözüm sürecinde üstlenilen tarihi görev, ‘Teörist basi’ gibi dil sorunlariyla yine gölgeleniyor. Basbakan geçmiste bu türden dil oyunlarini çok yapti ve riskli dönemlerde milliyetçi kesimleri tahkim etti. Ancak artik Türkiye’nin çok farkli ve riskli bir yere ulastigini görmeli.

Hükümet, ama özellikle Basbakan Erdogan, Gezi ile mesru bir zeminde baslayan hareketin makas degistirmesi ile büyük bir operasyona maruz kaldi. Gezi bir komplo degildi. Ama süreç iyi yönetilmedigi için istismara açik hale geldi. Bunun getirdigi öfkeyi ve üzüntüyü anlayabiliyorum. Karsi atak asla öfkeli davranmak degil, demokratiklesmeye hiz vermek olmali. Ahlaki durustan sapan sanatçilar, köse yazarlari ve gazetecilere cevabi halk ve zaman verir. Bunlari gündemde tutmak, isimler zikretmek, -hakli olunsa bile- AP, CNN ve BBC’ye çatmak, aslinda ‘Türkiye diktatörlüge gidiyor’ kampanyasina su tasir ve bu yalnizligin altindan zor kalkilir. Her açiklamaya, her haksizliga cevap verme zorunlulugu hissedilmemeli. Komplo söylemi geri çekilmeli, elde deliller varsa bunu hükümet bilsin ve önlemini alsin, halki ilgilendirmiyor. Hatta, hükümete yapilan gerçek bir haksizligi, spekülatif bir dünyaya tahvil ederek, olayin ciddiyetini azaltiyor.

CHP: Kemal Kiliçdaroglu utanç verici bir kriz firsatçiligi yapiyor, hos görmek mümkün degil. Ama ben bu öfkeyi askiya almayi teklif ediyorum. Diyorum ki, bu süreçte CHP diri tutulmali, çünkü siyasal sistemin çökmesi, yani CHP’nin tamamen devre disi kalmasi, en çok hükümete zarar verecektir. Parlamenter sistem, sadece hükümetin degil, muhalefetin de korunmasiyla saglikli isler. Gezi’den, üç aya kadar demokratik bir muhalefet çikmasi romantizmdir. Sosyalistleri ise bu krizde neredeyse tamamen kaybettik. Devrim rüyalariyla, itibarli bir siyasi kazanimi çatismaya tercih ettiler. Gezi enerjisinin bir siyasete tahvil olmasi -o da bir olasilik olarak- ancak yillar sonra olabilecek. Bu da yine hükümetin demokratik kanallari açmasi ile mümkün. Gördügünüz gibi, ne kadar çok ihtiyacimiz var birbirimize!

Aydinlar: Bu süreçte, sosyalist, sol liberaller basta olmak üzere aydinlar adeta çöktü. Sorumlu davranmadilar. Ya korktular, ya mahalle baskisina boyun egdiler, ya da ergen romantizmine kapildilar. Böyle dönemler ‘kirlenme’ zamanlaridir. Kenarda, ‘en temiz ve en muteber bir noktada’ durmazsiniz. Ya açik açik ‘Ben bu hükümeti devirmek istiyorum, hadi arkadaslar gün bugündür’ diyecek, ya da objektifliginizi, sagduyunuzu kendi mahallenizden kovulma pahasina alana çikip göstereceksiniz. Ama ne yaparsaniz yapin, bunu dürüstlükle yapmak gerekir. Tarih her seyi yaziyor. Medya gibi, aydin tipinin de bundan sonra ayni kalmasi mümkün gözükmüyor. Ben tüm süreç boyunca, kaybettigimiz bes insanimiza yenilerinin eklenmesi ve bir iç çatisma endisesi tasidim. Ya Erdogan nefreti, ya mahalle baskisi, ya da ergenlikte tatmin edilmemis eylemcilik simarikligi nedeniyle, sorumluluk ve sagduyunun terk edildigini gördüm. Adeta bir çildirma dönemi yasandi, histeri krizi gibiydi.

Peki ne umuluyordu? Diyelim hükümetin dengesi bozuldu, Erdogan’i hal ettiler; nasil bir Türkiye ile karsilasmayi umuyorlardi? Isler tersine döndügünde, 21 buçuk milyon AK Parti seçmenine ragmen bir hükümet kurulacagini, yola hiçbir sey olmamis gibi devam edeceklerini mi düsündüler? Birkaç sene sonra daha büyük bir mütedeyyin hareketin büyük bir öfkeyle geri gelecegini ama bu ara dönemde vesayetin hortlayip 11 yilin reformlarinin dinamosu olan demokratik koalisyon bilesenlerinden intikam alacagini, tüm demokratik kazanimlarin heba olacagini görmek için gerekli akil nerelere gitmisti?

Mütedeyyinler, laikler ve hepimiz, bundan sonra da birarada yasayacagiz. Birbirimizin yüzüne bakacagiz. Üç günlük ömrümüzü muhabbetle geçirsek olmaz mi? Çok mu romantik bir teklif bu?

Demokrasinin özü bu degil mi?

KAYNAK: http://www.markaresayan.com/?p=1989

Markar Esayan

Back to top button